Mahatma Gandi

“Hindistan bir anadır. Onun iki çocuğu vardır. Bunların biri Hintliler diğeri ise Müslümanlardır.” Mahatma Gandhi

“Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz’in yanında zannediyordum.” 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra söylenmiştir.” Mahatma Gandhi

Türk düşünürlerinin Harezmî ve Biruni’den başlayarak özenle incelediği Hind Dünyası yenilenen içerikleri ile yeniden değerlendirmemizi beklemektedir. İlk yazılı belgelerimiz olan Bugut Yazıtı’ndan (581), Bilge’lerin Yazıtlarından (Bilge Tonyukuk, Bilge Kağan) itibaren Türk Düşünce Mirası ile etkileşim içindeki Hind Düşünce Mirası’nın Buda, Brahmagupta, Veda’lardan Gandhi’ye uzanan gücünü birlikte ve özgüvenle yepyeni ufuklara ulaştırmalıyız.

7.yüzyılda Hindistan’dan sıfır kavramını alarak ilk kez matematik işlemlere uygulayan Türk bilim insanı Harezmî’nin ardından bu kez de 20.yüzyıl ortalarında Hind Lider Mahatma Gandhi (1869-1948), Mustafa Kemal’i kendisine kahraman edinerek Hindistan’ı bağımsızlığa götürmüştü.

Türkler ve Hindliler tüm zamanlar boyunca birbirlerinin vizyonerleri olmuşlardır.  “Mustafa Kemal kendi vizyonu ile Asya’yı fethetmişti. Hindistan’ı bağımsızlığa götüren Gandhi‘nin kahramanı Mustafa Kemal idi.” (Halil İnalcık. Halil İnalcık’ın Merceğinden Tarih Bilinci, Profil Kitap, 2018. syf 70.)

Anadolu Yarımadası ve Hindistan Ana (Mother India) dünyanın yegâne merhamet kıtalarıdır. Bu düşüncelerden alacağımız inanılmaz dersler ve ulaşacağımız hedefler, neticeler olacaktır.  Devlet Ana (Türkiye) ve Hindistan Ana (Mother India)’nın atalardan, analardan kalan kardeşlik dolu mirası;

  • Büyük Asya (İpek Yolu, Türkistan, Orhun, Maveraünnehir, Horasan, Mezopotamya, Rumeli),
  • Hind’i, Hindiçin’i
  • Küçük Asya (Anadolu),
  • Afrika

Havzalarında, Beş Deniz ve Hint Okyanusu yollarında, Pencap boylarında Türkçe, Sanskritçe, Urduca’da dillenmiş, destanlara dönüşmüş gerçekliklerin düşünce miraslarından beslenerek, Afrasya Binyılı’nın düşünsel merkezi konumuna yükselmektedir.

Hâsılı; Hint kumaşı bulunmaz değildir, arayan bulacaktır, Hint fakir de değildir, inanılmaz zenginlikleri barındırmaktadır. Harezmî, Bîrûnî ve Seydi Ali Reis’den bu yana atalarımızın yaptığı gibi Hint kıtasında seyrüsefer ve seyyah edelim.

Osmanlı, 16. Yüzyıl’da Hint Okyanusu’nda Portekiz ile girdiği deniz savaşlarında üs olarak Aden Körfezi’ndeki Zeyla Limanı’nı kullandı. Bu savaş Osmanlı gemilerinin okyanusa uygun olmaması nedeniyle kaybedildi.

1919 yılında Mustafa Kemal Türkiye’de ve Mahatma Gandi Hindistan’da bağımsızlık hareketlerine başladılar. Hindistan’ın bizlere karışık ve karanlık gelen vaziyeti arasında Mahatma Gandi’nin ismi 1919’dan itibaren yavaş yavaş yükselmeye başladı: Teşkilatlanma açısından konuyu değerlendirdiğimizde ilk olarak 1919 yılı gözümüze çarpmaktadır. Her iki ülke de 1919 yılından başlayarak liderlerinin öncülüğünde özgürleşme ve bağımsız hareketlerini başlatmışlar ve birbirlerine sonsuz destek vermişlerdi. Bu temel üzerinde yükselen teşkilatlanma deneyimi bu ülkelerin ekonomik işbirlikleri konusunda da siyasi işbirlikleri konusunda da önüne yeni ufuklar açmaktadır.

Hindistan’ın bağımsızlığına giden süreçlerin diğerlerinden bir farkı olduğunu düşünüyorum. Mahatma Gandi, sistem karşıtı hareketlerin çelişkisini görmüştü. Bu sebeple, mücâdelesine “sistem karşıtı” bir mücâdele olarak bakmıyordu. Hattâ kendisine “Mücâdelenizi nasıl târif edersiniz?” diye soran bir gazeteciye “Hindistan’ı inşâ etmekle meşgûl olduğu” cevâbını veriyordu. Gandhi’nin tasarımı tam bir sivil oluşuma karşılık geliyordu.. O kadar ki, uzun bir müddet gözden kaybolmuş, Ashram olarak adlandırılan komünlerde çalışmalar yürütmüştü. Hattâ bu durum İngiliz gazetelerinde, “Gandhi vazgeçti” gibi haberlerin çıkmasına bile sebep olmuştu.

Gandhi’nin yapmaya çalıştığı, “sistem karşıtı” değil “sistem dışı” bir oluşumu başarmakla alâkalıydı. Tuzakların farkındaydı. O, Hindistan’ı hegemonik kodların dışına çıkarmayı esas almıştı. Bir aldatmaca, yanılsama olarak gördüğü “Ulus” ve “Devlet” inşâsı, daha da mühimi “Kalkınma ve Refah“ sarmalının dışında, geleneklerini ayağa kaldırarak Hindistan’ı yeni baştan inşâ etme gayretindeydi. Bu büyük bir idealdi. Gandhi başaramadı. Öldürüldükten sonra sözüm ona en yakın arkadaşı Nehru Hindistan’ı egemen kodlara geri döndürdü.

Gandhi, Hindistan’ın çok kültürlü yapısının en büyük handikap olduğunu biliyordu. Egemen inanç olan Hinduizm, ikinci büyük inanç grubu olan İslâmiyet ile derinden çelişiyordu. Bu sâdece Çok Tanrılılık ile Tek Tanrılılık farkı değildi. Evet, Müslümanların gözünde Hindûlar Câhiliyyenin en uçlarında yaşıyordu. Ama, teolojik farklılık bir yana, daha beter olarak günlük, pratik hayâtta çözümü imkânsız çelişkiler vardı. Vejeteryan Hindûlar ineklere kutsal muamelesi yaparken, Müslümanlar onları âfiyetle(!) yiyiyordu. Bu da yetmez gibi(!) bir de Kurban Bayramları vardı.

Üzerinde pek durulmaz ama, Hindistan sırf bu sebepten, fiilen, yaygın ve banâl bir İslâmiyet düşmanlığına sâhiptir. Bu, meselâ içki üzerinden yaşanan Hristiyan-Yahudi veya Hristiyan-Müslüman husûmetine de benzemez. Çünkü içki Hristiyanların indinde “kutsal” değildir. Ama inekler Hindular için öyle midir? Gandhi bu yerleşik çelişki ve husûmeti gidermek için çok uğraştı. Ashram’larda her gece farklı bir kutsal kitabı okuturdu. Kur’an-Kerim’in okunduğu gecelerden birinde “Yazılanlar ne kadar da doğru… Bu gece iliklerime kadar Müslümanım” diye vecde geldiği rivâyet edilir.

İngilizler çekilirken bu benzinle Hindistan’ı tutuşturmayı ihmâl etmediler. Hindûlar ve Müslümanlar arasında muazzam kanlı bir iç savaş çıkardılar. Gandhi yıkılmıştı. İdeali gözlerinin önünde yok oluyordu. İngilizleri yenmişti. Ama kendi evinde yaşananlar karşısında çâresizdi. Ölüm Orucuna yattı. Bu sâyede yaşananları geçici bir süre durdurabildi. Gandhi’yi bir Hindû fanatik öldürdü. Sebebi de Gandhi’nin Hindûizme ihanet etmesi ve Müslümanları şımartmasıydı.

Pek çok Batılı kaynak, Cinnah’ın İngilizlerin oyununa geldiğini ve ayrılıkçı davranarak Gandhi’ye ihânet ettiğini iddia eder. Ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Bir defâ Gandhi’nin şiddetsiz muhalefetine destek olmuş, Müslüman Ligini kontrol etmişti. Cinnah, Müslüman ve Hindû cemaatleri arasındaki çelişkinin fevkalâde yaman olduğunu ve hiçbir tolerans ölçüsü üzerinden aşılamayacağını görüyor, realist davranıyordu. Tek çâre ayrılmaktı. Bu her iki toplum için de en selâmetli yoldu. Kaynak: Süleyman Seyfi Öğün. Gandhi ve Cinnahın İzinde Olup Bitenler. Yenişafak gazetesi.  7 Mart 2019

  • Hindistan’ın bizlere karışık ve karanlık gelen vaziyeti arasında Mahatma Gandi’nin ismi 1919’dan itibaren yavaş yavaş yükselmeye başladı. Garbın orijinal mevzu avlayan mütefekkir ve sanatkârları hemen üstüne atıldılar. Kimi onu eski bir Hindistan peygamberi, adeta ikinci bir Buda gibi göstermeye çalıştı, kimi onu büyük bir ihtilalci diye anlattı. Günlük gazetelere gelince, onlar adamın kendisinden ziyade keçisinden, çıkrık ve bez tezgâhından, kıyafetinden yahut kıyafetsizliğinden bahsettiler. Bunların hiçbiri Mahatma Gandi’nin hakiki simasını bize gösteremedi…
  • Ta büyük harbin son senelerine doğru onun faaliyetinden bahsedilirken birtakım yeni tabirler kullanılmaya başlanmıştı: Biri non cooperation dı. Bu iştirak etmemek manasına gelir ki bir nevi grev olabilirdi. İkincisi non violence tı. Bu da şiddetsizlik demektir. Gerçi kuvvetli milletlerin iptidasında şiddet göstermeden sırf iktisadi yollarla bir memleketi istila ettikleri görülmemiş bir hadise değildir. Fakat istiklalini isteyen hangi millet onu kan dökmeden, şiddet göstermeden kazanabilmişti? Yahut kazanabilirdi? Bütün bunlar insana Hindistan hakkında vazıh bir fikir vermiyordu. Kaynak: Halide Edip Adıvar. Hindistan Üzerine. 
  • Gandhi’nin ahimsası siyasal yönden olduğu kadar iktisadi yönden de egemenler için tehlikeydi. El tezgahlarında dokunan kumaşlar Britanya’nın Hindistan’a gönderdiği kumaş stoklarını tıkamaya başladı. Adeta Troçki’nin Komintern’de öne sürdüğü; “Çinliler eteklerini bir karış kısaltırlarsa Manchester’daki tekstil sanayii top atar” öngörüşü Hindistan açısından gerçekleşmeye başlamıştı. Ardından tuzladaki olaylar ortaya çıktı. Bütün Hindistan ayanı ve siyasi liderler Britanya polisinden sopa yemek pahasına yasağa uymadılar.  En etkilisi Gandhi’nin şiddete başvurmayan ve şiddet uygulayanı da küçümseyen tavrıydı. Churchill’in tarifiyle “eski çarşaflara bürünerek gezinen adamın” kolay lokma olmadığını bütün dünya gibi Londra da anladı.  Kaynak: İlber Ortaylı Pasif direniş, Batı için yeni ama Şark’ın ananesinde var. Milliyet Gazetesi. 23 Haziran 2013
Önceki İçerik
Sonraki İçerik
leventagaoglu
leventagaogluhttps://www.agaoglulevent.com
Düşünür, Araştırmacı Yazar, Şair. 1983 yılından buyana ihracat profesyoneli olarak çalışan Levent Ağaoğlu, 1997-2001 yılları arasında Hong Kong’da yaşadı; yaklaşan Büyük Asya Yüzyılı’nın ayak seslerini duydu hep. İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik” idealinin peşinde koşarak Türk Evi, Düşünce ve İş Ocağı kitap serileri üzerinde çalışıyor; mütefekkir ve müteşebbis gözlem ve birikimlerini yazıya geçiriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz


TWITTER

Son Eklenenler