Notice: _load_textdomain_just_in_time işlevi yanlış çağrıldı. td-cloud-library alan adı için çeviri yüklemesi çok erken tetiklendi. Bu genellikle eklenti veya temadaki bazı kodların çok erken çalıştığının bir göstergesidir. Çeviriler init eyleminde veya daha sonra yüklenmelidir. Ayrıntılı bilgi almak için lütfen WordPress hata ayıklama bölümüne bakın. (Bu ileti 6.7.0 sürümünde eklendi.) in /var/www/vhosts/agaoglulevent.com/httpdocs/wp-includes/functions.php on line 6121
T Ü R K İ Y E: 3 D - Levent AĞAOĞLU - Page 57
Ana Sayfa Blog Sayfa 57

        T Ü R K İ Y E:  3 D

0
  • DİYASPORA: Vatandaşlarının anavatan dışındaki ülkelerde (130 ülke)  mevcut varlığı konusunda Türkiye, Çin ve Hindistan’dan sonra dünyada 3.dür.
  • DİL: Ülkelerinin dışında kalan coğrafyalardaki ülkelerde yer adlarını kendi dillerinde veren ülkeler arasında Türkiye ilk sırada yer almaktadır. 100 ülkede  7500’ün üzerinde yer adları Türkçe olarak nitelendirilmiştir.
  • DEVLET:
  1. Çin (Shang Devleti, Chou Devleti)
  2. Rusya (Altın Orda Devleti)
  3. İran (Gazneliler, Selçuklular)
  4. Hindistan/Pakistan (Akhun, Gazneli, Timur, Babür)
  5. Mısır (Tolunoğulları, İhşidoğulları, Memlük)

Doğu’nun kadim devlet yapılarının temellerini Türkler inşa etmiştir. Derinlerindeki devlet yapısı hep Türk organizasyonu, teşkilatçılığıdır. Çin, Rusya, İran, Hindistan/Pakistan ve Mısır’da kurulan 10’u aşkın yerleşik devlet yapılarında ve hanedanlarda, kurucu unsur hep Türkler olmuştur.

Zaman. Zemin. Zihin çizgisinde MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936)

0

Zaman (Asr)

Mehmet Âkif  Ersoy’un Asr suresi Tefsiri…

Hâlik’in nâ-mütenâhî adı var, en başı: Hak.

Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak!

Hani, Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım, derlerken,

Mutlakà Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh;

Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,

Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık.

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık. (Safahat)

Asr Suresi

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle.

1- Asra yemin olsun ki,

2- İnsan mutlaka ziyandadır.

3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.

Zemin (Seyahatler)

Mehmet Âkif, yurtdışı seyahatini ilk olarak 1914 sonunda Almanya’ya gerçekleştirmiş, ardından Mayıs-Ekim 1915 döneminde Arabistan’da görev almış, 1918 Temmuz‘unda Lübnan’da bulunmuş, 1925-1935 yılları arasında Mısır‘da ikâmet etmiştir. 1935 yılında da Lübnan’a ikinci seyahati söz konusu olmuştu. Ayrıca mesleği olan Baytarlık uygulamaları içerisinde Rumeli’nde ve Anadolu’nun çok sayıda şehrinde görevler yapmıştır. İstiklâl Savaşı yılları esnasında Birinci Dünya Savaşından başlayarak değişik şehirlerde vaazlar vermiştir.

Bu gözlemler, Osmanlı coğrafyasındaki köylerde, kasabalarda ve şehirlerdeki insanların yaşantıları ve ayrıca batının gelişmiş ülkesi olarak Almanya’da bulunduğu esnadaki izlenimlerinden ve ayrıca düşünürlerimizin özellikle Asya (Japonya, Hindistan) ile ilgili kitaplarından da esinlenmiştir.

Mehmed Âkif’in ( d.20 Aralık 1873) Seyahat Kronolojisi [1]

1873 (20 Aralık) doğdu.

1896 (Mayıs) Adana’ya ve Şam’a gitti.

1914 Ocak ayında 2 aylık Mısır seyahatine çıktı.

1914 Mart ayında Mısır seyahatinden döndü.

1914 Devlet tarafından görevlendirilen bir heyet ile Almanya’ya gönderildi.

1915 Almanya’dan İstanbul’a geri döndü.

1915 Mayıs ayı ortalarında vazifeli olarak Arabistan’ın Necîd bölgesine gitti.

1915 Ekim ayı başında Arabistan’dan geri döndü.

1923 Mayısta İstanbul’a dönüp Beylerbeyi’ne taşındı. Buradan da Mısır’a gitti.

1923 Mayıs başında ailesiyle birlikte İstanbul’a döndü.

1923 Ekim’de Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak Mısır’a gitti.

1924-1925 Paşa ile birlikte İstanbul’a döndü.

Zihin (İstiklâl ve İktisat)

Mehmet Âkif, zaman ve zemin temelinde, ilhamı ile zenginleştirdiği zihniyeti ile insanımıza geniş coğrafyalarda bayraktar ve sancaktar olmuştur. Türk İslam tarihinin bir marşandizi ve abidesidir. Maddiyat peşinde koşturmayan bir hamiyetperverdir. Bütün seyahat, gözlem ve ilhamların neticesinde Mehmet Âkif’in özellikle şiirlerine de yansıyan insanların ve ülkenin iktisadi durumu ile ilgili gözlemleri, yeni düşüncelere yol vermiştir. Bu düşünceler değerlendirildiğinde Mehmet Âkif Ersoy’un iktisat konusundaki geri kalmışlığımızın kökenlerine inen tespitleri söz konusu olmuş ve bu tespitler çok çeşitli açılardan kendini göstermiştir. Şairliğinin ötesinde bir düşünce adamı olarak bu konuları yüreğinin ve zihninin derinliklerinde hissetmesi tek başına istiklâlin yeterli olmayacağına, iktisadi istiklâlin de elzem olduğuna delildir. Bu konudaki gözlemleri insanları bir şair hassasiyeti ile gözlemlemesi ve değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır.

Mehmet Âkif, Asr suresine değinen şiirinde zamana damgasını vuracak olan dört dörtlük insan niteliklerini sıralamış, bu nitelikleri bizatihi kendinde taşıyarak zeminde sahada sürekli hareket ve aksiyon halinde bulunmuş, Berlin’den Hicaz’a kadar coğrafyalarda kendisine görevler edinmiş, gözlemlerde bulunmuş ve bunların neticesinde yüreğinde taşıdığı İstiklâl ruhu yine zamanlar aşan bir İstiklâl Marşına dönüşmüştür.

Buradaki İstiklâl sadece bir savaşta savaşı kazanmak, bağımsızlığı elde etmek tarzında değildi. Bu İstiklâl, Asr Suresindeki insanın temel karakteristiği idi. İstiklâl ruhunu taşıyan insan haiz olduğu medeniyete ilişkin tüm işlerde de vasıflarını ve yüreğini ortaya koyacak ve bu manada İktisat da bir İstiklâl meselesi haline gelecektir.

Mehmet Âkif’in baş yapıtı olan Safahat şiir kitabı da bir Atlas mahiyetindedir. Dilimizde yayınlanmış bulunan hiçbir şiir kitabında bu derece zengin bir şehirler, ülkeler, memleketler, insanlar, kişiler ve coğrafyalar zenginliği göze çarpmamaktadır. Safahat kitabı bu manada da bir şaheserdir. Ülkemizde yayınlanan şiir kitapları arasında indeksi bulunan tek şiir kitabı da Safahat’dır. Safahat indekslenerek bu şekilde şiirdeki şehirler ve coğrafyalar takip edilebilmektedir. Safahat İndeksinde şahıs, eser, yer, topluluk ve müessese isimleri, şehirler, ülkeler, kıtalar, köyler, kasabalar, denizler, okyanuslar, göller, nehirler bitmez tükenmez bir enerji ile gözümüzün önüne gelmekte, hayal dünyamızda yeniden canlanmaktadırlar.

Hüzünlü bir dille yazılan bu kitap sefaleti gözler önüne sermiş ve sefahat ve sefaletten, safhalar halinde kurtuluş, Safahat şiirlerinde bir umut ışığı olarak önerdiği çarelerle nesillerin gözünün önüne serilmiştir. Bu nesil Asım’ın nesli olacaktır, bir umut ışığıdır.

İktisat

Sosyal bilim insanlarımız Mehmed Âkif Ersoy’un iktisadi İstiklâl konusundaki düşüncelerine giderek daha fazla yer vermeye başlamışlardır.

“Osmanlı asırlarında, rûhî ve manevî hayatı şekillendiren içe kapanan, anti-madde davranış kalıbını temsilcisi ‘pasif – mütevekkil’ insan tipinden en fazla şikâyetçi olan kişi, Mehmed Âkif Ersoy Bey’dir. Max Weber’i hayran bırakabilecek şu dize onundur: «Değer mi koşmaya akşam, sabah, yalan dünya?»  Mehmed Âkif Bey, ne güzel ifade ediyor: «Ne hükmü var ki, esasen yalancı dünyanın? / Ölürse yan gelecek cennetinde Mevlâ’nın.»  İşte bu bâtınî tasavvuf, bizim insanımızın canına okumuştur.”  [2]

“İktisadi kalkınma diyerek neyi elde etmeyi umarız. Karnımız doysun isteriz, hastalandığımız zaman yararlanabileceğimiz sağlık imkânlarımız olsun isteriz, çoluk çocuğumuzu eğitmek isteriz, onlara iyi bir eğitim vermek isteriz ve ülke olarak uluslararası arenada sırtımız yere gelmesin, başımız öne düşmesin isteriz. Başka ülkelerin karşısında başımız dik olalım, onların karşısına özgüvenle yürüyebilelim isteriz. Ki bunları sağlayabilmek iktisadi kalkınma ile mümkündür. Bu anlamda Âkif ‘in şiirlerinde bizi bunu yapmaya iten çok sayıda anlam yüklü dizeler vardır.

İktisadi kalkınma çok önemli. Kalkınma sadece büyüme değil, sağlık, eğitim, konfor, iyi yaşama gibi süreçler de bu işin içindedir. Emekle kazanmak konusu Âkif ‘te son derece önemlidir. Âkif bir şiirinde, sanayi ve ticarette o dönemler iyi noktalarda olmadığımıza dikkat çekerek, elde sadece tarımın olduğunu ve onun da modern, teknolojik şekilde yapılmadığını, çalışmak için en önemli kavramın istemek olduğunu söylüyor. İlime, bilime, eğitime ve cehaletten kurtulmaya özellikle dikkat çeken Âkif, dünyanın farklı noktalarını geziyor ve gördüğü üretim manzaralarını şiirlerinde işliyor.

Mehmet Âkif Ersoy, hizmetleri yeterince takdir edilmemiş, takdir görmemiş ve de ihmal edilmiş insanlarımızdan birisidir. Âkif aynı zamanda dava adamıdır. İnanmış bir insandır. Mehmet Âkif Ersoy’u hem bir karakter abidesi olarak hem örnek bir insan olarak hem filozofların düz yazı ile anlattıklarını mısralarına dökmüş bir düşünür olarak, bir milleti ayağa kaldırabilecek tavsiyeler bırakmış bir insan olarak, rahmetle anıyoruz. Mehmet Âkif Ersoy, hizmetleri yeterince takdir edilmemiş, takdir görmemiş ve de ihmal edilmiş insanlarımızdan birisidir. Âkif aynı zamanda dava adamıdır. İnanmış bir insandır. Mehmet Âkif şiirlerine filozofça düşüncelerini katan yiğit bir insandır. [3]

Bilim insanlarımızın bu önemli tespitlerinin yeni Safahat’ları, İktisadi İstiklâl ile mayalaması ümidi ile.

SONSÖZ: 

Memedim Âkif

Babaocağı İpek kasabası,

Komşusu

Tekkeler Yakova’sı

Kökü

Hüdavendigâr Kosova’sı

Sarıgüzel, Fâtih Medresesi

Halkalı, Çatalca

Bayramiç, Çanakkale

 

Kastamonu, Konya

Eskişehir, Burdur

Sandıklı, Dinar

Afyon, Antalya

Balıkesir, Gelibolu

Ankara

 

Memedim Âkif’in

Eskimiş paltosuna

Sıkı sıkıya sarılarak,

Isıtmak için odun bulamadığı

Tacettin Dergâhının

Alev alev duvarları

 

En son ocak

Ankara’dan

İstiklâl ateşi her yanı saracak

Sakarya

En son hat

“Kayseri’ye

Meclis taşınmayacak”

 

Duvarları İstiklâl

Ateşi ile yanan

Memedim Âkif’in

Tacettin Dergâhı

Terkedilmeyecek

 

Levent Ağaoğlu

7 Eylül 2019

 

[1]  http://www.mehmetÂkif vakfi.org.tr/

[2] Prof. Dr Ahmed Güner Sayar. Taha Akyol ile Roportaj. 1 Haziran 2020.

[3] “ Prof Dr. Mustafa Acar. Kaynak: Aksaray Üniversitesi (ASÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesince “Mehmet Âkif ve İktisadi Kalkınma” konferansı gerçekleştirildi. 16 Mart 2015

Bilge Tonyukuk Yazıtı’nda (720) İstiklal Düşüncesi

0

Bilge Tonyukuk ben özüm Tabğaç ilirige kılındım. Türk budun Tabğaçka körür erti.
Bilge Tonyukuk ben kendim Çin ilinde kılındım. Türk milleti Çin’e tâbi idi.

Tonyukuk Yazıtı. Satır 1 

Sorun esaret idi ve bu esaretten Tonyukuk düşüncesi ile çıkılmış, İstiklâl elde edilmiştir. Sorun; fikir ile çözülmüştür. Sorunun nasıl çözüldüğü konusu ise ilk kez Tonyukuk tarafından yazıya geçirilmiştir. O halde; Fikir ve Dil, en değerli hazineler olarak Tonyukuk tarafından bizlere bırakılmıştır. Sorunun çözümü yolunda Dokuz Oğuzların ve Göktürklerin izledikleri farklı yollar da Türk Düşüncesinde iki farklı ana akımın başlangıcını teşkil etmiştir; zaman boyutunda ise Dokuz Oğuzlar (Uygurlar), Çin esaretinde kalmışlar, Göktürk’lerin çizgisini temsilen Türkiye Cumhuriyeti ise bağımsız bir devlet olarak bambaşka bir coğrafyada varlığını sürdürmektedir.

“Gök-Türklerin İstiklâllerini kazanışları, kaybedişleri Orhun abidelerinde oldukça önem verilerek anlatılmış, İstiklâl’in kaybedilişinin millet için adeta bir ölüm olduğu, kazanılmasının ise yeniden diriliş olduğu, milletin bundan çok ders alması gerektiği önemle tavsiye edilmiştir. 630-680 yılları arasında devletin Çin esaretine düştüğü sırada birçok bağımsızlık hareketi olmuş, en sonunda 679’da başlayan isyan kıvılcımı 682’de devletin yeniden İstiklâl’ini kazanmasına sebep olmuştur. Bu da Gök-Türk devletinde İstiklâl’e verilen önemi gösteren en önemli vesikalardandır.“ [1]

Tonyukuk Yazıtındaki İstiklâl ile ilgili satırlar:

Bilge Tonyukuk Yazıtında İstiklâl Vurgusu[2]

  • Bilge Tunyukuk, ben kendim, Çin yönetimi sırasında doğdum. Türk halkı (o zaman) Çin’e bağımlı idi
  • Türk halkı, (kendi) hanını bulmayınca, Çin’den ayrıldı; han sahibi oldu; (fakat) hanını bırakıp Çin’e yeniden bağımlı oldu. Tanrı şöyle demiş olmalı : “(Sana) han verdim,
  • hanını bırakıp (yine) bağımlı oldun.” (Türk halkı yeniden) bağımlı olduğu için Tanrı “Öl!” demiş olmalı. Türk halkı öldü, mahvoldu, yok oldu. Türk Sir halkının ülkesinde
  • boy kalmadı.
  • Kapgan Kağan yirmi (yedi yaşında?) ……….. idi. (Onu ben) Kapgan Kağan (olarak) tahta oturttum. Geceleri uyumadan,
  • gündüzleri oturmadan, kızıl kanımı akıtarak, kara terimi döktürerek hizmet ettim. Uzak mesafelere keşif devriyeleri gönderdim,
  • gözetleme kulelerini (yerli yerince) koydurttum. Dönen düşmanı (geri) getirirdim. Kağanımla seferlere çıktık. Tanrı esirgesin,
  • bu Türk halkı içinde zırhlı düşmanların akınına imkân vermedim, (kuyruğu) düğümlü (düşman) atlarını koşturtmadım. İlteriş Kağan kazanmasa (idi),
  • ve ben kendim kazanmasa (idim) devlet de halk da olmayacak idi. (Kağan) kazandığı için ve ben kendim kazandığım için,
  • devlet de devlet oldu, halk da halk oldu. Şimdi ben kocaldım, yaşlı oldum. Herhangi bir ülkedeki kağanlı (yani “bağımsız”) bir halkın
  • böylesi bir (devlet adamı) var ise, (o halkın) ne (gibi) bir sıkıntısı olacak imiş?
  • Türk Bilge Kağan(ın) hükümdarlığında yazdırttım. Ben Bilge Tunyukuk.
  • İlteriş Kağan kazanmasa (idi), (ya da hiç) olmasa idi, ben kendim Bilge Tunyukuk kazanmasa (idim), (ya da) ben hiç olmasa idim,
  • Kapgan Kağan Türk Sir halkı ülkesinde boy da, halk da, insan da hiç olmayacak idi.
  • İlteriş Kağan ve Bilge Tunyukuk kazandığı için Kapgan Kağan’ın Türk Sir halkının gelişmesi (işte) bu(dur).
  • Türk Bilge Kağan, Türk Sir halkını, Oğuz halkını besleyerek tahtta oturuyor.

İlişkiler canlıydı. İlişkiler ve dil, düşünceleri geliştirmiş ve neticede kaybedilen İl (Devlet) tekrar kazanılmıştır. Kazandıranlar ise Çin Devletinde memur olarak görev yapan Türk soyluları Kutluğ ve Tonyukuk’dur. Görevleri müddetince Çin devletinde edindikleri ilişkileri ve açık noktaları ustaca değerlendirerek buradan İstiklâlini mücadele ile kazanacak olan yeni bir devlet çıkarmışlardır. Temel fikir ise Çin esareti altında yaşayan Türklerin yeniden hatıralarında yaşattıkları hürriyetlerine kavuşturulması idi.

Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk başlıklı kitabında esaretin nasıl Kutluğ-Tonyukuk ikilisi tarafından sonlandırıldığını ve yeni devletin kurulduğunu veciz bir biçimde satırlarına aktarmaktadır.

“Kutlug Çin diline vakıf bir Çin memuru idi. Çin’in kuzeyinde Çin seddine yakın Yünçung (Yun Zhong) denilen tutukluk mahallinde Çinliler namına Türklerin bir zümresini idare ediyordu. Kutlug’un babası da Çin’e tabi Türklerin bir zümresinin Tudun’u idi; vergi ve denetim işlerinden sorumlu olarak görev yapıyordu. Kutlug, Türk halkıyla daimi temasta idi. Çin’deki ve Çin haricindeki Türklerin ıstıraplarına, şikâyetlerine, gizli dileklerine ve hafi emellerine vakıftı. Kutlug, aynı zamanda Türklerin şifahi destanları ve Çinlilerin tarihi eserleri vasıtasıyla Türklerin parlak tarihini de öğrenmişti.

Çin kaynaklarında Çin’e tabi Türkleri idare eden Türk beylerinin oğullarının Çin payitahtında tahsil gördüklerine ve bilhassa Kutlug’un arkadaşı, Kutlug gibi Çin namına Çin’de Türklerin bir zümresini idare eden bir Türk beyinin oğlu olan Tonyukuk’un Çinlilerin örfü, adet ve medeniyetlerine bihakkın vakıf olduğuna dair sarih kayıtlar vardır. [3]

Kutluğ, sırrını itimat ettiği dostu Tonyukuk’a da açtı. Tonyukuk da kendisi gibi bir Çin memuru idi. Tonyukuk büyük tasavvurlar besleyen, büyük planlar kuran, gerçekleşmesi zor ve şüpheli teşebbüslere atılan adamlardan değilse de, çok akıllı, tedbirli ve malumatlı bir adam ve cesur bir kumandandı. Dostu Kutlug’a itimadı büyüktü. Kutlug’un zekâ ve dehasına hayrandı. Onun için Kutlug’un tasavvur ve teşebbüsüne tereddütsüz iltihak etti.  MS 680 senelerinde Çin Seddi civarında yerleşmiş Çin’e tabi Türkleri idare eden birer Çin memuru olan iki Türk, Çin’den uzak sahalarda yaşayan, Moğolistan’ın kuzeyindeki Türk oymakları arasına gidip İstiklâl için, Türk milletini tekrar hür ve müstakil kılmak için teşebbüse girişmeye karar verdiler. Hiç kimseyi haberdar etmeksizin evvela Kutlug, sonra Tonyukuk büyük bir idealin insan ruhunda yarattığı, sırrı bilinmeyen dinamik kuvvetin tesir ve teşviki altında kuzeye kaçtılar.

MS 682’de Çinlileri kati surette mağlup ve bütün kuzey Moğolistan’dan Çin memurlarını tardettikten sonra Türkler, Moğolistan’da yeni bir Türk devleti kurdular.“ [4]

Tutukluklarda tutsak olarak yaşayan Türkler kimliklerinden vazgeçmiyordu, o halde güç mayanın sağlamlığındandı. Çinlilere karşı Türklerin az sayıda olmalarına rağmen, maya nasıl mayaladığını çoğaltırsa, Türkler de mayalanan güçlü kimlikleri sayesinde, iki kişi ile başlattıkları isyan neticesinde devletlerine kavuştular. 682 yılına tarihlenen Kuruluş, 40 yıl sonra anıtlaşan Tonyukuk Yazıtında ve Orhun Yazıtlarında anlatısına da kavuşmuştur.

Bu güçlü maya Tonyukuk Yolundan ilerleyerek ulaşılan yeni coğrafyalarda daha da özlenecek, iletişim ve ilişkiler ağını son durak Anadolu ile Rumeli’yi de kapsayacak biçimde ilgi ile ilmek ilmek karşılıklı ileterek; birliğini daim kılacaktır.

Kutlug’un İstiklâl hareketinin başına geçip Çogay Kuzı’nda 5.000 kişiye ulaştığı zamana kadarki olaylar Köl Tigin bengü taşının doğu yüzünde, 10. satırın sonlarından başlayarak 11. ve 12. satırlarda anlatılır. 13. satırda “yiti yüz er bolmış” “yedi yüz er olmuşlar” cümlesiyle sona erer. Ancak anıtlarda ilahi ve millî bir anlatım vardı.

Türk milleti yok olmaya doğru giderken Türk Tanrısı ve Türk’ün kutsal yer suyu (vatanı) işe karışmış, “Türk bodun yok bolmazun tiyin, bodun bolçun tiyin” “Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye” İlteriş Kağan (Kutlug) ile İlbilge Katun’u Tanrı tepelerinden tutup yukarı kaldırmış. Kağan ve katunu Tanrı’nın tepelerinden tutup yukarı kaldırmış. Kağan ve katunu Tanrı’nın tepelerinden tutup kaldırması, onları başarıya ulaştırması anlamına geldiği gibi kağan olurken keçe üzerinde havaya kaldırma âdetini de vurgulamaktadır.

Kutlug’un başkaldırdığını işiten Köktürklerden dağda olanlar iniyor, şehirdekiler çıkıp isyana katılıyor, önce yetmiş kişi oluyorlar. Sonra Kutlug doğuya ve batıya ordu yürütüyor, Türkleri derleyip topluyor ve sayıları 700’ü buluyor. 12. satırdaki “tirmiş kubratmış” “derleyip toplamış” sözleri, Çin kaynaklarındaki “kaçan ve dağılanları topladı”, “dağılmış halkı toplayarak” ifadeleriyle bire bir örtüşmektedir. Ancak bengü taşlardaki 17, 70 ve 700 sayıları azlık ve çokluğu belirtmek için kullanılan muhtemelen kutsiyet de ifade eden sembolik sayılardır. 700 kişi artık yeterli bir çoğunluğu ifade eder ve bu, Çin kaynaklarında 5000’den fazla sözleriyle anlatılmıştır. 5.000’i gerçekçi bir sayı olarak kabul edebiliriz. [5]

Tengri yarlıkazu bo türk bodunka yarıklıg yagıg keltürmedim tügünlüg atıg yügürtmedim

Tunyukuk II D4 (54) (MS 720)

Tanrı esirgesin,  bu Türk halkı içinde zırhlı düşmanların akınına imkân vermedim, kuyruğu düğümlü düşman atlarını koşturtmadım.

Tonyukuk’un övünerek ve gururlanarak dile getirdiği bu ifade, halkın hürriyetini ve vatanın İstiklâlini gözetme konusunun ne denli önemli ve öncelikli olduğunu göstermektedir.

Tonyukuk, savaşçı ve kahraman ve bir komutan idi ve tarihe ise Bilge sıfatı ile geçmiştir. Demir Kapı seferi ile 8.yüzyılda başlattığı Bilgelik misyonu 1000’li yıllarda Kutadgu Bilig ile Türkistan’da hayat bulmuş ve Rumeli’ye ilk geçen Türklerden olan Sarı Saltuk ile Avrupa’ya da sıçramıştır. O halde Tonyukuk’un ilk kez kayda geçirdiği Türklük ile hayata geçen fikir birlikteliği ve yaşamı ile ortaya koyduğu Bilgelik; geçmişten gelen ve bizleri yarınlara da taşıyacak olan evrensel değerlerimizdir.

1.Göktürk Devletini yıkan Çinliler, Türkleri, Tutukluk (ing. protectorate) (çince duhu fu) olarak adlandırılan bölgelerde kontrol altında tutmaktaydılar. Yunzhong Tutukluğunda müfettiş olarak görevli olan Tonyukuk, isyan ve İstiklâl hareketine kaçarak katılınca, Tutukluk dönemi sonlanmış ve Türkiye’ye kadar uzayan Avrupa ile Asya yolları Türklere açılmıştır.

Tutukluk dönemini bitiren nedir sorusu sorulduğunda bunun cevabı fikir olarak gözükmektedir.

Kutluk Kağan ve Tonyukuk’un tutkulu bir fikri (İstiklâl), tutukluğu ve Tutukluk bölgelerinde tutsak edilen Türklük dönemini sonlandırmış; Türklerde fikri ideallerin ve tefekkürün önemini ortaya koymuştur.

Sözkonusu Tefekkür ilerleyen yüzyıllarda İslamiyet dairesine girildikten sonra; tasavvur ve teşebbüs şekillerindeki Bilgeliği daha da derinleştirmiştir. 1922’lerdeki Milli İstiklâl Mücadelesinde de tutsaklığa isyan ederek, Göktürk Devletinin İstiklâl misyonunu devam ettirmiştir. Türk Aklının ve Asya Düşüncesinin canlandırılması noktasında Bilge Tonyukuk Yazıtı, bir başlangıç noktasıdır ve ivme gücünü haizdir.

Çizgimiz Tonyukuk’un doğduğu Yun Zhong ile İstanbul ve Roma arasındaki 41.Paralel’dir. Bilge Güç Hattı, Sıfır Taşlarını birbirine bağlamaktadır. 41.enlem aynı zamanda gez-göz-arpacık çizgimizdir; batı-doğu arasındaki gidiş gelişlerimiz, her seferinde bizleri de daha zenginleştirecektir. Çizginin bir ucunda yer alan Çin ve diğer ucunda yeralan Avrupa bağlantıları yeni İpek Yolları ile imkânlarını sunmaktadır.

Yazmaya ilk yazarımız olan Bilge Tonyukuk ile başladık. Düşünce dünyamızda bağlantı kurduğumuz düşünce merkezleri Paris, Londra, Hicaz’a, Semerkant, Buhara’ya kadar gitmiş fakat Buhara’nın ötesine geçememiştir. Düşünce evrenimizi Tonyukuk Yazıtının yeraldığı, Türklüğün en doğu sınırına kadar genişletmeliyiz; karşımıza çıkacak olan Millet kavramıdır ki, en etkili anlatımına Tonyukuk’tan binlerce yıl sonra Mehmed Âkif ‘in satırlarında rastlamaktayız.

41.paralel, Çin’de Yunzhong’da Bilge Tonyukuk ile başlar, Semerkant’dan İmam Maturidi, Yesi’den Ahmet Yesevi ile yoluna devam eder, Balasagun’a uğrar Has Hacip’in Bilgelik kitabını Kutadgu Bilig’i de yanına alıp, İstanbul’a Sıfır Taşı’na Aya Sofya (Kutsal Bilgelik) Camii’ne ulaşır, Kızıl Elma Roma’sında Sıfır Taşı’na varır.  “41 kere Maşallah” Paraleli İslam’ın tüm yönlerini (Kuzey, Güney, Doğu, Batı) kapsayıcıdır 41. Enlem.

​KAYNAKLAR

[1] Taşağıl, Ahmet Gök-Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları ss.100

[2] Tekin, Talat, Tonyukuk Yazıtı, Simurg, İstanbul, 1994

[3] Hirt, Nachworte, p.14-15

[4] Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, ss.259-260, Ankara Türk Tarih Kurumu, 2014. ss.243-247.

[5] Ahmet Ercilasun. Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları. Dergâh Yayınları. 2016

 

GALLERY

0

CHINA

Guangdong, 1998

 

Beijing, September 2018                                    Beijing, December 1987

Beijing, 1997                              Shandong, Eylül 2018

 

SYRIA

 

Damascus, 1987                                              Aleppo, 1988

 

AUSTRALIA

 

IRAQ

 

QATAR

  

 

THAILAND

 

GERMANY

 

Frankfurt, 2018                                       Frankfurt, 2018

Frankfurt, 2018

 

ENGLAND

London, 2018                                         London, 2018

 

London, 2018                                          London, 2018

 

KOSOVO

 

Gjakova, 2014

,

Gjakova, 2014

Prishtine, 2014                         Gjakova, 2014

 

GREECE

 

IRAN

 

Tehran, 2019

 

Tehran, 2019                                           Tehran, 2019

 

ALGERIA – TUNISIA

 

Hattali, Cezayir                                      Tarek Matlouf, Tunus

 

SUDAN

 

Mosaab Abbas                        Mohabbed Abbas

 

CANADA

 

MIDDLE EAST

Arab Publishers

 

EGYPT

     

 

OMAN

 

PAKISTAN

 

INDIA

   

            

 

AFRICA

 

SAUDI ARABIA

 

Günay Özdemir ile Edirne

0

Levent Ağaoğlu –Fatih doğumluyum, evladı Fatihan’ım. İstanbul’da aile tarihini geriye sardığımızda Edirne, Üsküp, Yakova, Kosova. Burada çok önemli bir bilgi verdiniz. Ebu Hanife-Edirne bağlantısını siz düşünmüşsünüz. Çok teşekkür ederim, burada ifade ettiniz. Ebu Hanife ile bağlandırdığınızda konu Mecelle’ye Ahmet Cevdet Paşa’ya geliyor, şimdi biz bir de kavramlar açısından baktığımızda medeniyet, medeni hukuk işte mecelle…

Günay Özdemir – Öncesinde Fatih’in fıkhi anlamda düzenlemeleri de var. Biraz önce hocamın söylediği merkezi devlet sistemi kurarken, bir sistem kuruluşu var ve fıkhi anlamında İslami değerlere göre bir fıkıh sistemi kurmuş.

Levent Ağaoğlu –Sayın Valim, o kavramlar üzerinden gittiniz, son derece katkıda bulundunuz. Bizim Ahmet Cevdet Paşa’nın mecellesi; İstanbul Konstantinopolis, Andrianopolis gibi kavramlar üzerinden gittiğimizde polisler bizde, yani bugün Adrian dediğimiz Adriyatik bunların hepsi bizde, demek ki biz bunları hanefi hukukuyla meshettik. Şimdi sıkıntı nerede, biz bir harita çizelim diyoruz ki Misaki Milli bir de Hanefiliğin haritası var. Ben bugün Hindistan’a gittiğimde Hanefi ile karşılaşıyorum. Pakistan, Bangladeş çok geniş bir coğrafyası var. Mezhebi meşrebi bizimle bir olan insanlar. Burada insanlar Fatih Sultan Mehmet döneminde biz geri düştük diyorlar, ama bence bu konular ordan değil de, Yavuz döneminde ki Mısır fethinden sonra geldi. Bakıyoruz bizim bilgi kaynağımız Doğu’dan geliyordu. Türkistan’dan geliyordu, Horasan, Harakani, Semerkant.

Günay Özdemir – Ahmet Yesevi

Levent Ağaoğlu –Hepsi Horasan’dan geliyorlardı. Daha sonra da Mısır üzerinden gelen melanet –Mısır’ı fethettik ama Mısır’da bizi fethetti– ondan sonra batıdan geldi. Ama Bulgaristan’dan olsun, Rusya’dan olsun 19. Yüzyılda ki Türk düşünürleri bunu tekrar ayağa kaldırdı. Ben bu duyguyu çok önemsiyorum, Yalçın Bey’le de üzerinde çalışıyoruz. Justinianus’un biz şehirlerle alalım artık, evet siz  çok güzel Edirne’yi canlandırdınız o anlamda fikriyat olarak. O zaman İtalya’daki Hanefi hukuku İstanbul’daki Ahmet Cevdet Paşa’nın mecelle hukuku. Bize onun adını Roma Hukuku diye itelemişler, bizden çıkmış nasıl biz Rumu bizden çıkardık.. Ben Rumiyim yani..

Sahibi biziz, bizim bu tekrar bu işi yakalamamız gerekiyor. İstanbul hukukunda da bunun adı Roma Hukuku diye söyledikleri şey İstanbul Hukukudur. İstanbul’da ilk kez Justinianus Türkçesi Kanuni demek olan Justinianus tarafından yazılmıştır. Ondan sonra 1500 yıl sonra da Ahmet Cevdet Paşa tarafından Hanefi hukukuna göre düzenlenmiştir. Bunun tekrar canlanmasını talep ediyorum. İkincisi de benim şahsi aile tarihimle ilgili. Sayın valim, Edirne Ayşekadın semtindeki 114 numaralı o ev, eskiden rahmetli dedem tarafından Üsküp’ten İstanbul’a geldiğinde otel olarak işletilmiş ve bu ev tekrar kütüphaneye çevrilebilirse, Edirne valiliği tarafından kamulaştırılıp…

Günay Özdemir – Kimin o bina?

Levent Ağaoğlu –Bilemiyorum şu an Cemal Funda orada. 1937’de Ayşekadın 114 numara fotoğrafı da var sayın valim bu bir mülkiyet konusu değil, işte biz tarihi yazdığımızda I. Murat –Edirne’nin fatihi I. Murat– benim anne dede soyum, Kosova Meydan Muharebesi’nde Sultan Murat’ın yanında kılıç sallayan bir soy. O açıdan bunun nişanesine çok memnun olurum.

Günay Özdemir – Evet, şimdi biliyorsunuz Edirne’den Darul Hadis olarak yapılan ve hadis anlamında yapılan o dönemin en önemli muhaddislerinin ders verdiği ve hadisinde gerçekten önemsendiği, I. Murat tarafından yapılan bir yerimizde var. Baktığınız zaman biraz hızlı geçtik belki ama Edirne’yi çok daha ayrıntılı anlatmamız gerekirdi. Belki sadece onun üzerinde dursak iyi olurdu. Ben özellikle bu medeniyetin nereden geldiğini, İslam medeniyetiyle bağlantısını kurmak için biraz geriden aldım. Edirne’yi anlattığımız zaman Edirne’deki Darul Hadis, Darul Kura, sağlık, teknoloji yeni tabiriyle o dönemde yapılan inovasyonlar neler? Bunlar üzerinde şu an ciddi çalışmalarımız var. Mesela şu anda Gebze Üniversitesi, Karaca Üniversitesi bunlar üzerinde çalışıyor. Fatih Sultan Mehmet hazretleri Gebze’de vefat ettiği için bunlar sahiplenmişler ve üzerinde çalışıyorlar. Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı inovasyonlar var ve biz şu an hepsiyle beraber böyle bir medeniyetin tüm unsurlarını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. İlber Hocamın bir sözü vardır, ondan da bahsedeyim, İlber hocam der ki; “Osmanlı İmparatorluğu’na 3. Roma İmparatorluğu’dur“ der, belki duymuşsunuzdur. Temel olarak İslami değerler alınmış, diğer bilgi birikimi ve hukuki olarak da o şekillerle beraber böyle bir medeniyet oluşturulmuştur.

Yalçın Koçak – Maalesef üzülerek söylüyorum, arkadaşlarımızda bilsin, Edirne ilk defa fakih bir vali gördü. Fıkıhın ne olduğunu öbür valilere sorsak… Bir de gönül meselesi var bu işe gönül koymak lazım. Bu arkadaşımız gönlünü koyunca taş yerinden oynuyor.

20 Şubat 2017

“BÖLGESEL BİRLİK” ARAYIŞLARI VE TÜRKİYE

0

“Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin ünyon (birlik)  yaptıkları ve asırlarca beraber yaşadıkları, tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz ünyonun (birliğin)  tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerin) çok fevkinde olmasını isteriz.”

Mustafa Kemal Atatürk 27 Şubat 1938

Küreselleşmeye tepki olarak ülkeler bölgeselleşerek bir araya gelmeye çalışırken, Türkiye, bölgesinde oluşan/oluşabilecek olan birliklerin tam merkezinde bir konumdadır. Avrupa-Asya geçiş alanındaki beş bölgenin ana merkezi Türkiye’dir;

  • Balkanlar
  • Kafkasya
  • Ortadoğu/Kuzey Afrika
  • Orta Asya
  • Rusya/Ukrayna

Türkiye, bu bölgelerden göç eden mülteci kökenlilerin nüfusunun 2/3’ünü oluşturduğu, bu bölgelerin kendi içinde birlik olduğu, kaynaştığı içsel bir birliktir. Türkiye’nin kendisi bir birliktir; bu bölgelerin birliğidir. Bu bölgelerin her biri coğrafi olarak da Türkiye’nin içine kadar uzanmaktadır. Balkanlar Trakya’ya,  Kafkasya Doğu Karadeniz’e, Ortadoğu ise Güneydoğu’ya uzanmaktadır.

3 Ekim 2005 Öncesi

Günümüzde cazibe merkezleri ulus devletler değil; bölgesel birleşmelerdir. Dış ekonomik ilişkilerde  1980’li yıllarda Ortadoğu ülkelerine açılan Türkiye, 1990’lı yıllarda Karadeniz ve Hazar havzası ülkeleri ile Balkanlara açılım göstermeye başlamıştır. Sözkonusu beş hayati bölge kısmen, KEİB ve ECO ile kavranmış olup;

  • Birlik teşebbüslerine dahil edilmeyen  Eski Yugoslavya ülkeleri (Slovenya, Bosna, Hırvatistan, Sırbistan, Makedonya), Macaristan ve Ortadoğu/Kuzey Afrika’da Fas, Tunus,  Filistin, Suriye, İsrail ile Serbest Ticaret Anlaşmaları imzalanırken,
  • Cezayir ile STA (Serbest Ticaret Anlaşması) müzakerelerinin başlatılması, Lübnan ve Ürdün ile ise STA müzakerelerinin sonuçlandırılmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir.

Bu bölgelerde Türkiye’nin kurucu inisiyatifiyle harekete geçirilen;

  • Balkanlar, Kafkasya ve Rusya/Ukrayna bölgelerini kapsayan KEİB Karadeniz Ekonomik İşbirliği,
  • Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerini kapsayan ECO-EKİT  Ekonomik İşbirliği Teşkilatı birlikleri, AB tutkusu nedeniyle geri plana atılmıştır.

Avrupa-Amerika Kıtalarındaki Birlik Hareketleri

Avrupa ve Amerika birer  birliktir. ABD kıtası Birleşik Devletler şeklinde kurulurken daha sonra NAFTA (North America Free Trade Agreement) ile bölgesel işbirliği Kanada ve Meksika’ya doğru genişletilmiştir. Avrupa kıtası da  Avrupa Birliği olarak gelişim göstermekte ve genişlemektedir. Kendisine birlik alanları yaratan Batı Dünyası, Doğu’daki devletleri ise parçalama stratejisi (Yugoslavya, Irak) izlerken, parçaları yutmaktadır. Almanya’lar birleşirken Yugoslavya parçalanmış ve parçalar teker teker Birliğe alınmaya başlanmıştır. Slovenya’nın üyeliğinin  ardından Hırvatistan, Makedonya ve Sırbistan-Karadağ ile görüşmeler sürmektedir. 10 yıl önce arka bahçesindeki kanlı parçalanmaya seyirci kalan AB, içten içe coğrafi sınırlarını çizmektedir. Balkanlar’ı AB’ye katmak için anlamlı bir de tarih zikrediliyor: Başlangıcı Saraybosna’da düzenlenen suikast olan 1. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü, yani 2014. İtalya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Massimo D’Alema, Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme süreci bağlamında Balkan ülkelerini  (kastedilen Eski Yugoslavya-Batı Balkan ülkeleridir) Türkiye’nin üyeliğine oranla daha öncelikli bir konumda gördüklerini söylemektedir.

Avrupa-Asya Geçiş Alanındaki (Avrasya) Birlik Hareketleri

Buna karşın, Avrupa-Asya geçiş alanındaki (Avrasya) ve Uzak Asya’daki birlik hareketleri, henüz işlevsel değildir.  Kore ve Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) arasında 17 Mayıs’da imzalanan ve on ülkedeki 548 milyon nüfusu kapsayacak olan Serbest Ticaret Anlaşması bu konuda ilk somut adımı teşkil etmektedir.

ABD tarafından 1990’larda geliştirilen stratejilerle “Büyük Çin” olarak adlandırılan ve Çin, Hong Kong, Tayvan’ı kapsayan stratejik bölge tanımındaki aynı bakış açısıyla, 2000’li yılların  başlarından itibaren bu sefer,  Avrupa-Asya geçiş alanının Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerini kapsayan merkezi “Büyük Ortadoğu” olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Geçiş alanındaki diğer dört bölge ise bu bölgenin civar alanlarıdır. BOP ile Avrupa-Asya geçiş alanı “Büyük Ortadoğu Birliği” anlayışıyla bölge dışı güçler tarafından dizayn edilecektir.

3 Ekim 2005 Sonrası

İngiltere’nin 1973 yılında AT’ye kabul edilmemesi üzerine EFTA’yı (European Free Trade Association) kurması gibi, 1990’ların başında Türkiye de AT’den aldığı yanıtın ardından çok açıkça olmasa da  KEİ projesine yönelmiştir. Böylelikle Türkiye, kendi girişimiyle bir bölgesel bütünleşme hareketi başlatabilmiştir, şimdi de 3 Ekim 2005’de yaratılan belirsizliğin ardından;

  • Batı Balkanlar’da KEİB ile kavranmayan eski Yugoslavya ülkelerinden Makedonya,  Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek ile BFTA (Balkan Free Trade Agreement) birlik oluşumu başlatılmalıdır.
  • Akdeniz’in doğu kanadındaki Suriye, İsrail, Ürdün, Filistin, Mısır, KKTC, ; güneyindeki Fas, Tunus, Cezayir, Kızıldeniz’deki Arap Yarımadası ülkeleri (Suudi Arabistan, körfez ülkeleri)  ile MFTA (Mediterranean Free Trade Agreement) birlik oluşumuna gidilmelidir.
  • Karadeniz havzasında KEİB birlik hareketine yeniden dinamizm kazandırılmalıdır.
  • Hazar  havzasındaki ECO birlik  hareketlerine yeniden dinamizm kazandırılmalıdır.
  • Beş Deniz (Ege, Akdeniz, Basra Körfezi, Hazar, Karadeniz) bölgesinin merkezi konumundaki  Türkiye, inisiyatif alarak, hem komşu hem de akraba olduğu beş bölgede ortak pazarlar, serbest ticaret bölgeleri, gümrük birlikleri, sınır ticaret anlaşmaları, kültürel birliktelikler yoluyla bir “birlik hareketi”nin öncülüğünü üstlenmeli, bu inisiyatifi “Büyük Ülkü” şeklinde tespit etmelidir. Buradaki “büyük” sıfatı, Yunanistan’ın “Megalo İdea”sında olduğu gibi, ülkeye  toprak kazandırma ideali veya ABD’nin BOP “Büyük Ortadoğu Projesi”nde olduğu gibi bölge ülkelerinin açık veya dolaylı işgali değil, bölgedeki ülkelerin “kültür, ekonomi ve siyasette birliği” ülküsü ile ilgilidir. Bu birlik, “Yurtta barış, cihanda barış”ın da güvencesidir.

Atatürk ve Birlik Hareketleri/Hedefleri

0

Eğer bir birlikten söz edilecek ise, Türkiye seçenekleri, komşuları ile birlikte siyaset yoluyla geliştirmelidir. Bu alternatiflerin her biri aslında Büyük Atatürk tarafından öngörülmüştür. Atatürk’ün Avrupa Birliği’ne ilişkin sözlerini bulma gayreti içindeki çevreler bu alternatiflerle ilgili sözleri hakkında ne düşünmektedirler acaba? Atatürk, Avrupa ülkeleri ile birlik olma hususunda tek bir söz söylememiştir; fakat Balkan ülkeleri ile “Balkan Birliği”  ve Ortadoğu ülkeleri ile “Sadabad Paktı” ve Irak, Suriye ile konfederasyon şeklinde birlik kurmaya ilişkin  ve Asya’nın yükselişi ile Avrupa’nın Türklere bakış açısına ilişkin  sözleri hakkında tek kelime dahi edilmemektedir (1).

Atatürk’ün “Kültür ve ekonomi her türlü siyasete istikamet veren bazlardır”  sözü birlik hedeflerini açıkça göstermektedir. Kültür ve ekonomi benzerlikleri/farklılıkları bu birliklerin hangi ülkeler etrafında gerçekleşeceğinin göstergesidir.

Türkiye’nin AB’ne alternatif aramasına gerek yoktur. AB nin bir alternatifi mevcuttur, o da Türkiye’nin kendisidir. AB ülkeleri Batı Roma İmparatorluğu’nun ve Kutsal Roma İmparatorluğu’nun devamıdır; Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Bizans’ın, Osmanlı’nın ise merkezinde İstanbul, Türkiye yeralmaktadır. AB’ne alternatif bulamamanın nedeni, Yunus Emre’nin dizelerinde cevabını bulmaktadır:

İlim ilim bilmektir 
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Evet, bütün yollar Roma’ya çıkar ama hangi Roma’ya diye sormak lazımdır. Çünkü Roma’lar ayrıldıktan sonra bir daha birleşmemiştir. Ve Doğu Roma’nın, yeni Roma’nın merkezinde İstanbul, Türkiye yeralmıştır. Yeni Roma, Latin işgalini (1204-1261), Eski Roma ise, yeni Roma’nın Viyana kapılarına kadar gitmesini hiçbir zaman hazmedememiştir.

Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu döneminde çok daha geniş bir sahada  vücut bulan  siyasi/iktisadi birliği, Avrupalı güçler tarafından gelişen kapitalizm hareketi ile birlikte, 17.yüzyıldan başlayarak 200 yıllık bir süreç içinde parçalanmıştır. Bu siyasi birliği bitiren anlaşmalar; Paris, Londra ve Berlin gibi Avrupa başkentlerinde yazılmıştır.

Aslında, İngiltere tarafından Anadolu’ya saldırtılan Yunanistan’ın başarısız olması nedeniyle yarım kalan bu süreç, AB tarafından tamamlanmak istenmektedir. Eski siyasi birliğin unsurları olan Rumlar, Ermeniler, Araplar, Balkanlılar, Türklere düşman edilerek, karşı siyasi gücün/birliğin yeniden oluşmasının önüne geçilmiştir. Bu birliğin yeniden oluşmaması için birlik havzalarından Balkanlar’da (Rumlar), Ortadoğu’da  (Araplar), Kafkasya’da (Ermeniler) düşmanlık alanları/zihinleri yaratılmıştır.

İngiliz gizli servisleri Balkanlar’da Yunanistan’ın, Anadolu’ya saldırtılmasından, Kafkasya’da Ermeni iddialarına mesnet teşkil etmek üzere bilim adamlarına (Arnold Tonybee) propoganda ürünü kitaplar (Mavi Kitap) yazdırılmasına; Ortadoğu’daki Türk varlığının son bulmasına yönelik olarak,  arkeologların (Lawrence, Gertrude Bell), dilbilimcilerin ve eski Mısır uzmanlarının bu amaçlar için kullanılmasına öncülük etmiştir. Rumlar Anadolu’nun batısına, Ermeniler doğusuna saldırtılırken, İç Anadolu’da sıkışacak olan Türkleri Karadeniz’den denize dökmek hedeflenmiştir.

Ardından, yıkılan siyasi birliğin öndegelen unsurları olan Rumlar ve Ermeniler ile yeniden birlik yaratılmasını önlemek için uyuşmazlık tuzakları  (Kıbrıs, sözde soykırım) yaratılmış, soykırım senaryoları yazılmıştır.

Atatürk tarafından birlik hedefleri açıklıkla verilmesine rağmen neden bu hedefler gözardı edilmektedir?. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü bilhassa komşularımızla ilişkilerimize yöneliktir, komşularımızla sulh içinde olmamıza yöneliktir. Komşularımızla sulh içinde olmamız ise “kültür ve ekonomide” birlik içinde olmaktan, bu birliği oluşturacak siyasetin üretilmesinden geçer.

Türkiye, AB tutkusu nedeniyle inisiyatif alarak öncülük ettiği bütün birlik atılımlarından vazgeçmiş gibidir; nerede KEİB atılımı, Balkan Paktı/Antantı, Sadabad Paktı, ECO?. Bütün bu girişimler AB tutkusuna feda edilmiştir. AB alternatifleri hafife alınırken, Türkiye, aslında kendini hafife almaktadır.

Türkiye’nin Beş Bölge ülkelerinin yaklaşık 1,3 triyon dolarlık ticaret hacminden aldığı pay %3 iken, Gümrük Birliği yaptığı AB ülkelerinin 5,8 trilyon dolarlık  ticaret hacminden aldığı pay %1’dir.  Beş Bölge ülkelerinin  ticaretinden  %5 pay hedeflenmesi durumunda, AB ile ticaret hacmimizin üzerinde bir hacime ulaşılmış olacaktır.

Alt bölgeler açısından konuya yaklaşıldığında en yüksek oran %9,8 ile Kafkasya ülkeleri ile yapılan ticaretten alınan paydır.

Balkan ülkelerinin dış ticaretinden alınan pay sadece %2,6 iken Ortadoğu/Kuzey Afrika ülkelerinin dış ticaretinden alınan pay ise %3,1’dir.  Ticaretsiz değil bölgesel güç; bir güç dahi olunamayacağı aşikardır. Bu oranlar “Balkanlar ve Ortadoğu’nun en büyük….” şeklindeki deyimin içinin nasıl boşaltıldığının ve her iki bölgenin en büyük ekonomisi olan Türkiye’nin bölgede aslında  varolmadığının apaçık bir göstergesidir.

BEŞ BÖLGE İLE TİCARET (milyar dolar)

    GLOBAL TİCARET HACMİ* TÜRKİYE İLE TİCARET HACMİ** PAY (%)

1

BALKANLAR

350

9

2,6

2

KAFKASYA

8,7

0,85

9,8

3

RUSYA/UKRAYNA/BELARUS

276,2

8,6

3,1

4

ORTA ASYA

36,2

1,2

3,3

5

ORTADOĞU/KUZEY AFRİKA

616,1

19,2

3,1

  TOPLAM

1287,2

38,85

3,0

AVRUPA BİRLİĞİ İLE TİCARET (milyar dolar)

    GLOBAL TİCARET HACMİ* TÜRKİYE İLE TİCARET HACMİ** PAY (%)
AVRUPA BİRLİĞİ *

5820,3

58,2

1,0

*

2003

**

2004

Kaynak:  International Trade Statistics 2004, World Trade Organization
Atatürk’ün Vasiyeti: “Bizim kurmak istediğimiz ünyonun (birliğin)  tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerin) çok fevkinde olmasını isteriz”

Atatürk’ün 1938 yılında, vefatından sekiz ay önce, birlik hedefleri konusunda sarfettiği aşağıdaki sözler, eğer vasiyet değilse nedir?

“Balkan ittifakı bizim öteden beri samimiyetle üzerinde durduğumuz bir idealdir. Bu idealin her gün  geniş bir saha üzerinde daha ziyade genişlemesini ve mesaha almasını görmekle bahtiyarım. Bu hususta müttefik Balkan devletlerini sevk ve idare eden zevatın büyük hizmetleri ve muvaffakiyetleri ve ittifaka bağlılıkları şayanı takdirdir. Bugün, bu şekliyle dahi hepimizin memnuniyetini mucip olan Balkan birleşik vaziyetinin, birgün birçok kimselerin hatıralarından bile geçirmedikleri mütekamil şekli alacağına itimadım berkemaldir.

Bu yüksek ideale giderken müttefik devletlerin başında bulunan zevatın himmetlerine, matbuatın dahi büyük hizmetlerinin sebkatetmekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Balkan milletleri matbuatının bu yüksek ideali kendi idealleri telakki etmelerini ve bu idealin tahakkuku için bütün imkanlarla çalışmalarını kendilerinden temenni ederim. Matbuatın şimdiye kadar aynı suretle vazifesinin ifa etmiş olduğunu da tekrar etmeliyim.

Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin ünyon (birlik)  yaptıkları ve asırlarca beraber yaşadıkları, tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz ünyonun (birliğin)  tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerden) çok fevkinde olmasını isteriz.

Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici politika esaslarında kalmaz. Bunun esas temel taşları lazımdır ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi her türlü siyasete istikamet veren bazlardır.

Herhalde beklediğimiz parlak günler, bizlerden dahi uzak değildir. Bizden sonra gelecekler ise tabii o günlerin parlaklığını bahtiyarlıklarla tes’it edeceklerdir.” (Çankaya köşkünde verilen çay ziyafetinde Balkan gazetecilerinin temennileri üzerine söylenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk 27 Şubat 1938)

1 Kasım 1938 tarihinde TBMM nin 5.dönem açılışında Atatürk’ün, Celal Bayar tarafından okunan nutku, yine  bir birlik vasiyetidir.

“Balkan siyaseti, Balkanların bireysel ve ortak çıkarlarının   en açık seçik ifadesi, Balkan uluslarının herbirinin ayrı ayrı kuvvetlenmesi de barış yolundaki dinamik anlayışın eylemli bir örneğidir.
Burada memnunlukla kaydetmek istediğim bir olay Balkan uluslarını birbirine büsbütün yaklaştırmakta kuvvetli etmen olmuştur. Ve yarın için de umutlar vaad eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması Devletleri adına Konsey Başkanı ve Sayın Yunanistan Başbakanı Genaral Metaksas ile Sayın Bulgaristan Başbakanı  Mösyö Köse İvanef arasında imzalanan anlaşmadan söz etmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma yolundaki aralıksız çabalarımızın ve Balkan devletlerinin izleyegeldikleri sağlıklı politikanın hayırlı bir sonucudur. Yine aynı geçekler aynı dinamizm ve aynı yüce amaçlar Sadabat Antlaşması (*) imzacılarının  geçmişin mirası olan boş inançları nasıl bir hamlede yıkarak ilişkilerini yeni ve verimli ilkelere dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.”

O günler, “bahtiyarlıklarla geçmesi gereken parlak günler” nerededir?

Miras sahipleri neredesiniz? Büyük Atatürk’ün vasiyetini ne zaman hayata geçireceğiz?
Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu/Kuzey Afrika’da, Orta Asya’da, Rusya/Ukrayna’da; kısacası merkezinde yeraldığımız “Beş Deniz Bölgesi”nde  “Tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerin) çok fevkinde (üstünde)” olacak olan birlikleri ne zaman kuracak; kurduklarımızı ne zaman uygulayacağız?

(*) Türkiye, Afganistan, İran, Irak arasındaki antlaşma

 ATATÜRK REFERANSLARI
(1)           Balkan Birliği
“Bir Balkan Birliği’ne lüzum vardır. Beni bırakınız, partinin (CHP) lideri olarak Balkanlar’da bir geziye çıkayım. Balkan devlet adamları ile bir konuşayım ve efkarıumumiyeyi (kamuoyunu) hazırlıyayım. Bir Balkan Birliği kurmalıyız. Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyorum. Balkan Birliği kurulabilirse, bir Avrupa Birliğine yol açılır. Batı devletlerinin de ergeç birleşmesine zorunluk doğar. Balkan Birliği ekonomik, kültürel, politik ve askeri bir birlik olmalıdır. Hudut olmayacaktır. Her millet, demokrasi esaslarına göre kendi milli varlığını muhafaza edecektir. Bir tek devlet, bir tek ordu. Her milletin mebuslarından kurulu bir Millet Meclisi. Sıra ile iki veya dört senede bir milletten bir Cumhurbaşkanı seçilir.” (1932 Kaynak:Atatürk Ansiklopedisi, May Yayınları, C.1 S.166-167 )

Suriye ve Irak ile Konfederasyon

“Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan 1914 tarihinden evvel aynı hudut dahilinde bulunduğumuz zamanlarda cümlemizce malumdu…Her halde Suriyeliler her hangi bir devleti ecnebiye ile münasebetinin kendileri için binnetice esaret olacağına kani oldular. Bundan dolayı bize teveccüh ettiler. Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şekil şundan ibaret idi. Dedik ki, artık hududu millimiz dahilinde bulunan menabii insaniyeyi (insan kaynakları) ve menafii umumiyeyi (genel çıkarları) hududumuzun haricinde israf etmek istemeyiz. Fakat ittihat, kuvvet teşkil edeceğinden bütün alemi islamın manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dahilinde müstakil olduğumuz gibi, Suriyeliler de hududu dahilinde ve hakimiyeti milliye esasına göre müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilaf veya ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden biriyle irtibat peyda edebiliriz…. Irak’a gelince: Irak İngilizlerin muamelatı ahalii islamiyeyi fevkalade dilgir etmiş oldu. Biz, kendilerine temas aramadan evvel onlar bizimle temas aradı ve alelitlak eskisi gibi Osmanlı memleketinin cüz’ü olmayı kabul ettiler. Fakat biz onlara karşı Suriyelilere söylediğimiz noktai nazarı söylemekten başka bir şey yapmadık. Ettiğimiz kendi dahilinizde kendi kuvanızla kendi mevcudiyetinizle müstakil bir Devlet olunuz. Biz, her şeyden evvel istiklalimizin teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiç bir mani kalmaz ve Musul havalisinde Bağdat’ta ve sair bir çok yerlerde… bu gün dahi eşkali zahiriyesi ne olursa olsun gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra esbabına tevessül edilirse bunlardan azami istifade etmek mümkündür…” (Mustafa Kemal Atatürk)

Orta Asya

“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur. Komşumuzdur. Müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler yarın avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya kazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar. Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür…İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde birleşmeliyiz, Onların ( Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir….” “Bugün, Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır; fakat, yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez; tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir; bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman, Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde, dili bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır; manevî köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların, yani dış Türklerin bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gerekli.” (Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1933

Asya
“Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakıyorum…Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum..Onların (Şark Milletleri’ nin) yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır.” (Mustafa Kemal Atatürk, 1933)

Avrupa           
“Yüzyıllardan beri düşmanlarımız Avrupa toplulukları arasında  Türklere karşı düşmanlık fikirleri yaymışlardır. Batılıların zihinlerine yerrleşen  bu fikirler özel bir zihniyet oluşturmuştur. Her şeye ve tüm olaylara karşın bu zihniyet hala vardır. Avrupa’da Türk hala her türlügelişmeye düşman, manevi ve fikri yönden gelişmeye ye elverişsiz insane sanılmaktadır… Bizi aşağı olmaya mahkum sayan Avrupa bununla yetinmemiş yıkılışımızı hızlandırmak için ne gerekiyorsa onu yapmıştır. (Mustafa Kemal Atatürk 27 .09.1923) 

Rusya

 ARALOF YOLDAŞ’IN NUTKUNA CEVAP
(3 MART 1922)

              Muhterem Efendiler,

              Dostluğumuzun kuvvetlendirilmesi maksadıyla Aralof Cenaplarının çektikleri ziyafette hazır bulunmaktan                                                                                                hissettiğim sevinç pek büyüktür. Aralof Yoldaş, dostumuz Rus Şuralar Hükümeti’nin kıymetli temsilcisi olmak           münasebetiyle hepimiz tarafından zaten büyük bir hürmet ve muhabbete layıktırlar. Fakat Aralof Yoldaş, pek sevimli ve cana yakın şahsiyetiyle kalplerimizde özel bir mevki dahi kazanmıştır.

Malumu alileridir ki, ekseriya şahısların karşılıklı muhabbetleri bunların mensup oldukları toplumlar arasındaki dostluğun, muhabbetin yükselmesine yardım eder. Aralof Yoldaş’ın bu husustaki yüksek vazifelerinde muvaffak olacaklarına emniyetim vardır.

Efendiler, bugünkü Rus heyetini teşkil eden insanlar bundan beş sene evvel büyük bir inkılap vücuda getirdiler. Bu inkılabın hedefi emperyalizm ve kapitalizm isim ve sıfatı altında toplanmış zalim, zararlı mevcudiyetlere karşı mücadele etmekti. Bütün mazlum insanlık, isimlerini ve sıfatlarını huzurunuzda saydığım, bugün mahiyetleri tamamıyla anlaşılan mevcudiyetlerinden şikayetçi idiler. Kalplerinde bunlara karşı derin ve şiddetli bir nefret hissi, bir kıyam arzusu duyuyorlardı. Fakat efendiler, her işin başlangıcı müşküldür. Bu başlangıcı getirmeye muvaffak olanlar takdire değerdirler. Rus inkılapçıları bu başlangıca girişmekle insanlık arasında mukaddes bir nam bıraktılar. Bu inkılap bütün masum ve mazlum insanların nazarı dikkat ve basiretini açtı. Çünkü onlara zulümden, ihtirastan kurtulmak için Rusya yol göstermişti. Ruslar Çarlık zamanında Rusya sınırları dahilinde esaret zinciri altında inlemekte olan kavimlere doğrudan doğruya arzu ettikleri hürriyeti, hukuku, bağımsızlığı bahşetti. Bu hürriyeti, hukuku, bağımsızlığı riayete değer buldu. Gün geçtikçe Rusların bu samimiyeti gelişmekte olduğunda şüphe yoktur.

Bundan üç sene evvel Türkiya halkı da kıyam ve isyana lüzum ve mecburiyet hissetti. Bu millet dahi mevcudiyetinin, bağımsızlığının istilacılar tarafından tecavüze uğradığını görmüştü.
Şimdi itiraf etmek mecburiyetindeyim ki, bu kıyam ve bu isyan vuku bulduğu dakikada biz, Rusya’da olduğu gibi emperyalizm ve kapitalizmin manasını düşünmemiştik. Yalnız, mevcudiyetimizi tehdit eden kuvvetleri idrak ediyorduk.

Vaziyet geliştikten sonra bizi de tehdit eden kuvvetlerin, Rusya’daki inkılaba sebebiyet veren mevcudiyetler olduğu anlaşıldı.

Hakikaten Türkiya halkının karşısında emperyalistler, kapitalistler… mevcudiyetini, bağımsızlığını imhaya kalkışan istilacılar mevki almışlardı.

Türkiya ile Rusya’nın kıyam hedefi aynı olarak tecelli edince tabiatıyla iki memleket arasında kuvvetli temas ve muhabbet husule geldi. Tabii sebeplerin tesiri altında vücut bulan birleşmelerin sarsılmaz olduğu şüphesizdir. Türkiya-Rusya arasındaki bu samimi birleşmeler ile beraber Asya’nın mühim anasırından bulunan Afganistan, Azerbaycan, Buhara gibi hükümetlerin hemhal ve hemfikir bulunmalarını ehemmiyetle zikretmek isterim.
Doğu’daki dostlarımızla bağlarımız alemi aldatmak ve kendi lehimize neticeler elde etmek gayesine yönelik değildir. Sırf haklarımızı, bağımsızlıklarımızı korumak içindir.

Zaman geçtikte mevcut bağların şekilleneceği ve yükseleceği de şüphesizdir. Efendiler, istilacı, mütecaviz olan devletler de milletlerin mevcudiyetlerini, meşru haklarını tanıyacaklarını ilan etmişlerdi. Hadiseler gösterdi ki, bu ilan ve ifadede katiyen yalancıdırlar.

İstilacı, mütecaviz, saldırgan olan devletler yerküreyi kendilerinin malikanesi kabul etmekte ve insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkum esirler saymaktadırlar. Bunlardaki bu garip zihniyet, garip olduğu kadar da gülünçtür.

Onlar ilan ettikleri insani ve adaletkarane esasları, kabule değer gördükleri için değil, senelerden beri tahakküm zinciri altında tuttukları insanlık kütlesini büsbütün silahlarından tecrit etmek ve daha kolay esaret altında tutmaya devam etmek için bir aldatma vasıtası kabul etmektedirler. Buna diğer bir saik daha vardır: Birbirlerini aldatarak biri diğerinden fazla menfaat koparmak … Hilekarlıkta yekdiğeriyle müsabaka etmektedirler.
Neticede dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birisi Doğu; ki kendi mevcudiyetini, insanlığını, bağımsızlığını idrak etmiştir; bu şuurla el ele vermiştir.

Diğer bir zümre daha var ki, bunlar sırf kendi hırslarım tatmin için çalışmaktadır.

Fakat bunların gayesi insaniyetin, beşeriyetin iyiliğine yönelik olmadığı gibi, bilakis zulüm, baskı olduğu için, onları lanetle yad etmekte kendimizi haklı görürüz.

Efendiler, bu zümre kudret ve kuvvet mevkiinde bulundukça bunların mazlumlara merhamet ve şefkat göstermelerine imkan yoktur. Böyle bir şeye inanmak büyük bir gaflettir. Bu kuvvetleri maddi, manevi silahlarından tecrit edeceğimiz zaman ancak böyle bir hareket beklenebilir.
Bu noktadan bize düşen hareket tarzını ifade edebilmek için Arkadaş Troçki’nin emirnamesi metninden istifade edeceğim.

Troçki, emperyalistlerin teşebbüslerindeki sahte riyayı keşif ve buna karşı alınması lazım tedbirleri emirnamesinde zikretmektedir. Troçki, ordusuna hitaben “Rusya Şuralar Hükümeti’nin vaziyetini, bağımsızlığını temin için yegane çare Kızılorduların şuuri dayanışmasıdır” diyor.

Ben bu cümleye şunları ilave ediyorum: Zararlı ve zehirli beyinlerden meydana gelerek bize musallat olan zümreye karşı yalnız Rusya’da değil, doğuyu batıdan ayıran ve ta kuzeyden güneye kadar uzanan müşterek bir cephe vardır. Bu cephede müdafaalarda bulunabilmek, yekdiğeriyle hemdert olmuş milletlerin hakiki, samimi dayanışması ile mümkün olacaktır. Bu dayanışma bugün aramızda tabii bir surette mevcuttur. Fakat bu dayanışmaya dahil devletlerin başlı başına ayrı ayrı kuvvetli olması, ayrı ayrı bağımsızlık fikriyle mütehassis ve donanmış bulunması lazımdır.

Dolayısıyla hepimiz ayrı ayrı kuvvetler ve idari bağımsızlığımızı temin etmiş bulunmak mecburiyetindeyiz. Batı ancak bu kuvvet karşısında silahını teslime mecbur kalacak ve bu gayri insani muamelelerine, zulüm ve zorbalığına nihayet verecektir. Bunun husule gelmesi çok zamana bağlı değildir. Karşılıkla itimat, samimiyet ve muhabbeti muhafazada devam ettikçe kat olunacak mesafe azalacaktır.

Aralof Yoldaş, kadehindeki suyun safiyetini misal alarak iki millet arasındaki muhabbet ve samimiyetin bunun kadar saf olduğunu beyan etti. Ben de aynı misali başka bir tarzda ifade edeceğim: Bu kadehteki su hidrojen ile oksijenin birleşmesi neticesidir. Dolayısıyla bağımız bu unsurların birliği derecesinde sıkı olmalıdır. Aralof Yoldaş’ın yanında geçirdiğim bu samimi gece, en kıymetli hatıralarım arasına dahil olacaktır. Kendilerine teşekkür ederim. Dostluğumuzun nişanesi olmak üzere elimi arkadaşlarım namına ve sefir kardeşlerimin müsaadesiyle kendilerine takdim ediyorum. (Şiddetli alkışlar)

Ukrayna

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Ukrayna İçtimai Şura Cumhuriyeti’nin Türkiye Olağanüstü Elçisi Firunze Hazretlerinin bağımsızlık tarihimizde başlı başına bir iz bırakacak olan beyanlarını dinlemekle mutlu oldu.

Meclis üyeleri bu ifadeleri büyük bir zevk ve takdirle dinleyerek beyanatın hemen her cümlesini içten alkışladı. Bu olay, bugün enkazı üzerine ulusların yazgılarına doğrudan doğruya egemen olmaları düsturunu yerleştirmekte olduğumuz emperyalist hükümetlerin yönetimi sırasında yalan ve ikiyüzlülükle karışık ve samimiyetten sonsuza kadar uzaklaşmış olarak yapılan yapmacık gösterilere benzemeyen ve iki dost ülkenin karşılıklı derin samimiyetine kanıt oluşturan bir manzara içinde cereyan etmiş,
Meclis’te hazır bulunan tüm üyeleri derin bir biçimde duygulandırmıştır. Ukrayna Cumhuriyeti Hükümetinin bizimle bir barış antlaşması yapmak ve aramızdaki siyasi, iktisadi ve başka ilişkileri tespit ve daha da takviye etmek üzere en önemli ve yetişkin bir siyaset adamı olan, Kızıl Ordunun en değerli ve kahraman komutanlarından, halen Ukrayna orduları Başkomutanı bulunan birini böyle bir zamanda bize göndermesi, özellikle bu kararı Sakarya Muharebesi arifesinde düşmanlarımızın kesin çöküşümüzün yakın olduğunu dünyaya ilan ettikleri bir zamanda bize bildirmesi bugünkü ilişkilerimizde en önemli olan vefa ve samimiyetin en kuvvetli bir kanıtı sayılmış, Millet Meclisi’nce teşekküre değer görülmüştür.

Elçi Hazretlerinin baştan sona değerli beyanları, arasındaki fırsat düşkünü düşmanımız Yunanistan’ın ülkemizin işgal altındaki yerlerinde en vahşi biçimde uyguladığı, nefret verici cinayetleriyle ilgili kısımları bu konudaki derin acılarımızı hafifleten bir teselli yerine geçmiştir. Bağımsızlık mücadelemizde bizim için büyük bir kuvvet kaynağı olan bu değerli tesanüdün yüce amacımıza ulaşabilmemiz için en açık bir destek
olduğunu tekrarlar, bu vesileyle Türkiyelinin tek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinin selam ve sevgilerini arz ederim.

TBMM Başkanı, Başkomutan Mustafa Kemal asd:c. IV-s.
422-423/20.12.1921/Ukrayna Elçisi Firunze’nin Meclis’te okunan beyanı hakkında.

İran

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri geçmişin anlamsız kör döğüşlerini bilir, onu hiçbir biçimde ve nedenle yinelemek istemez.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri özellikle yeni tarihi belgelerle inandığı İranlıların düzenli, disiplinli, güçlü bir devlet olmasını diler.

Bugün İran devletinin başında bulunan Rıza Şah Hazretlerinin bu gerçeği bilenlerin başında bulunduğuna inanıyorum. Ortak sınırlarda görülen olaylar beni Rıza Han hakkında hiçbir zaman kuşkuya düşürecek nitelikte değildir. Zira, Pehlevi Hazretlerinin bu tür sorunların ortak çabalarımızla ortadan kaldırılacağına, bu amaçla güçlerimizi birleştireceğimize içtenlikle inandığını, bu konudaki fikirlerini dostluk eseri olarak söylediğini anımsıyorum.

Bu durumda Tahran’daki göreviniz Türk ve İran dostluğunun, zaten var olan yüksek ve sağlam temelleri üzerine yüce bir akrabalık binası kuracaktır.

İHRACAT VİZYONU: TÜRKİYE MERKEZLİ BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ VE İŞBÖLÜMÜ ÖNERİSİ

0

6 Ağustos 2016 Cumartesi

1. Makalenin son düzeltmeleri yapılırken, İngiltere, halkoylaması neticesinde AB’den çıkmıştır. “Doğu Avrupa’dan Doğu Türkistan’a” Türkiye merkezli İktisadi BİRLİK, yüzyıllık bir fırsat olarak önümüze gelmiş bulunmaktadır.

2. Küresel bir ihracat dinamosu olarak Çin’in güneyindeki Kanton bölgesi, Türkiye merkezli bölgesel işbölümü önerimiz açısından birçok ipuçlarını içerisinde taşımaktadır.

3. Türkiye, bölgesindeki uluslar ile yüzyıllar boyu birlikte yaşamanın getirdiği benzeri bir avantaja sahiptir; yine bir network anlayışı içerisinde, benzeri bir ekonomik dinamizm yaratılması durumunda, ülkemiz de bölgesel/küresel bir çekim merkezi haline gelebilecektir.

4. Türkiye açısından Çin’in güneyindeki Kanton modeli örneği değerlendirildiğinde, İstanbul ve hinterlandında yer alan Trakya bölgesi benzer çağrışımlar yapmaktadır.

5. Türkiye’nin Merkez olduğu 5 saatlik uçuş bölgesindeki 8 alt bölgede toplam 70 ülke (pazar) yer almaktadır. Bu pazarların 41 adedi ile Serbest Ticaret Alanımız oluşmuştur.

6. Sanayi sektörleri ihracatına konu olan ürünlerde çeşitlilik sağlanmalıdır. Bölge ülkelerinin çok geniş bir coğrafyadaki işbirliği imkanlarının, birbirlerine rakip göründükleri birçok üründe de rekabeti çözüm ortaklığına dönüştürme potansiyeli vardır.

7. Türkiye’nin Balkan ülkelerinin dış ticaretinden aldığı pay sadece %1,2’dir. Bu pay, 1352’den beri 650 yıldır bölgede yer alan ve Balkanların en büyük ekonomisi olan Türkiye’nin bölgede aslında var olmadığını göstermektedir.

8. Türkistan pazarları, EKİT, Afrika, İKT, Körfez İB (GCC) ile Gümrük Birliği anlaşması mevcut olmamasına rağmen, pazarlarından (ithalat) aldığımız payın AB pazar payımızdan yüksek olması,  AB ile Gümrük Birliği’nin sorgulanmasını gerekli kılmaktadır. GB, Avrupa lehine Türkiye pazarının işgal aracıdır. 20 yıllık AB-GB süreci, Türkiye’yi, Avrupa’nın açık pazarı haline getirmiştir.

9. İhracatta mevcut durum ölçümü doğru yöntemlerle yapılmalıdır. İhracatı değerlendirirken esas alınacak ölçü (kıstas) söz konusu pazara satılan ürünlerin değer veya miktarı değildir. Ölçü, o pazarın, toplam ithalat değerinden alınan payımızdır; değerinin içindeki bizim yüzdemizdir; payımızdır.  Ölçü satışımız değildir; alıcı ülkenin pazarından aldığımız paydır. 50 milyon nüfuslu G.Kore, söz konusu pazar payı stratejisi ile ihracatını 500 milyar doların üzerine çıkarmıştır. Hyundai, Samsung, LG vb. küresel marka ve şirketler bu modelin neticeleridir.

10. İkitelli OSB’nin vizyoner kurucusu Merhum Turgut Özal’ın  “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” modeli İOSB özelinde yeniden canlandırılarak, “İkitelli Organize’nin Pazarı: Dünya” hedefi ile, global markamız THY’nin uçtuğu 119 ülke pazarları hedef alınmalıdır.

SONUÇ VE ÖNERİLER 

AB ve Balkanlar’da pazar paylarımız düşük değerlerde. Avrupa ve Almanya’ya karşı kaybetmişiz.

  1. Makalenin son düzeltmeleri yapılırken, İngiltere, halkoylaması neticesinde AB’den çıkmıştır.
  2. “Doğu Avrupa’dan Doğu Türkistan’a”, Türkiye merkezli İktisadi BİRLİK, yüzyıllık bir fırsat olarak önümüze gelmiş bulunmaktadır.
  3. Pazarlarımız; artık Doğudadır, Güneydedir. İngiltere’nin “AB’ne Hayır” referandum neticesi bu gerçeği teyit etmiştir. Türkiye merkezli bir yeni BİRLİK oluşumu gündemdedir. Avrupa,  Asya ve Afrika bölgesel pazarlarına hızla açılalım.
  4. AB ile Gümrük Birliği anlaşması uygulamasına rağmen, AB pazarından (ithalat) aldığımız pay, bölgesel pazarlardan aldığımız paylar tablosunun sonlarında yeralmaktadır.
  5. Türkistan pazarları, EKİT, Afrika, İKT, Körfez İB (GCC) ile Gümrük Birliği anlaşması mevcut olmamasına rağmen, pazarlarından (ithalat) aldığımız payın AB pazar payımızdan yüksek olması,  AB ile Gümrük Birliği’nin sorgulanmasını gerekli kılmaktadır. GB, Avrupa lehine Türkiye pazarının işgal aracıdır. 20 yıllık AB-GB süreci, Türkiye’yi, Avrupa’nın açık pazarı haline getirmiştir.
  6. Türkistan pazarlarından aldığımız yüksek pazar payı diğer bölgeler için de kriter teşkil etmelidir.
  7. En düşük pazar payına sahip olduğumuz Hint Alt Kıtası pazarları (SAARC)’ndan Hindistan, dünyanın en yüksek kalkınma hızına sahiptir (%7.5). Hızla bölgeye yönelinmelidir. Bölge pazarlarının ihtiyacı olan sınai ürünlerin tamamı ülkemizde yetkinlikle üretilmektedir.
  8. İhracatta mevcut durum ölçümü doğru yöntemlerle yapılmalıdır. İhracatı değerlendirirken esas alınacak ölçü (kıstas) sözkonusu pazara satılan ürünlerin değer veya miktarı değildir. Ölçü, o pazarın, toplam ithalat değerinden alınan payımızdır; değerinin içindeki bizim yüzdemizdir; payımızdır.  Ölçü satışımız değildir; alıcı ülkenin pazarından aldığımız paydır.
  9. 50 milyon nüfuslu G.Kore, sözkonusu pazar payı stratejisi ile ihracatını 500 milyar doların üzerine çıkarmıştır.
  10. Hyundai, Samsung, LG vb. küresel marka ve şirketler bu modelin neticeleridir.
  11. Türkiye’nin bölgesel pazarlara yönelik işbirliği ve bölgeselleşme stratejisi önerimizin, Türk Sanayi Sektörlerince derinleştirilerek uygulanması halinde TÜRK SANAYİCİLİĞİ’nin önüne yeni FIRSATLAR çıkabilecektir.
  12. Türkiye merkezli SANAYİ, 1.4 milyar nüfuslu bir bölgenin (Avrupa, Avrasya) tam ortasında yer alırken;
  13. Hangi bölge ülkeleri ile yükselen Doğu Asya’daki bölgesel işbirliği örneğine benzer bir işbirliğine gidileceğinin tespiti,
  14. Türkiye içindeki ve bölgedeki işbirliğinin sınai firmalar tarafından uygulanması; temel bir stratejik tercih olacaktır.
  15. Böyle bir uygulama; Türk Sanayiciliği’ne sıçrama niteliğinde bir büyüme yaratarak, sanayi sektörlerindeki mevcut atıl kapasitelerin tam kullanımını sağlayabilir, sanayinin büyümeye devam etmesinin güvencesi olabilir.
  16. Örneğin; Avrupa ve Asya ‘dan birer küresel üretici ülke (İtalya ve Çin), dünya dericilik klasmanında ilk iki sırayı alırken, çift haneli milyar dolar tutarlarında ihracat gerçekleştirmektedirler.
  17. Her iki kıtadan özellikleri bünyesinde taşıyan yükselen Avrasya’nın merkez ülkesi Türkiye’nin Sanayisi ise, içinde bulunduğumuz küresel çağın, iki dinamik süreci olan küreselleşme/ bölgeselleşme-bölgesel işbirliği süreçlerine kendini hızlı bir biçimde uyarlamak suretiyle, benzer ihracat performansını gösterebilecektir.
  18. Bölgesel pazarların toplam ithalatından aldığımız payların düşük seviyeleri, alınacak yolun çok uzun olduğunun açık göstergeleridir.
  19. İkitelli OSB’nin vizyoner kurucusu Merhum Turgut Özal’ın  “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” modeli İOSB özelinde yeniden canlandırılarak, “İkitelli Organize’nin Pazarı: Dünya” hedefi ile, global markamız THY’nin uçtuğu 119 ülke pazarları hedef alınmalıdır.
  20. Merhum Turgut Özal’a Vefa; Misyonumuz ve Vizyonumuzdur.

2015 yılında Türkiye 212 ülkeye ihracat yaparken, bunlardan 61’inde ihracat artışları yaşanmıştır.

  • afrika 13
  • amerika 12
  • asya 12
  • avrupa 10
  • okyanusya 10
  • ortadoğu 4

ihracat artan ülkeler        61

%39 : Afrika ve Asya

Türkiye; yükselen Asya, Afrika ve Ortadoğu’da 29 ülkeye ihracat artırırken ; Fransa bu bölgelerde 63 ülkeye ihracatını arttırmıştır.

Fransa, Kore’yi geçerek, dünyanın 5.büyük ihracatçısı ülke olmuştur.

2015 yılında Fransa 221 ülkeye ihracat yaparken, bunlardan 99 unda ihracat artışları yaşanmıştır.

  • afrika 32
  • asya 21
  • amerika 19
  • avrupa 11
  • ortadoğu 10
  • okyanusya 6

ihracat artan ülkeler 99

%53 : Afrika ve Asya

Ahad Andican, Türkiye-Türkistan

0

Levent Ağaoğlu – Konuya Türkistan açısından baktığımız ve olayın ekonomik açısından da yaklaştığımızda Türkistan ülkelerinin kalkınması yıllık %8, bu 2014-2015 rakamı. Türkiye’nin %4. Türkistan ülkeleri, Türkiye’yi ikiye katlamış. Kazakistan konumuna baktığımızda da Çin, güneyde ki yine ki Türkistan ülkeleri, yine aşağı güneyinde Hindistan. Bunların hepsi %8 oranında kalkınan ülkeler. Sorum şu; eğer Türkiye’yle Türkistan arasında bir işbirliğinde ticari entegrasyonda nasıl daha önemli adımlar atılabilir?

Ahat Andican – Şimdi sorunun Kazakistan bölümünü başkonsolos dostumuz cevapladı. Türk dünyasıyla ilgili olan soru tabii ağırlıklı olarak Türkiye ve Türk Dünyası ticari ilişkileri üzerineydi. Onun için izin verirseniz ben geçen yıla ait bazı rakamları söyleyeyim ve o rakamların üzerinden de ufacık bir iki yorum yapalım. Burada soruyu cevaplamış olalım. Geçen yıl 2015 rakamlarıdır bunlar. Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri Azerbaycan’da dahil toplam ithalatı iki küsur milyar dolardır bu cumhuriyetlerin toplamından yaptığı ithalat. Türkiye’nin geçen yıl yalnızca Ukrayna’dan yaptığı ithalat üç buçuk milyar dolardır.

Türkiye’nin geçen yıl bu cumhuriyetlerle olan ilişkileri arasında toplam ihracatı yedi küsur milyar dolar civarındadır. Ticari hacmi olarak ihracatı ve ithalatı toplarsanız yaklaşık sekiz buçuk milyar dolarlık ticaret hacmine sahip Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye arasındaki ilişkiler. Geçen yıl Türkiye ile İran arasındaki dış ticaret hacmi dokuz buçuk milyar dolardır. Şimdi demek ki ticarette sorun var. Yani 1991’de ticaret hiç yoktu, oradan bakarsanız hiç olmayan bir şeyden yedi milyar dolara çıkması çok önemli bir şey veya dokuz milyar dolara çıkması çok önemli bir şey ama başka ülkelerle kıyas ettiğiniz zaman düşük, Türk Cumhuriyetlerinin tamamını aldığınızda.

Peki niye böyle, basit; coğrafi uzaklık. Coğrafi uzaklık yani siz söz gelimi Özbekistan’daki pamuğun Türkiye’ye ithal etmek istediğiniz zaman müthiş bir maliyet unsuru biniyor ya da Türkiye’den bir şey götürmek istediğiniz zaman müthiş bir maliyet oluşturabiliyor. İşte şimdi söyleyeyim Kars-Tiflis demiryolunun tamamlanması, Hazar’daki hukuki sorunların çözümlenip Hazar geçişinin hızlandırılması. Bu tip sorunlar çözülmeden karşılıklı ticaretin ciddi bir boyuta çıkarılma şansı yok. Başka bir neden de karşılıklı ticarette kullanılan malların Türkiye’de de, Türk Cumhuriyetlerinde de benzer sektörlerin ürünleri olması tarım vs. Yani Türkiye olarak siz çok gelişmiş yüksek teknolojili, katma değeri yüksek bir şey üretmiyorsunuz.

Üretseniz onu satacaksınız. Başka bir yer yerine Türkiye’den alacak Türk Cumhuriyetleri. Ama böyle bir şey yok.  Üretim benzeşik. İkinci boyut yatırım boyutu. Yatırım meselesi kaynak meselesidir. Türkiye’nin bu cumhuriyetlere kurulduğundan beri bağımsızlığına kavuştuğundan beri toplam yaptığı yatırım miktarı 3,5 milyar dolardır, geçen yıl itibariyle. Hepsini topladığınızda, şimdi düşünün altı tane, beş tane cumhuriyet 3,5 milyar dolar yatırım yapmış. Büyük bir bölümü de Azerbaycan olmak üzere. Çin’in 2006’da hemen hemen 2003-2004’ten itibaren Orta Asya’ya Türk Cumhuriyetlerine yaptığı yatırım, büyük bir bölümü Kazakistan olmak üzere 60 milyar dolar, ne demek istediğim açık mı? Yani sizin ekonomik karşılıklı güdümleri sağlayabilmeniz için ticareti büyütmeniz lazım. Ticaretin koşulları bu. İki, tabii başka faktörlerde var da şimdi girmiyorum oraya, iki yatırımı büyütmeniz lazım. Kaynak, Türkiye’nin kendine kaynağı yok.

Yani düşünün yirmi beş yılda 3,5 milyar dolar yatırmışsın. Kredi açmışsınız 1.8 milyar dolar, taa 1991’de ondan sonra bir daha kredi açmamışsınız. Şimdi neyi bekliyoruz, niye böyle oldu, diye soruyoruz. Üçüncüsü Know-how; stratejik sektörlerde, bu cumhuriyetlerin hepsinin stratejik sektörlerinde enerji dahil, Know-how’a ihtiyaç var. Yani denizden petrol çıkarmayı biliyorsanız, Kazakistan’da işiniz var, Azerbaycan’da işiniz var, Türkmenistan’da işiniz var. Peki Türkiye olarak bunu biliyor musunuz? Hayır. Buhara’da büyük bir rafineri inşaatı, inşaatın kaynağı Marumeri firması Japonya, 600 milyon dolarlık yatırım. Kaynak Marumeri firmasından. Teknik donanım ve alt yapı, Fransız Technip firmasından, Türkiye’de ismini vermeyeceğim,  binaların inşaatını yapıyor.

Kendi ülkenizde yaparken know-how’a ihtiyacınız var. Bugün Azerbaycan’ın Hazardenizi’nde enerji sahalarına  bakın internetten bulabilirsiniz. Bütün petrol çıkarmadan tutun, bütün her şeyi Amerikan, İngiliz uluslarüstü firmalardır. Bizim Türk firması, Türk firması derken Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığından bahsediyorum. Çıkan petrolün ulaştırılmasında sahada ortak ama teknik olarak onu çıkarmıyor. Bu bir örnek. Enerji sahasında bir örnek veriyorum.

Buna benzer birçok alan var. Bu alanlarda siz kendiniz know-how’ı dışardan aldığınız zaman onu diğer ülkelere Türk Cumhuriyetlerine götüremezsiniz, o zaman maliyeti çok yükselir. O zaman know-how’ı nereden alacak, kaynak ülkeden alacak Almanya ise Almanya’dan alacak, Çin’se Çin’den alacak. Ve çok daha önemlisi Çin benzeri Rusya da dahil bir yere, bir şeye Amerika, Almanya hepsi bir yere krediyi verirken orada yapılacak olan yatırımları ve inşaatından son noktasına kadar kendi firmalarına verilmek koşuluyla krediyi veriyor. Türk Cumhuriyeti olarak siz burada seçim hakkına da sahip olamıyorsunuz çoğu stratejik yatırımda. Bütün bunları toparladığınız zaman ortaya çıkan hadisenin cevabı bilmem yeterli oldu mu?