Ana SayfaLiderlikLider’lerAtatürk'e göre Atatürk

Atatürk’e göre Atatürk

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci
Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O,
memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın
va savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim
teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal
sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken
Mustafa Kemal odur!
1933(Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yerli Yabancı 80 İmza Atatürk’ü Anlatıyor, s. 183)

Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi,
benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.
1929 (Ayın Tarihi, Sayı : 65, 1929)

Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
(Atatürk’ten B.H., s. 120)

Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı‟*, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve
kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden
sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki
gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi
rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin,
cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir
dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin
gelişimini inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve
başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu
temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî
mirasçılarım olurlar.
(İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13)

Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir.
Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın
bildiğim ve inandıkların arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar
özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir,
verimli neticeleri kalpleri doldurur.
1937 (Atatürk’ten B.H., s. 6, 128)

Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve
felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi,
her nevi şahsî duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten
zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasî hayatımın bütün devir
ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye
dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.
1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 61)

Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu ana kadar güttüğüm gaye, hiçbir
vakit kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, daima
memleketin, milletin ve ordunun adına ve menfaatine olmuştur. Hiçbir zaman
şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.
1914 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, s. 40)

Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir
maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder. Benimle
beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı takip
etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla
ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu
gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar,
hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve
tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine lüzumu
kadar bilgimiz vardır. Mazinin derslerini, bugünün ve geleceğin hayatı için göz
önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz.
Yapacağımız hizmetlerin, iftihar sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.
1925 (Atatürk’ün S.D.V. s. 209)

Çevresindekilere söylediği bir söz :
Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!
(Afetinan, Atatürk’ün B.N.M. s. 37)

Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek
mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin
tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma
büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç
rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi,
bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu
koruyacağım.
1914 (Melda Özverim, M.K. ve C.L., s. 42)

Allah bilir, hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka
vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için her
şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat
lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek
ziyade aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz dimağlardan doğan
fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse dahi- uygulattırır.
1912 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, s. 11)

Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o da, herkesin
sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına
sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!
1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 106)

Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin
olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan
sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal
vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım.
Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve
vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu
görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 236)

Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun
sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman
çekinecek insanlar değiliz.
1925 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. Atatürk’le Beraber, Cilt: I, s. 160)

Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir
kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu
olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak için ayrıldık. Milletin kendi hayatını
kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için çıkardığı sese iştirak etmek,
her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak
olursa umumî şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça
parça olur. Biz, o umumî şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete
ruhumuzla iştirak ettik. İştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de
umumî şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.
1919 (Atatürk’ün S.D.III, s. 6)

Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı
vereceğim.
1937 (Atatürk’ün T.T.B. IV. s. 590)

Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir :
Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle
büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî
şahsiyetinde olmalıdır!
1937 (Rükneddin Fethi Olcaytuğ, Atatürk Hakkında Düşünce ve Tahliller, 1943, s. 44)

Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük
ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım!
Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını
yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin,
namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve
bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu saydığım özelliklere çok
ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için
milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için
mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık,
bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketen menfaatleri gerektirdiği takdirde
insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve
siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim
milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye
kadar amansız düşmanıyım!
1921 (Atatürk’ün S.D.III., s.24)

Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol’un, görüşme sırasında Almanya ile
Çekoslovakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve Atatürk’ten Çekoslovakya
Cumhurbaşkanı Beneş’e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi
dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a söyledikleri:
Majeste Kral‟ın söylediklerini dikkatle dinledim.Benden, bir devlet reisine
kendi ülkesinden bir parçayı Almanlara terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi
istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bir karış
toprağını başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye
nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.
1938 (Nejat Saner, Atatürk ve Sonrası, Cumhuriyet gazetesi, 13. 11. 1970)

Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında
birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak
geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat mermi parçasının şiddetini kırdı.
1928 (Atatürk’ün S.D.III, s. 82)

Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki,
eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir
teşebbüste ön ayak olmuşsam bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve
sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına
varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette
güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar
bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir
umumî hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını
yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten
başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla
övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş
olmak… Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 161)

Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de
emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma
atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz. Ben
milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz fert olmakla bahtiyarım.
Efendiler, millet bütünüyle mânevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde
belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 115)

Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini,
bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi görsem, her
ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruh ve
vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi oluyor!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 7. 2. 1930)

30 Ağustos’ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk milletinin yanımda
bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle
beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif
müşküldür.
1928 (Atatürk’ün S.D.III, s. 83)

Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat
ve destektir. Bütün vazifelerimde manevî, vicdanî olan en büyük endişem,
emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.
1927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 532)

Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir iş olsun,
ben onu göz önüne almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete
menfaati olmalı ve teklifin samimî olarak yapıldığına ben inanmalıyım.
(İbrahim Necmi Dilmen, Çığır Mecmuası, sayı: 74 – 75, 1939, s 11)
Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi olarak
yaşamaktır. Eğer Cenabıhak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim. Bugün
olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde olmakla iftihar
edeceğim.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 129)

Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım
dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim.
Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni
hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş
olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması, milletin ciddî ve samimî olarak
bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni gayelere
erişmek için de bu yardım ve desteğe ihtiyacım vardır; onu benden esirgemeyiniz!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 7. 12. 1929)

Atatürk, bizden biridir.
1935 (Şükrü Kaya, Türk Kadını Dergisi, Sayı : 6, 1966, s. 7)

Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır.İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki,
içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak
isterse, başınızın belâsıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Mensup olduğum
Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım şerefim
vardır, asla başka değilim.
1923 (Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, s. 304)

Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip
değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden
çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana
dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı.
Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve
usul meselesinden doğuyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli,
sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu
arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla
payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi. Bugün
bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse,
fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu
mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 159)

Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir
ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu
zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek
bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki
lâzım değildir.
1925 (Atatürk’ün M.A.D., s. 19-20)

Yabancı memleketlere veya milletlerarası konferanslara giden arkadaşlarına söylediği
bir söz:
– Sesiniz benim sesimdir, unutmayınız!
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969, s. 549)

Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli
olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben,
bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim.
Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın
beni yalanladığını görmedim.
1937 (Ulus gazetesi, 20. 3. 1937)

Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi tahrip edebilirim; yapamayacağım
şeyi de tahrip edemem.
(Atatürk’ten B.H., s. 86)

Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye
götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına
dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu
göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana
söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.
1923 (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, s. 316)

Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile
hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır
mı?
1923 (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 25)

Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul
gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı ve
müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve
fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden sebeplerin mahkûmu
olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır.
İnkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın
vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek,
bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!
1914 (Salih Bozok-Cemil S.Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 172)

Yeni evlenen bir kişinin gönlü hayat, aşk ve mutluluk hisleriyle doludur. Bu, en
kıymetli bir zamandır. İnsanlar, hayatında bu parlak ve sevinçli dakikaları,
ölünceye kadar hep aynı surette duygulanarak pek mühim ve hayatı için tarihî bir
hadise olarak anar. Ben, bunu tecrübe etmedim; fakat, az çok hayatı ve insanları
tahlil ettiğim için bu neticeyi buldum. Hayatın çeşitli yönlerinden birkaçını
görenler, evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de ister istemez gözlemlerler.
Bu gözlemleme, pek tatlı olabildiği gibi pek acı da olabilir.
1914 (Salih Bozok-Cemil S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 171)

Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana
bakmayınız; bu meselede örnek İsmet Paşa‟dır. Benim hayatım başka türlü
düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki bu iş benim
başarabileceğim iş değilmiş…
Çocuk sevgisi insan için bir ihtiyaçtır. Hele yaş ilerledikçe bu ihtiyaç kendisini
daha kuvvetle hissettiriyor. Onun için de Ülkü‟yü yanımdan ayırmak istemiyorum.
1936 (Abdülkadir İnan, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 25, 1964, s. 62)

Çocukluk ne güzel… Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok
hoşuma giden halleri nedir bilir misiniz? Riyakârlık bilmemeleri, bütün istek ve
duygularını, içlerinden geldiği gibi, açıklamaları…
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s 78 – 79)

Bursa’da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir:
Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir
mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne
kadar mühim, kıymetli olduğumuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok
şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!
1922 (Atatürk’ün S.D.V., s. 30)

Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var; çocuklarını söyletmez ve
dinlemezler. Zavallılar lâfa karışınca “Sen büyüklerin konuşmasına karışma!” der,
sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Halbuki tam tersine,
çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade
etmeye teşvik etmelidir; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur, hem de
ileride yalancı ve riyakâr olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı
artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını
savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye
alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş
sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya
çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana kucağından en yüksek eğitim
ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır.
Ancak bu suretledir ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve
mükemmel birer insan olurlar.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 79)

24 Temmuz 1922 akşamı Konya’da General Townshend şerefine verdikleri ziyafette,
yemeğin sonlarına doğru elindeki mercan tespihi General’e uzatarak söyledikleri:
– Biz Türklerde bir âdet vardır. Misafirimize mutlaka bir hediye veririz. Ben asil
bir milletin mütevazı bir Başkomutanıyım. Size ancak bu tespihi verebiliyorum.
Ve sofradan kalkılacağına yakın da kolundaki saati çıkararak General’e söyledikleri:
– Bu saati bana Anafartalar‟da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz subayının
kolundan çıkardığını söyleyerek, getirdi. Saatin arkasında subayın künyesi
yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere‟ye döndüğünüzde
ailesini bulur ve saati verirseniz, çok memnun olurum.
1922 (Yücel Mecmuası, O’ndan Hatıralar, Cilt: XVI, Sayı: 91-92-93, 1942 s. 15)

Uluslararası Mark Twain Derneği tarafından “Türk milletine neşe içinde yaşama
yolunu açtığı ve rehberlik ettiği” gerekçesiyle kendisine madalya verilmesi üzerine
söyledikleri:
– Hayatımda işittiğim en büyük kompliman, budur. Benim insan tarafımı
övüyorlar!
1937 (Atatürk’ten B.H., s. 59-60)

Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için açılan çukura
doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, İran Şahı Rıza
Pehlevi ile aralarında geçen konuşma:
Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye
tahammülüm yoktur.
Şehinşah -Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe
meydanları?…
Atatürk -Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak
yürürüm. O bambaşka bir iştir.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s.43)

Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam,
savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder
duyuyorum.
(George Benneb, Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, s. 33)

Ben, muharebelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik
kurallarının tatbikini düşünürüm.
(İzzettin Çalışlar, Tan gazetesi 31. 8. 1937)

Bir sohbet esnasında Fransız Büyükelçisi’ne söylemiştir:
Ekselâns, Paris‟i çok görmek istiyorum; ama büyük törenlerle karşılanacağım
Paris‟i değil! Ben Paris‟e, dünyanın bu güzel şehrine, operalarını, tiyatrolarını,
revülerini, zarif kadınlarını bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya, gençlik
hatıralarımı tazelemek için… Böyle olunca da “kendini tanıtmayarak” belli
olmadan gitmek isterim; yoksa törenlerle karşılanmak için değil!
(Cevat Dursunoğlu, Son Havadis gazetesi, 10. 11. 1955, s. 3)

Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.
(Mim Kemal, Yakınlarının Ağzından Atatürk, Yazan: Salâhaddin Güngör, s. 105)

Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.
(Yusuf Ziya Özer, T.T.K. Belleten, Sayı: 10, 1939, s. 286)

Hiçbir zaman şahsî gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine
kalkmak adîliğine tenezzül etmem.
1914 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, s. 40)

Samimî dostlarımız, sevdikleri tarafından bir işkenceye mahkûmdurlar ve bu
işkence de sevdiklerinin dertlerini dinlemektir.
1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 38)

Düşmanları için söylemiştir:
Ben onları affederim, çünkü kalbim vardır; onlar beni affetmezler, çünkü
kalpsizdirler.
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969, s. 532)

Mesut olup olmadığı sorusuna verdiği cevap:
Evet, çünkü muvaffak oldum!
1935 (Ayın Tarihi, No: 19, 1935, s. 262)

Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 273)

Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla
ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!
1926 (Atatürk’ün S.D.V, s. 44)

Beni milletim nereye isterse oraya gömsün; fakat, benim hatıralarımın
yaşayacağı yer Çankaya olacaktır.
(Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s

 

Kaynak: Utkan Kocatürk, ATATÜRK’ÜN FİKİR VE DÜŞÜNCELERİ

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
leventagaoglu
leventagaogluhttps://www.agaoglulevent.com
Düşünür, Araştırmacı Yazar, Şair. 1983 yılından buyana ihracat profesyoneli olarak çalışan Levent Ağaoğlu, 1997-2001 yılları arasında Hong Kong’da yaşadı; yaklaşan Büyük Asya Yüzyılı’nın ayak seslerini duydu hep. İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik” idealinin peşinde koşarak Türk Evi, Düşünce ve İş Ocağı kitap serileri üzerinde çalışıyor; mütefekkir ve müteşebbis gözlem ve birikimlerini yazıya geçiriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz


TWITTER

Son Eklenenler