Ana SayfaDış DünyaDış DünyaBALKANLARIN ZİRVELERİNDE, PİRİN DAĞLARI’NIN ‘PİRİ’: BANSKO

BALKANLARIN ZİRVELERİNDE, PİRİN DAĞLARI’NIN ‘PİRİ’: BANSKO

BALKANLARIN ZİRVELERİNDE, PİRİN DAĞLARI’NIN ‘PİRİ’: BANSKO

            Nispeten yakın zamanlara kadar Türkiye’de kayak ve dağ-kış turizmi denilince hemen hemen hepimizin aklına Uludağ’dan başka bir yer gelmezdi. İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlere olan yakınlığı ile ülkedeki en eski ve ilk kış turizmi tesislerine ev sahipliği yapması yönünden Uludağ, bu konudaki imgemizin sınırlarını da çiziyordu aynı zamanda. Her ne kadar, günübirlik çıkışlar ile ‘şöyle bir dağ havası alayım’ maksatlı gidişler dışında gerçek anlamda ve konaklamalı kayak tatili Türkiye’nin önemli bir kısmı için uzun yıllar lüks olarak kalmış olsa da, zamanla ülkenin farklı bölgelerinde inşa edilip açılan kış-dağ tesisleri sayesinde bu olanak en azından ve göreli daha geniş kesimler için ulaşılabilir olmaya başladı.
Yurt dışında her hangi bir ülkede kış-kayak tatili yapabilmek ise, gerçek anlamda bir rüyaydı neredeyse ezici çoğunluk açısından. Sadece jet-sosyeteye reva görülen ve yakıştırılan bu lüksün adresi olarak ise yıllar boyu elbette ki Avusturya, Fransa ve İtalyan Alpleri yer etti akıllarda ilk sırada ve öncelikli olarak. Ne var ki, Doğu Bloku’nun çözülmesi süreci sonrası Türkiye’nin batı sınırlarının yanı başında bu açıdan nice saklı cennetin olduğu keşfedilmeye başlandı. Balkan ülkelerine art arda tarifeli otobüs seferleri koymaya girişen seyahat acenteleri ile mantar hızıyla çoğalmaya baş gösteren turizm firmalarının stratejik amaçları uyum gösterince bir anda Romanya ve Bulgaristan’a doğru bir turizm patlaması yaşanmaya başlandı. Bu parsadan tabii ki, kayak-kış ve dağ turizmi de haklı bir pay almaya başlayacaktı..

Balkanlar’da kış turizminin ve kayak merkezlerinin yıldızı parlıyor

2000’li yıllara doğru önce Romanya’nın Karpatları ve neredeyse eş zamanlı olarak Bulgaristan’ın Rodop Dağları’daki Pamporovo ve Riga Dağ sırasındaki Borovets kayak merkezlerinin yıldızlarının parlamasıyla birlikte, ilk defa orta-üst sosyo-ekonomik kesimler de yurt dışına hem de komşu ülkelere kısa süreli kayak ve kış tatillerini geçirmek üzere gitmeye koyuldular. Son 5-10 içerisinde turizm firmaları arasındaki rekabetin iyiden iyiye kızışması sürecine, pasaport ve vize prosedürlerinin de nispeten kolaylaşması eklenince Bulgaristan’da yepyeni bir yerin ismi giderek daha çok duyulmaya ve yaygınlık kazanmaya başladı: Bansko.
Ülkenin tam olarak güney batısında, Yunanistan ve Makedonya sınırlarının kesiştiği bölgeye sırtını veren meşhur Pirin Dağları’nda yer alan tarihi, şirin bir yayla kasabasıdır Bansko. Tarihi ve kuruluş efsaneleri pek çok farklı öyküye dayanan Bansko, Blagoyevgrad eyaleti sınırları içerisinde, 9000 küsur nüfuslu bir kasabadır. Başkent Sofya’ya karayolu ile sadece 2-3 saat mesafede yer alan Bansko kasabası, tarihi Roma Dönemi’nin erken zamanlarına kadar giden arkeolojik buluntu ve kalıntılar ile çevrelenen bir yörede konuşlu olup, İ.S. 9. yüzyılda Bulgar Krallığı’nın egemen olduğu topraklara dâhil olmuştur. Bulgar-Ortodoks diyarında, 19. asrın ikinci yarısında inşa edilen ilk Protestan kilisesine ev sahipliği yapmasıyla da tanınan ünlü kasaba güncel şöhretini ise Balkanların en popüler ve nitelikli dağ-kış ve yayla turizmi tesislerini barındırması sebebiyle kazanmaktadır son yıllarda.

İstanbul’dan Bansko’ya karayolu ile gidiş 

         İster kendi aracınız ile isterseniz de bölgeye turlar götüren herhangi bir turistik acentenin otobüsü ile olsun, Balkanların en yüksek dağlarından Pirin’e yavaş yavaş, adım adım ve güzergâhı da sindire sindire ulaşmanın en güzel yolu tartışmasız karayoludur. İstanbul’dan çıktıktan ve TEM Otoyolu’na girdikten sadece 2-2.5 saat sonra Kapıkule Sınırkapısı’na varılır ilk etapta. Yeşil pasaportunuz olsa bile sınırın iki farklı gümrüğündeki işlemler her halükarda 2 saati buluyor. Bu esnada, uzun yıllar boyunca bakımsız ve virane bir görünüm sergiledikten sonra birkaç yıl önce elden geçirilip büyütülen sınır tesislerinde zaman geçirilebilir rahatlıkla. Geçiş onayı aldıktan sonra Plovdiv yoluna giriyor ve öncelikle Svilengrad’ı geride bırakarak Bulgaristan’ın yemyeşil ve dümdüz ovalarında ilerliyoruz. Filibe’ye ulaştıktan sonra güney batı istikametindeki yan yola girmemizle bizleri önce muhteşem Rhodope Dağları karşılıyor. 2000 metreyi aşan yükseklikleri ile ülkenin en uzun sıradağlarının başında gelen Rhodope’ler arasındaki keskin vadi ve geçitlerde her daim tek şerit olan kalitesiz ve eski-püskü yollarda seyrederken, ülkenin neredeyse üçte ikisinin dağlarla kaplı olduğunu ve yine topraklarının önemli bir kısmının da bakir ve doğal ormanlardan meydana geldiğini öğreniyoruz.
Olağanüstü çeşitli su kaynakları ve zengin kaplıcaları ile meşhur Velingrad şehrine gelmemiz ile birlikte kahvaltı yapacak bir nokta arasak da nafile; elle tutulur bir yer dahi bulamadan Bansko’ya devam ediyoruz. Anayolun hemen yukarısında uzanan yaylayı dolduran otellerin belirmesi ve ileride gökyüzüne doğru dağların heybetinin gözükmesi ile Bansko kasabasına geldiğimizi fark ediyoruz.

Bir dağ ve kış harikası olarak Bansko

Bansko genel olarak ikiye ayrılıyor. Yaz-kış ikamet edilen ve Türkiye’de Kastamonu- Safranbolu ile Ankara-Beypazarı’daki yerel konut tipini çok andıran tarihi kasabası ile onun hemen 1-2 km. yukarısında yer alan oteller ve turistik tesisler bölgesi. Yaz nüfusu on bini ancak bulan bir yerleşim alanı olmasına karşın, yüz binden fazla yatak kapasitesini barındırması ile tek başına Türkiye’deki tüm dağ turizm tesislerinin toplamından dahi büyük. Öncesinde, herhalde en fazla ülke içinde, biraz da belki komşu ülke turistleri için bir cazibe merkezidir diye aklımızdan geçirirken bir ne görelim: Avrupa’nın ve Rusya’nın neredeyse her köşe bucağından sayısız insan Bansko’ya adeta akın akın gelmiş ve burası abartısız Balkanların en büyük kış turizm ve kayak merkezi konumuna yükselmiş. Öte yandan her an ve adım başı da Türkiye’den gelen ziyaretçilere rastlanabiliyor Bansko sokaklarında ve dağda.
Rakımı 950 ile 1450 metreler arasında değişen kasaba ve oteller bölgesinin en yukarısında yer alan tek teleferik ile çıkılıyor pistlerin bulunduğu mevkilere. Tam 2900 metreye yakın en tehlikeli ve zorlu zirve sayılan Todorka’ya kadar 1500 metrelik etabı teleferik + telesiyej iki ara istasyon ile tam tamına bir saatlik bir sürede kat ederken; asırlık çam ormanlarıyla kaplı Pirin dağlarının tepe ve vadilerini izlemek, dahası kuzey yönünde belirlemeye başlayan ve tarihi manastırları ile meşhur Rila Dağları’nın doyumsuz seyrine dalmak dahi tek başına geçer sebep buralara kadar tırmanmak için. 1600-1700 metre rakımdaki büyük vadiye gelindiğinde ise buradan farklı zirvelere değişik telesiyej ve teleski hatları ile çıkılıyor. Sayıları 25-30’u bulan ve toplam uzunlukları 75 km.’ye kadar ulaşan pistlerin birçoğu da uluslar arası kayak literatüründe siyah ve kırmızı renklerle işaretlenen zor ve profesyonel etaplardan oluşuyor. Snowboard’cuların da özel ilgisine masar olan ve bazıları geceleri ışıklandırılan Bansko’nun zorlu kayak pistlerinde köşe bucak sayıları yüzleri bulan suni kar makineleri ile sportif ve kurtarma amaçlı çok sayıda kar motosikletine rastlanabiliyor.

 

 

Tipik kayak merkezlerinden farklı olarak gece gündüz yaşayan bir yer 

            Türkiye’de kayak ve kış turizm merkezi denilince akla genellikle, en yakın yerleşim biriminden bile epeyce uzakta, civardan olabildiğine izole; salt otel, apart ve resortlardan teşekkül bölgeler akla gelir. Halbuki Bansko bu noktada uluslar arası ziyaretçilerini fazlasıyla şaşırtan bir yapıya ve gece-gündüz hareketliliğine sahip. Balkan ve Bulgar mutfağının en zengin menüleri Türkiye’deki alelade bir restorandan daha hesaplı fiyatlarla önünüze gelirken, buna çoğu zaman Çingene ezgilerinin ve bozuk Türkçe’nin de karışıp eklendiği taverna ve meyhane şarkıları ve türküleri eşlik ediyor. Ahşap ve kâgir eski köşk ve konaklardan dönüşme tavernaların otantik ve yerel motiflerle bezeli rengârenk atmosferi, dışarıda lapa lapa kar yağarken ve ortalık bembeyaz kesilmişken, Bansko gecelerinde insanları içeriye doğru çekiyor

Eski kasaba merkezi sizi tarihi bir yolculuğa çıkarıyor

            Oteller bölgesinden aşağıya doğru inildikçe tarihi Bansko da belirmeye başlıyor. Genelde iki katlı, dış cepheleri genellikle taş örmeli, ahşap pencereli ve duvarları beyaz boyalı, ahşap kaplamalı, çıkmalı dik kiremit çatılı eski evlerin sallı sollu sıralandığı sokaklarda yürürken bir yandan da yolların Arnavut kaldırımı ve taş kaplama olduğunu fark ediyorsunuz. Kasabanın merkezinde bizleri art arda iki meydan karşılıyor. Bir tanesinde kocaman da bir kütüphane olduğunu, hayranlıkla karışık bir hayret duygusuyla karşılıyoruz.  18. yüzyılın ünlü Bulgar tarihçisi Payskiy Hilendarski anıtı önünde fotoğraf çektirip esas şaşırma anına gelmiş bulunuyoruz. Nüfusu on bini bile bulmayan bir kasabada sanat evi, etnografya sergisi; İkona, Şehir Tarih, Neofit Rilski ile Neolitik Tarih Müzeleri bulunduğunu öğreniyoruz. Aralarından bizim en çok ilgimizi çeken, devrimci şair Vaptsarov’un evi oluyor.

Dünyaca ünlü şair Nikola Vaptsarov’un müze-evi

Bulgar edebiyatının ve devriminin en önemli simalarından N. Vaptrarov’un doğduğu evin burada karşımıza çıkacağını hiçbirimiz öngöremezdik herhalde. Meydandaki dev gibi anıtının hemen arkasında bulunan 2 katlı müze evine giriyoruz grup halinde. İkinci kata çıkmamızla birlikte ünlü şairin doğduğu ve yetiştiği odaları, annesinin dokuma tezgâhı ile sandukasını, pek çok kişisel eşya ve mobilyayı orijinal haliyle görme olanağı buluyoruz. İleride bir salonda Vaptsarov’un devasa bir soy ağacı resmedilmiş duvara gerçek fotoğraflar eşliğinde. 15 yaşına kadar sürekli Bansko’da yaşayan şairin okuduğu belirli tarihi kitaplar hatta ders kitapları ile kendisinin yegâne şiir kitabı ayrı ayrı cam vitrinlerde sergileniyor. Çaldığı enstrümanı, kıyafetleri, not ve günlükleri, özel portreleri, kendisi için kaleme alınan eserler ve aile albümü sergilenen diğer materyaller arasında. Son olarak müze görevlisi tarafından bir salona alınıyoruz ve burada devrimci şairin en sevdiği şarkıyı dinliyoruz. İşte bir sanatçının dağın başındaki müze evinde hatırasına verilen önemin geldiği son noktadır bu.

OKAY DEPREM

       

leventagaoglu
leventagaogluhttps://www.agaoglulevent.com
Düşünür, Araştırmacı Yazar, Şair. 1983 yılından buyana ihracat profesyoneli olarak çalışan Levent Ağaoğlu, 1997-2001 yılları arasında Hong Kong’da yaşadı; yaklaşan Büyük Asya Yüzyılı’nın ayak seslerini duydu hep. İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik” idealinin peşinde koşarak Türk Evi, Düşünce ve İş Ocağı kitap serileri üzerinde çalışıyor; mütefekkir ve müteşebbis gözlem ve birikimlerini yazıya geçiriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz


TWITTER

Son Eklenenler