Ana SayfaLiderlikLider’lerAtatürk ve Birlik Hareketleri/Hedefleri

Atatürk ve Birlik Hareketleri/Hedefleri

Eğer bir birlikten söz edilecek ise, Türkiye seçenekleri, komşuları ile birlikte siyaset yoluyla geliştirmelidir. Bu alternatiflerin her biri aslında Büyük Atatürk tarafından öngörülmüştür. Atatürk’ün Avrupa Birliği’ne ilişkin sözlerini bulma gayreti içindeki çevreler bu alternatiflerle ilgili sözleri hakkında ne düşünmektedirler acaba? Atatürk, Avrupa ülkeleri ile birlik olma hususunda tek bir söz söylememiştir; fakat Balkan ülkeleri ile “Balkan Birliği”  ve Ortadoğu ülkeleri ile “Sadabad Paktı” ve Irak, Suriye ile konfederasyon şeklinde birlik kurmaya ilişkin  ve Asya’nın yükselişi ile Avrupa’nın Türklere bakış açısına ilişkin  sözleri hakkında tek kelime dahi edilmemektedir (1).

Atatürk’ün “Kültür ve ekonomi her türlü siyasete istikamet veren bazlardır”  sözü birlik hedeflerini açıkça göstermektedir. Kültür ve ekonomi benzerlikleri/farklılıkları bu birliklerin hangi ülkeler etrafında gerçekleşeceğinin göstergesidir.

Türkiye’nin AB’ne alternatif aramasına gerek yoktur. AB nin bir alternatifi mevcuttur, o da Türkiye’nin kendisidir. AB ülkeleri Batı Roma İmparatorluğu’nun ve Kutsal Roma İmparatorluğu’nun devamıdır; Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Bizans’ın, Osmanlı’nın ise merkezinde İstanbul, Türkiye yeralmaktadır. AB’ne alternatif bulamamanın nedeni, Yunus Emre’nin dizelerinde cevabını bulmaktadır:

İlim ilim bilmektir 
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Evet, bütün yollar Roma’ya çıkar ama hangi Roma’ya diye sormak lazımdır. Çünkü Roma’lar ayrıldıktan sonra bir daha birleşmemiştir. Ve Doğu Roma’nın, yeni Roma’nın merkezinde İstanbul, Türkiye yeralmıştır. Yeni Roma, Latin işgalini (1204-1261), Eski Roma ise, yeni Roma’nın Viyana kapılarına kadar gitmesini hiçbir zaman hazmedememiştir.

Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu döneminde çok daha geniş bir sahada  vücut bulan  siyasi/iktisadi birliği, Avrupalı güçler tarafından gelişen kapitalizm hareketi ile birlikte, 17.yüzyıldan başlayarak 200 yıllık bir süreç içinde parçalanmıştır. Bu siyasi birliği bitiren anlaşmalar; Paris, Londra ve Berlin gibi Avrupa başkentlerinde yazılmıştır.

Aslında, İngiltere tarafından Anadolu’ya saldırtılan Yunanistan’ın başarısız olması nedeniyle yarım kalan bu süreç, AB tarafından tamamlanmak istenmektedir. Eski siyasi birliğin unsurları olan Rumlar, Ermeniler, Araplar, Balkanlılar, Türklere düşman edilerek, karşı siyasi gücün/birliğin yeniden oluşmasının önüne geçilmiştir. Bu birliğin yeniden oluşmaması için birlik havzalarından Balkanlar’da (Rumlar), Ortadoğu’da  (Araplar), Kafkasya’da (Ermeniler) düşmanlık alanları/zihinleri yaratılmıştır.

İngiliz gizli servisleri Balkanlar’da Yunanistan’ın, Anadolu’ya saldırtılmasından, Kafkasya’da Ermeni iddialarına mesnet teşkil etmek üzere bilim adamlarına (Arnold Tonybee) propoganda ürünü kitaplar (Mavi Kitap) yazdırılmasına; Ortadoğu’daki Türk varlığının son bulmasına yönelik olarak,  arkeologların (Lawrence, Gertrude Bell), dilbilimcilerin ve eski Mısır uzmanlarının bu amaçlar için kullanılmasına öncülük etmiştir. Rumlar Anadolu’nun batısına, Ermeniler doğusuna saldırtılırken, İç Anadolu’da sıkışacak olan Türkleri Karadeniz’den denize dökmek hedeflenmiştir.

Ardından, yıkılan siyasi birliğin öndegelen unsurları olan Rumlar ve Ermeniler ile yeniden birlik yaratılmasını önlemek için uyuşmazlık tuzakları  (Kıbrıs, sözde soykırım) yaratılmış, soykırım senaryoları yazılmıştır.

Atatürk tarafından birlik hedefleri açıklıkla verilmesine rağmen neden bu hedefler gözardı edilmektedir?. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü bilhassa komşularımızla ilişkilerimize yöneliktir, komşularımızla sulh içinde olmamıza yöneliktir. Komşularımızla sulh içinde olmamız ise “kültür ve ekonomide” birlik içinde olmaktan, bu birliği oluşturacak siyasetin üretilmesinden geçer.

Türkiye, AB tutkusu nedeniyle inisiyatif alarak öncülük ettiği bütün birlik atılımlarından vazgeçmiş gibidir; nerede KEİB atılımı, Balkan Paktı/Antantı, Sadabad Paktı, ECO?. Bütün bu girişimler AB tutkusuna feda edilmiştir. AB alternatifleri hafife alınırken, Türkiye, aslında kendini hafife almaktadır.

Türkiye’nin Beş Bölge ülkelerinin yaklaşık 1,3 triyon dolarlık ticaret hacminden aldığı pay %3 iken, Gümrük Birliği yaptığı AB ülkelerinin 5,8 trilyon dolarlık  ticaret hacminden aldığı pay %1’dir.  Beş Bölge ülkelerinin  ticaretinden  %5 pay hedeflenmesi durumunda, AB ile ticaret hacmimizin üzerinde bir hacime ulaşılmış olacaktır.

Alt bölgeler açısından konuya yaklaşıldığında en yüksek oran %9,8 ile Kafkasya ülkeleri ile yapılan ticaretten alınan paydır.

Balkan ülkelerinin dış ticaretinden alınan pay sadece %2,6 iken Ortadoğu/Kuzey Afrika ülkelerinin dış ticaretinden alınan pay ise %3,1’dir.  Ticaretsiz değil bölgesel güç; bir güç dahi olunamayacağı aşikardır. Bu oranlar “Balkanlar ve Ortadoğu’nun en büyük….” şeklindeki deyimin içinin nasıl boşaltıldığının ve her iki bölgenin en büyük ekonomisi olan Türkiye’nin bölgede aslında  varolmadığının apaçık bir göstergesidir.

BEŞ BÖLGE İLE TİCARET (milyar dolar)

    GLOBAL TİCARET HACMİ* TÜRKİYE İLE TİCARET HACMİ** PAY (%)

1

BALKANLAR

350

9

2,6

2

KAFKASYA

8,7

0,85

9,8

3

RUSYA/UKRAYNA/BELARUS

276,2

8,6

3,1

4

ORTA ASYA

36,2

1,2

3,3

5

ORTADOĞU/KUZEY AFRİKA

616,1

19,2

3,1

  TOPLAM

1287,2

38,85

3,0

AVRUPA BİRLİĞİ İLE TİCARET (milyar dolar)

    GLOBAL TİCARET HACMİ* TÜRKİYE İLE TİCARET HACMİ** PAY (%)
AVRUPA BİRLİĞİ *

5820,3

58,2

1,0

*

2003

**

2004

Kaynak:  International Trade Statistics 2004, World Trade Organization
Atatürk’ün Vasiyeti: “Bizim kurmak istediğimiz ünyonun (birliğin)  tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerin) çok fevkinde olmasını isteriz”

Atatürk’ün 1938 yılında, vefatından sekiz ay önce, birlik hedefleri konusunda sarfettiği aşağıdaki sözler, eğer vasiyet değilse nedir?

“Balkan ittifakı bizim öteden beri samimiyetle üzerinde durduğumuz bir idealdir. Bu idealin her gün  geniş bir saha üzerinde daha ziyade genişlemesini ve mesaha almasını görmekle bahtiyarım. Bu hususta müttefik Balkan devletlerini sevk ve idare eden zevatın büyük hizmetleri ve muvaffakiyetleri ve ittifaka bağlılıkları şayanı takdirdir. Bugün, bu şekliyle dahi hepimizin memnuniyetini mucip olan Balkan birleşik vaziyetinin, birgün birçok kimselerin hatıralarından bile geçirmedikleri mütekamil şekli alacağına itimadım berkemaldir.

Bu yüksek ideale giderken müttefik devletlerin başında bulunan zevatın himmetlerine, matbuatın dahi büyük hizmetlerinin sebkatetmekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Balkan milletleri matbuatının bu yüksek ideali kendi idealleri telakki etmelerini ve bu idealin tahakkuku için bütün imkanlarla çalışmalarını kendilerinden temenni ederim. Matbuatın şimdiye kadar aynı suretle vazifesinin ifa etmiş olduğunu da tekrar etmeliyim.

Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin ünyon (birlik)  yaptıkları ve asırlarca beraber yaşadıkları, tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz ünyonun (birliğin)  tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerden) çok fevkinde olmasını isteriz.

Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici politika esaslarında kalmaz. Bunun esas temel taşları lazımdır ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi her türlü siyasete istikamet veren bazlardır.

Herhalde beklediğimiz parlak günler, bizlerden dahi uzak değildir. Bizden sonra gelecekler ise tabii o günlerin parlaklığını bahtiyarlıklarla tes’it edeceklerdir.” (Çankaya köşkünde verilen çay ziyafetinde Balkan gazetecilerinin temennileri üzerine söylenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk 27 Şubat 1938)

1 Kasım 1938 tarihinde TBMM nin 5.dönem açılışında Atatürk’ün, Celal Bayar tarafından okunan nutku, yine  bir birlik vasiyetidir.

“Balkan siyaseti, Balkanların bireysel ve ortak çıkarlarının   en açık seçik ifadesi, Balkan uluslarının herbirinin ayrı ayrı kuvvetlenmesi de barış yolundaki dinamik anlayışın eylemli bir örneğidir.
Burada memnunlukla kaydetmek istediğim bir olay Balkan uluslarını birbirine büsbütün yaklaştırmakta kuvvetli etmen olmuştur. Ve yarın için de umutlar vaad eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması Devletleri adına Konsey Başkanı ve Sayın Yunanistan Başbakanı Genaral Metaksas ile Sayın Bulgaristan Başbakanı  Mösyö Köse İvanef arasında imzalanan anlaşmadan söz etmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma yolundaki aralıksız çabalarımızın ve Balkan devletlerinin izleyegeldikleri sağlıklı politikanın hayırlı bir sonucudur. Yine aynı geçekler aynı dinamizm ve aynı yüce amaçlar Sadabat Antlaşması (*) imzacılarının  geçmişin mirası olan boş inançları nasıl bir hamlede yıkarak ilişkilerini yeni ve verimli ilkelere dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.”

O günler, “bahtiyarlıklarla geçmesi gereken parlak günler” nerededir?

Miras sahipleri neredesiniz? Büyük Atatürk’ün vasiyetini ne zaman hayata geçireceğiz?
Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu/Kuzey Afrika’da, Orta Asya’da, Rusya/Ukrayna’da; kısacası merkezinde yeraldığımız “Beş Deniz Bölgesi”nde  “Tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerin) çok fevkinde (üstünde)” olacak olan birlikleri ne zaman kuracak; kurduklarımızı ne zaman uygulayacağız?

(*) Türkiye, Afganistan, İran, Irak arasındaki antlaşma

 ATATÜRK REFERANSLARI
(1)           Balkan Birliği
“Bir Balkan Birliği’ne lüzum vardır. Beni bırakınız, partinin (CHP) lideri olarak Balkanlar’da bir geziye çıkayım. Balkan devlet adamları ile bir konuşayım ve efkarıumumiyeyi (kamuoyunu) hazırlıyayım. Bir Balkan Birliği kurmalıyız. Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyorum. Balkan Birliği kurulabilirse, bir Avrupa Birliğine yol açılır. Batı devletlerinin de ergeç birleşmesine zorunluk doğar. Balkan Birliği ekonomik, kültürel, politik ve askeri bir birlik olmalıdır. Hudut olmayacaktır. Her millet, demokrasi esaslarına göre kendi milli varlığını muhafaza edecektir. Bir tek devlet, bir tek ordu. Her milletin mebuslarından kurulu bir Millet Meclisi. Sıra ile iki veya dört senede bir milletten bir Cumhurbaşkanı seçilir.” (1932 Kaynak:Atatürk Ansiklopedisi, May Yayınları, C.1 S.166-167 )

Suriye ve Irak ile Konfederasyon

“Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan 1914 tarihinden evvel aynı hudut dahilinde bulunduğumuz zamanlarda cümlemizce malumdu…Her halde Suriyeliler her hangi bir devleti ecnebiye ile münasebetinin kendileri için binnetice esaret olacağına kani oldular. Bundan dolayı bize teveccüh ettiler. Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şekil şundan ibaret idi. Dedik ki, artık hududu millimiz dahilinde bulunan menabii insaniyeyi (insan kaynakları) ve menafii umumiyeyi (genel çıkarları) hududumuzun haricinde israf etmek istemeyiz. Fakat ittihat, kuvvet teşkil edeceğinden bütün alemi islamın manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dahilinde müstakil olduğumuz gibi, Suriyeliler de hududu dahilinde ve hakimiyeti milliye esasına göre müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilaf veya ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden biriyle irtibat peyda edebiliriz…. Irak’a gelince: Irak İngilizlerin muamelatı ahalii islamiyeyi fevkalade dilgir etmiş oldu. Biz, kendilerine temas aramadan evvel onlar bizimle temas aradı ve alelitlak eskisi gibi Osmanlı memleketinin cüz’ü olmayı kabul ettiler. Fakat biz onlara karşı Suriyelilere söylediğimiz noktai nazarı söylemekten başka bir şey yapmadık. Ettiğimiz kendi dahilinizde kendi kuvanızla kendi mevcudiyetinizle müstakil bir Devlet olunuz. Biz, her şeyden evvel istiklalimizin teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiç bir mani kalmaz ve Musul havalisinde Bağdat’ta ve sair bir çok yerlerde… bu gün dahi eşkali zahiriyesi ne olursa olsun gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra esbabına tevessül edilirse bunlardan azami istifade etmek mümkündür…” (Mustafa Kemal Atatürk)

Orta Asya

“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur. Komşumuzdur. Müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler yarın avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya kazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar. Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür…İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde birleşmeliyiz, Onların ( Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir….” “Bugün, Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır; fakat, yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez; tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir; bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman, Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde, dili bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır; manevî köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların, yani dış Türklerin bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gerekli.” (Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1933

Asya
“Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakıyorum…Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum..Onların (Şark Milletleri’ nin) yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır.” (Mustafa Kemal Atatürk, 1933)

Avrupa           
“Yüzyıllardan beri düşmanlarımız Avrupa toplulukları arasında  Türklere karşı düşmanlık fikirleri yaymışlardır. Batılıların zihinlerine yerrleşen  bu fikirler özel bir zihniyet oluşturmuştur. Her şeye ve tüm olaylara karşın bu zihniyet hala vardır. Avrupa’da Türk hala her türlügelişmeye düşman, manevi ve fikri yönden gelişmeye ye elverişsiz insane sanılmaktadır… Bizi aşağı olmaya mahkum sayan Avrupa bununla yetinmemiş yıkılışımızı hızlandırmak için ne gerekiyorsa onu yapmıştır. (Mustafa Kemal Atatürk 27 .09.1923) 

Rusya

 ARALOF YOLDAŞ’IN NUTKUNA CEVAP
(3 MART 1922)

              Muhterem Efendiler,

              Dostluğumuzun kuvvetlendirilmesi maksadıyla Aralof Cenaplarının çektikleri ziyafette hazır bulunmaktan                                                                                                hissettiğim sevinç pek büyüktür. Aralof Yoldaş, dostumuz Rus Şuralar Hükümeti’nin kıymetli temsilcisi olmak           münasebetiyle hepimiz tarafından zaten büyük bir hürmet ve muhabbete layıktırlar. Fakat Aralof Yoldaş, pek sevimli ve cana yakın şahsiyetiyle kalplerimizde özel bir mevki dahi kazanmıştır.

Malumu alileridir ki, ekseriya şahısların karşılıklı muhabbetleri bunların mensup oldukları toplumlar arasındaki dostluğun, muhabbetin yükselmesine yardım eder. Aralof Yoldaş’ın bu husustaki yüksek vazifelerinde muvaffak olacaklarına emniyetim vardır.

Efendiler, bugünkü Rus heyetini teşkil eden insanlar bundan beş sene evvel büyük bir inkılap vücuda getirdiler. Bu inkılabın hedefi emperyalizm ve kapitalizm isim ve sıfatı altında toplanmış zalim, zararlı mevcudiyetlere karşı mücadele etmekti. Bütün mazlum insanlık, isimlerini ve sıfatlarını huzurunuzda saydığım, bugün mahiyetleri tamamıyla anlaşılan mevcudiyetlerinden şikayetçi idiler. Kalplerinde bunlara karşı derin ve şiddetli bir nefret hissi, bir kıyam arzusu duyuyorlardı. Fakat efendiler, her işin başlangıcı müşküldür. Bu başlangıcı getirmeye muvaffak olanlar takdire değerdirler. Rus inkılapçıları bu başlangıca girişmekle insanlık arasında mukaddes bir nam bıraktılar. Bu inkılap bütün masum ve mazlum insanların nazarı dikkat ve basiretini açtı. Çünkü onlara zulümden, ihtirastan kurtulmak için Rusya yol göstermişti. Ruslar Çarlık zamanında Rusya sınırları dahilinde esaret zinciri altında inlemekte olan kavimlere doğrudan doğruya arzu ettikleri hürriyeti, hukuku, bağımsızlığı bahşetti. Bu hürriyeti, hukuku, bağımsızlığı riayete değer buldu. Gün geçtikçe Rusların bu samimiyeti gelişmekte olduğunda şüphe yoktur.

Bundan üç sene evvel Türkiya halkı da kıyam ve isyana lüzum ve mecburiyet hissetti. Bu millet dahi mevcudiyetinin, bağımsızlığının istilacılar tarafından tecavüze uğradığını görmüştü.
Şimdi itiraf etmek mecburiyetindeyim ki, bu kıyam ve bu isyan vuku bulduğu dakikada biz, Rusya’da olduğu gibi emperyalizm ve kapitalizmin manasını düşünmemiştik. Yalnız, mevcudiyetimizi tehdit eden kuvvetleri idrak ediyorduk.

Vaziyet geliştikten sonra bizi de tehdit eden kuvvetlerin, Rusya’daki inkılaba sebebiyet veren mevcudiyetler olduğu anlaşıldı.

Hakikaten Türkiya halkının karşısında emperyalistler, kapitalistler… mevcudiyetini, bağımsızlığını imhaya kalkışan istilacılar mevki almışlardı.

Türkiya ile Rusya’nın kıyam hedefi aynı olarak tecelli edince tabiatıyla iki memleket arasında kuvvetli temas ve muhabbet husule geldi. Tabii sebeplerin tesiri altında vücut bulan birleşmelerin sarsılmaz olduğu şüphesizdir. Türkiya-Rusya arasındaki bu samimi birleşmeler ile beraber Asya’nın mühim anasırından bulunan Afganistan, Azerbaycan, Buhara gibi hükümetlerin hemhal ve hemfikir bulunmalarını ehemmiyetle zikretmek isterim.
Doğu’daki dostlarımızla bağlarımız alemi aldatmak ve kendi lehimize neticeler elde etmek gayesine yönelik değildir. Sırf haklarımızı, bağımsızlıklarımızı korumak içindir.

Zaman geçtikte mevcut bağların şekilleneceği ve yükseleceği de şüphesizdir. Efendiler, istilacı, mütecaviz olan devletler de milletlerin mevcudiyetlerini, meşru haklarını tanıyacaklarını ilan etmişlerdi. Hadiseler gösterdi ki, bu ilan ve ifadede katiyen yalancıdırlar.

İstilacı, mütecaviz, saldırgan olan devletler yerküreyi kendilerinin malikanesi kabul etmekte ve insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkum esirler saymaktadırlar. Bunlardaki bu garip zihniyet, garip olduğu kadar da gülünçtür.

Onlar ilan ettikleri insani ve adaletkarane esasları, kabule değer gördükleri için değil, senelerden beri tahakküm zinciri altında tuttukları insanlık kütlesini büsbütün silahlarından tecrit etmek ve daha kolay esaret altında tutmaya devam etmek için bir aldatma vasıtası kabul etmektedirler. Buna diğer bir saik daha vardır: Birbirlerini aldatarak biri diğerinden fazla menfaat koparmak … Hilekarlıkta yekdiğeriyle müsabaka etmektedirler.
Neticede dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birisi Doğu; ki kendi mevcudiyetini, insanlığını, bağımsızlığını idrak etmiştir; bu şuurla el ele vermiştir.

Diğer bir zümre daha var ki, bunlar sırf kendi hırslarım tatmin için çalışmaktadır.

Fakat bunların gayesi insaniyetin, beşeriyetin iyiliğine yönelik olmadığı gibi, bilakis zulüm, baskı olduğu için, onları lanetle yad etmekte kendimizi haklı görürüz.

Efendiler, bu zümre kudret ve kuvvet mevkiinde bulundukça bunların mazlumlara merhamet ve şefkat göstermelerine imkan yoktur. Böyle bir şeye inanmak büyük bir gaflettir. Bu kuvvetleri maddi, manevi silahlarından tecrit edeceğimiz zaman ancak böyle bir hareket beklenebilir.
Bu noktadan bize düşen hareket tarzını ifade edebilmek için Arkadaş Troçki’nin emirnamesi metninden istifade edeceğim.

Troçki, emperyalistlerin teşebbüslerindeki sahte riyayı keşif ve buna karşı alınması lazım tedbirleri emirnamesinde zikretmektedir. Troçki, ordusuna hitaben “Rusya Şuralar Hükümeti’nin vaziyetini, bağımsızlığını temin için yegane çare Kızılorduların şuuri dayanışmasıdır” diyor.

Ben bu cümleye şunları ilave ediyorum: Zararlı ve zehirli beyinlerden meydana gelerek bize musallat olan zümreye karşı yalnız Rusya’da değil, doğuyu batıdan ayıran ve ta kuzeyden güneye kadar uzanan müşterek bir cephe vardır. Bu cephede müdafaalarda bulunabilmek, yekdiğeriyle hemdert olmuş milletlerin hakiki, samimi dayanışması ile mümkün olacaktır. Bu dayanışma bugün aramızda tabii bir surette mevcuttur. Fakat bu dayanışmaya dahil devletlerin başlı başına ayrı ayrı kuvvetli olması, ayrı ayrı bağımsızlık fikriyle mütehassis ve donanmış bulunması lazımdır.

Dolayısıyla hepimiz ayrı ayrı kuvvetler ve idari bağımsızlığımızı temin etmiş bulunmak mecburiyetindeyiz. Batı ancak bu kuvvet karşısında silahını teslime mecbur kalacak ve bu gayri insani muamelelerine, zulüm ve zorbalığına nihayet verecektir. Bunun husule gelmesi çok zamana bağlı değildir. Karşılıkla itimat, samimiyet ve muhabbeti muhafazada devam ettikçe kat olunacak mesafe azalacaktır.

Aralof Yoldaş, kadehindeki suyun safiyetini misal alarak iki millet arasındaki muhabbet ve samimiyetin bunun kadar saf olduğunu beyan etti. Ben de aynı misali başka bir tarzda ifade edeceğim: Bu kadehteki su hidrojen ile oksijenin birleşmesi neticesidir. Dolayısıyla bağımız bu unsurların birliği derecesinde sıkı olmalıdır. Aralof Yoldaş’ın yanında geçirdiğim bu samimi gece, en kıymetli hatıralarım arasına dahil olacaktır. Kendilerine teşekkür ederim. Dostluğumuzun nişanesi olmak üzere elimi arkadaşlarım namına ve sefir kardeşlerimin müsaadesiyle kendilerine takdim ediyorum. (Şiddetli alkışlar)

Ukrayna

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Ukrayna İçtimai Şura Cumhuriyeti’nin Türkiye Olağanüstü Elçisi Firunze Hazretlerinin bağımsızlık tarihimizde başlı başına bir iz bırakacak olan beyanlarını dinlemekle mutlu oldu.

Meclis üyeleri bu ifadeleri büyük bir zevk ve takdirle dinleyerek beyanatın hemen her cümlesini içten alkışladı. Bu olay, bugün enkazı üzerine ulusların yazgılarına doğrudan doğruya egemen olmaları düsturunu yerleştirmekte olduğumuz emperyalist hükümetlerin yönetimi sırasında yalan ve ikiyüzlülükle karışık ve samimiyetten sonsuza kadar uzaklaşmış olarak yapılan yapmacık gösterilere benzemeyen ve iki dost ülkenin karşılıklı derin samimiyetine kanıt oluşturan bir manzara içinde cereyan etmiş,
Meclis’te hazır bulunan tüm üyeleri derin bir biçimde duygulandırmıştır. Ukrayna Cumhuriyeti Hükümetinin bizimle bir barış antlaşması yapmak ve aramızdaki siyasi, iktisadi ve başka ilişkileri tespit ve daha da takviye etmek üzere en önemli ve yetişkin bir siyaset adamı olan, Kızıl Ordunun en değerli ve kahraman komutanlarından, halen Ukrayna orduları Başkomutanı bulunan birini böyle bir zamanda bize göndermesi, özellikle bu kararı Sakarya Muharebesi arifesinde düşmanlarımızın kesin çöküşümüzün yakın olduğunu dünyaya ilan ettikleri bir zamanda bize bildirmesi bugünkü ilişkilerimizde en önemli olan vefa ve samimiyetin en kuvvetli bir kanıtı sayılmış, Millet Meclisi’nce teşekküre değer görülmüştür.

Elçi Hazretlerinin baştan sona değerli beyanları, arasındaki fırsat düşkünü düşmanımız Yunanistan’ın ülkemizin işgal altındaki yerlerinde en vahşi biçimde uyguladığı, nefret verici cinayetleriyle ilgili kısımları bu konudaki derin acılarımızı hafifleten bir teselli yerine geçmiştir. Bağımsızlık mücadelemizde bizim için büyük bir kuvvet kaynağı olan bu değerli tesanüdün yüce amacımıza ulaşabilmemiz için en açık bir destek
olduğunu tekrarlar, bu vesileyle Türkiyelinin tek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinin selam ve sevgilerini arz ederim.

TBMM Başkanı, Başkomutan Mustafa Kemal asd:c. IV-s.
422-423/20.12.1921/Ukrayna Elçisi Firunze’nin Meclis’te okunan beyanı hakkında.

İran

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri geçmişin anlamsız kör döğüşlerini bilir, onu hiçbir biçimde ve nedenle yinelemek istemez.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri özellikle yeni tarihi belgelerle inandığı İranlıların düzenli, disiplinli, güçlü bir devlet olmasını diler.

Bugün İran devletinin başında bulunan Rıza Şah Hazretlerinin bu gerçeği bilenlerin başında bulunduğuna inanıyorum. Ortak sınırlarda görülen olaylar beni Rıza Han hakkında hiçbir zaman kuşkuya düşürecek nitelikte değildir. Zira, Pehlevi Hazretlerinin bu tür sorunların ortak çabalarımızla ortadan kaldırılacağına, bu amaçla güçlerimizi birleştireceğimize içtenlikle inandığını, bu konudaki fikirlerini dostluk eseri olarak söylediğini anımsıyorum.

Bu durumda Tahran’daki göreviniz Türk ve İran dostluğunun, zaten var olan yüksek ve sağlam temelleri üzerine yüce bir akrabalık binası kuracaktır.

leventagaoglu
leventagaogluhttps://www.agaoglulevent.com
Düşünür, Araştırmacı Yazar, Şair. 1983 yılından buyana ihracat profesyoneli olarak çalışan Levent Ağaoğlu, 1997-2001 yılları arasında Hong Kong’da yaşadı; yaklaşan Büyük Asya Yüzyılı’nın ayak seslerini duydu hep. İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik” idealinin peşinde koşarak Türk Evi, Düşünce ve İş Ocağı kitap serileri üzerinde çalışıyor; mütefekkir ve müteşebbis gözlem ve birikimlerini yazıya geçiriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz


TWITTER

Son Eklenenler