Türk İnsanı

Türkiye Coğrafyası ve İnsan

3000’li yılların şafağındayız. Şafak aydınlanırken fikirlerin ve bilgilerin de daha değerli olduğu dönemin ilk ışıkları 21.yüzyıl ile birlikte gözükmeye başlamıştır. Düşüncelerin ilk filizlen­diği topraklar olan Türkiye Coğrafyası dünyaya gelen ilk on düşünürden beşinin yaşadığı bereketli coğrafyaların başında gelmektedir. Kıtaların (Avrupa, Asya, Afrika) geçiş noktasın­daki Türkiye yarımadaları (Rumeli, Anadolu) nın havuzunda yeralan gen çeşitlilik ve zenginliğinin neticesi aynı şekilde düşünce zenginliği ve çeşitliliği olmaktadır.

Evrensel Düşünürler Ansiklopedisi konusundaki ilk deneme MÖ 624 doğumlu ilk bilinen filozof Miletli Thales ile başlayan 2650 yıllık birikim ile başlamaktadır. İlk 10 büyük filozof içinde ilk 3, toplam 5 tanesi Türkiye coğrafyasından. Felsefe, Türkiye coğ­rafyasında başlamıştır. İlk 10 düşünürden 5 düşünür Türkiye doğumludur.

  1. Thales, Milet
  2. Anaximander, Milet
  3. Pythagoras, Sisam adası
  4. Laozi
  5. Confucius
  6. Sun Tzu
  7. Heraclitus, Efes
  8. Parmenides
  9. Anaxagoras, Klazomenai, Urla
  10. Protagoras

Kaynak: Xue Xiaoyuan, Dr. The Charisma of 100 Philosophers. 2018. China Pictorial Press.

Türkiye coğrafyası insanlık tarihinde ilk toplu yerleşmelerin (Çatalhöyük), ilk tarımın (Urfa, Diyarbakır), ilk inançların (Karahantepe, Göbeklitepe), ilk düşünürlerin (Milet) başlangıç noktasıdır. İnsana ait ilk sorular burada sorulmuştur. 15.000 yıllık kesintisiz birikim Türkiye coğrafyasındaki insan varlığının da zenginleşmesini sağlamıştır.

İNSAN KAVRAMI Türk İnsanı:

Kişi, Yaşam ve Ölüm. Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. Bilge Kağan Yazıtı. Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş. Kül Tigin (684-731) Yazıtı. Türk İnsanı ile ilgili literatür taraması neticesinde insan kavramından farklı ve daha kapsayıcı nitelikteki kişi kavramının yaşam, ölüm, yaradılış ve ötedünya kavramlarını içerdiği görülmüştür. Ana kavramlar tespit edilmiştir. Eski Türkçede insan anlamında kullanılan kişioğlunun kökü olan Kiş, samur ve sadak anlamında kullanılmıştır. Sibirya bataklık samuru Kişioğlu teriminin ortaya çıkmasında etkili olmuş olabilir. Bataklık samuruna işaret eden kiş ile insan anlamına gelen kişi arasında bağlantı kurmak mümkün gözükmektedir. Samurların yaşadığı su kenarlarındaki sazlık alanla suları bol bir ormanda yaşayan halk arasındaki benzerlikten kiş, kişten de kişi türetilmiş olmalıdır. Böylelikle yaşama alanı insan teriminin kökeni haline getirilmiştir. Göktürkler’de orman ve ırmakların yerleşim yerinin ya da yurdun belirleyici nitelikleri arasında sayılması, bu bağlantıyı güçlendirmektedir. Ayrıca, köken efsanelerinin suyla doğrudan ya da dolaylı ilişkili olması, insanın su kökenli olduğu düşüncesini güçlendirmektedir.

Türklerde insan anlamına gelen kişi tabirinin kökünde su yeralmaktadır. Oysa Batı’da insan tabirinin karşılığı olarak kullanılan human kelimesi latince, HintAvrupa kökenlidir ve toprak ile ilişkilidir. Su akıcı ve değişken iken, toprak sabit ve dingindir. Türkler insan felsefelerini evren tasavvurları çerçevesinde Asya’daki Sibirya bataklıklarındaki yaşantıları esnasında geliştirdiler. Yaşam ve ölümü birlikte içeren Kişi kavramı ile insanı ifadelendirmiş oldular. Kişi kavramı, insan kavramından çok daha evrensel ve kapsayıcı idi. Kavramı ilk olarak Yenisey, Altay, Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kültigin yazıtlarında ve ardından ilk Türkçe kitap olan Kutadgu Bilig’de görmekteyiz. Kişi kavramı o denli evrensel bir kapsayıcılıkta idi ki, Türklerin toplum ve devlet yapılarının, dünya devleti ideallerinin ve öte dünya tasavvurlarının temel taşını teşkil etmişti.

Türk insanının değerleri Büyük Asya ve Küçük Asya coğrafyalarında yoğrulmuştur. Destanlardan ve mezar taşlarından ardından da yazıtlardan başlayarak ilk yazılı Türkçe kitap Kutadgu Bilig’e kadar insan ve değerleri inceden inceye işlenmiştir. 11.yüzyılda Küçük Asya’ya giren Türkler burada onbin yıllık bir yerleşik kültür geleneği ile karşılaştılar. Gelişlerinden iki yüzyıl dahi geçmeden sonra Yunus Emre gibi çağlarüstü bir değeri ortaya çıkardılar. Büyük Asya’daki binlerce yıllık birikim, Maveraünnehir ve Horasan üzerinden Anadolu’ya taşındığında ise, aynı kavramsal çerçeve süreklilik arzetmiştir. Sözkonusu birikimin en yüksek olarak dile getirildiği yer ise Yunus Emre’nin yaşadığı Eskişehir topraklarıdır. Sibirya bataklıklarından Sakarya Nehrine taşınan aynı insanlık anlayışıdır. Kesintisiz bir süreklilik ile Yunus’da dile gelmektedir. Küçük Asya coğrafyasındaki 10 bin yıllık yerleşimin getirdiği yegâne kültür birikimi ve insan çeşitliliği, Türklerin yarımadaya gelişleri ile birlikte evrensel bir senteze kavuşmuştur. Kişilik kavramı, henüz varolmayan İnsanlık ve halen tasarım aşamasında olan Trans Hümanizmden çok daha hakikidir. İnsan çiplenerek yokolma sürecinde iken kişilik kalıcıdır, özdür.

 

GÖÇEBELİK Kavramı

Sevgili dostum,

Geçenlerde “Büyük Türkiye” üzerine düşüncelerimi ifade etmiştim. Bugün de “Göçebelik” kavramı üzerinde duracağım.

Türkler başlangıçtan beri göçebelerdir. Günümüzde Türkler problemlerin kaynağı olarak göçebelik kavramını göstermektedir. Bu genel bir algıdır. Bize bakan öteki, yani batı bizleri göçebelikle aşağılamaktadır. Gerçekten öyle midir, yoksa tam tersi midir? İşin gerçeği nedir diye, başka açıdan bakalım. Türkleri ilk göçebe olarak tanımlayan Çinlilerdi. Çinliler yerleşik bir toplumdu. Büyük Çin Seddi’nin içindeki bölgelerde tarımla uğraşıyorlardı. Seddin dışında olan Türkler ise sürekli göçüyorlardı. Göçmelerinin sebebi bulundukları coğrafyaydı. Bulundukları coğrafya bozkır coğrafyasıydı. Yaşayabilmeleri için sürekli göçmeleri gerekiyordu. Göçebenin bulunduğu bozkır, susuzdur, çoraktır. Ama göçebenin ruh dünyası, hayal dünyası son derece gelişkindir. Göçebe gece yattığında göğe bakar ve yıldızlar ona bir hayal dünyasını yansıtır. Biz Türklere baktığımız zaman bu hayal dünyasının genişliğini görmekteyiz.

Bugün Çin Devletinin adı kendilerin taktığı isim olan “Zhong Hou” merkez ülkedir. Çevrede yaşayan Türkler ise Çinlilerden uzaklaşarak, göç ederek, bir hayal olan dünyanın en merkez coğrafyasında Devlet-i Aliyye’lerini, Osmanlı Devletini kurmuşlardır. Türklerin bulunduğu İç Asya, Orta Asya coğrafyası ile Akdeniz coğrafyası birbirine çok benzeyen özelliktedir. Akdeniz kıyısında da göçebeler vardı, bunlar eski grekler yani yunanlılar, ibraniler, yahudi  museviler, bunlar göçebe topluluklar. Bütün bulundukları coğrafyadan çıkarak, Akdeniz kıyılarında kolonilerini kurmuşlardır. Buna Karadeniz de dahildir. Bugün ibraniler ve eski Yunanlılar Akdeniz ve Karadeniz kıyılarını kolonileştirmişlerdi. İstanbul da böyledir, Yunanlıların bir kolonisi olarak kurulmuştur.

Türkler ise bulundukları İç Asya, bize Orta Asya dayatılıyor onu kullanıyoruz, aslında Büyük Asya’nın İç Asya’sıdır. İç Asya’yı da bir Akdeniz gibi düşünün ve bunun civarındaki vaha şehirlerinde özellikle Doğu Türkistan’da ki Semerkant ve Buhara gibi vaha şehirlerinde aynı tarz bir yapılanmayı kurmuşlardır. Burada göçebe Türkler, Türkistan’ı bilimsel olarak sabittir, dünyanın merkezi yapmışlardır. Bunu nasıl yapmışlardır? Bu bir hayaldir. Bu sefer tersten bakıp, yerleşik bir topluluğa bakalım. Göçebe olmayan topluluklar kimlerdir? Ermeniler ve Kürtler.

Her iki topluluk ta göçebe olmamayı tercih etmişlerdir. Bulundukları coğrafyalardan çıkmamışlardır ve kendilerinin bir devletleri olmamıştır. Bugün mevcut olan Ermenistan yapay bir devlettir. Azerbaycan toprakları üzerinde kurulmuştur. Bir devlet olmakla hiç ilgisi yoktur. Demek göçebe olmak, göçmek size bambaşka dünyaların kapısını açan bir olgudur. Atlı göçebeler vardı, Sümerler, Hititler, İskitler. Bunların kurdukları kültür ve medeniyetin boyutları son derece geniştir. Bizim konulara farklı açılardan yaklaşmamız gerekmektedir. Bu konuşmamızda bahsettiğimiz Grekler, Kürtler, Ermeniler, Türkler, İbraniler, Çinlilere değindik. Bunların arasındaki farklar son derece önemlidir ve göçebelik Türklere en zengin ve gezgin bir dil armağan etmiştir. Türklerin en büyük gücüde dilleridir. Biz yerli ve göçebe arasında ki ayrımı Çinli savaş sanatı yazarı ve general Sun Tzu ile Türk komutanı, başbakanı Tonyukuk’un değerlendirmelerinde de görüyoruz. Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabında 962 kez düşman tabiri geçmektedir. Bu Hun Türkü’dür yani bizleriz. Tonyukuk’da sürekli bahsedilen isi göçebe olmanın erdemleridir.

Sevgi, sağlık ve selamlarımla.

Sevgili dostum,

Az önce sizlere ilettiğim göçebelikle ilgili konuşmamda eksik olan 2 nokta var, onları da ileteyim. Birincisi, bu Akdeniz’de ki göçebeler arasında yine İbraniler gibi Sami ırkından olan Arapları da ilave etmek lazım. Göçebeliğin verdiği hayal gücü ve dinamizmle Türkler nasıl gökte, bozkır sessizliği ve sadeliğinde bozkırda seraplar görüyorsa, araplar da çölde aynı serapları görüyorlardı. O seraplar onları Akdeniz’in İspanya’sından, Asya’nın içlerine ve ötelerine Endonezya’ya, Malezya’ya kadar yerleştirmiştir. Bu çok önemli. İkincisi de hayal derken, hayal sanırım Türkçe bir kavram değil, ithal bir kavram. Düş kavramı, kişi düş görmeden bir hiçtir ve düşler doğru mudur, yalan mıdır bilinmez. Düşten hem rüya hem düşünce çıkar. Düşmek fiili  de aynı köktür, insanın zihnine düşer. İnsanın zihnine ne şekilde düşer, bunlar önemli sorulardır. Düşmek fiilinden düşünce gelişir o zaman Türklerde zihin ve düşünce son derece gelişkindir.  Çünkü düş vardır, düş olunca düşünce vardır. Geçelim bize, algı operasyonlarının neticesinde ezberletilmiş bir takım yanlışları, konuların doğrusuyla açıklamak için bunlar önemli sorulardı.

Selam ve Sevgiyle

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
leventagaoglu
leventagaogluhttps://www.agaoglulevent.com
Düşünür, Araştırmacı Yazar, Şair. 1983 yılından buyana ihracat profesyoneli olarak çalışan Levent Ağaoğlu, 1997-2001 yılları arasında Hong Kong’da yaşadı; yaklaşan Büyük Asya Yüzyılı’nın ayak seslerini duydu hep. İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik” idealinin peşinde koşarak Türk Evi, Düşünce ve İş Ocağı kitap serileri üzerinde çalışıyor; mütefekkir ve müteşebbis gözlem ve birikimlerini yazıya geçiriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz


TWITTER

Son Eklenenler