Notice: _load_textdomain_just_in_time işlevi yanlış çağrıldı. td-cloud-library alan adı için çeviri yüklemesi çok erken tetiklendi. Bu genellikle eklenti veya temadaki bazı kodların çok erken çalıştığının bir göstergesidir. Çeviriler init eyleminde veya daha sonra yüklenmelidir. Ayrıntılı bilgi almak için lütfen WordPress hata ayıklama bölümüne bakın. (Bu ileti 6.7.0 sürümünde eklendi.) in /var/www/vhosts/agaoglulevent.com/httpdocs/wp-includes/functions.php on line 6121
Levendane Kavramlar - Levent AĞAOĞLU - Page 53
Ana Sayfa Blog Sayfa 53

Levendane Kavramlar

0
  1. Efkar
  2. Fikir
  3. Fikriyat
  4. Fütuhat
  5. Levend
  6. Mefkure
  7. Mütefekkir
  8. Müteşebbis
  9. Tefekkür
  10. Teşebbüs

By Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Ekim 19, 2017

Avrupa: Endülüs Medeniyeti ve Eyüp Medeniyeti

0
Avrupa’nın güneybatısındaki Endülüs Medeniyeti yıkılmıştır.
Ama güneydoğusundaki Eyüp Medeniyeti dimdik ayaktadır;

g i r i z g a h t ı r,

m u k a d d i m e d i r.

Deneme Yazarları (Yerli)

0

Ürün Sayısı

  1. Enis Batur   (79)
  2. Cezmi Ersöz   (45)
  3. İsmet Özel   (37)
  4. Salah Birsel   (30)
  5. Feridun Andaç   (24)
  6. Nuri Pakdil   (21)
  7. Küçük İskender   (19)
  8. Sunay Akın   (19)
  9. Hilmi Yavuz   (18)
  10. Sadık Yalsızuçanlar   (17)
  11. Ali Çolak   (16)
  12. Ataol Behramoğlu   (16)
  13. Attila İlhan   (16)
  14. Kollektif   (16)
  15. Melih Cevdet Anday   (16)
  16. Nihat Genç   (16)
  17. Rasim Özdenören   (16)
  18. Ahmet Altan   (15)
  19. Uğur Kökden   (15)
  20. Adalet Ağaoğlu   (13)
  21. Ferit Edgü   (13)
  22. Murathan Mungan   (13)
  23. Çetin Altan   (13)
  24. Özdemir İnce   (13)
  25. Adnan Binyazar   (12)
  26. Memet Fuat   (12)
  27. Metin Karabaşoğlu   (12)
  28. Tahsin Yücel   (12)
  29. Yusuf Tosun   (12)
  30. 40’lar Kulübü   (11)
  31. Ebubekir Eroğlu   (11)
  32. Emin Özdemir   (11)
  33. Nermi Uygur   (11)
  34. Onat Kutlar   (11)
  35. Perihan Mağden   (11)
  36. Senai Demirci   (11)
  37. İclal Aydın   (11)
  38. Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu   (11)
  39. Adem Özbay   (10)
  40. Ahmet Cemal   (10)
  41. Beşir Ayvazoğlu   (10)
  42. Can Dündar   (10)
  43. Doğan Hızlan   (10)
  44. Ece Temelkuran   (10)
  45. Feyza Hepçilingirler   (10)
  46. Kahraman Tazeoğlu   (10)
  47. Mehmet Coşkundeniz   (10)
  48. Sami Gürel   (10)
  49. Selim İleri   (10)
  50. Sezai Karakoç   (10)
  51. Umay Umay   (10)
  52. Utku Lomlu   (10)
  53. İbrahim Tenekeci   (10)
  54. Prof. Dr. Hüsrev Hatemi   (10)
  55. Prof. Dr. İskender Pala   (10)
  56. A. Ali Ural   (9)
  57. Ahmet Mercan   (9)
  58. Dücane Cündioğlu   (9)
  59. Gündüz Vassaf   (9)
  60. Kutsiye Bozoklar   (9)
  61. Metin Önal Mengüşoğlu   (9)
  62. Necip Fazıl Kısakürek   (9)
  63. Oktay Akbal   (9)
  64. Orhan Tez   (9)
  65. Oruç Aruoba   (9)
  66. Semih Gümüş   (9)
  67. Ahmet Rasim   (8)
  68. Atila Ataman   (8)
  69. Atilla Birkiye   (8)
  70. Emre Kalcı   (8)
  71. Enver Aysever   (8)
  72. Haldun Taner   (8)
  73. Hasan Bülent Kahraman   (8)
  74. Hüseyin Nihal Atsız   (8)
  75. Mehmet Aycı   (8)
  76. Miraç Çağrı Aktaş   (8)
  77. Mustafa Kutlu   (8)
  78. Mustafa Ulusoy   (8)
  79. Selahattin Yusuf   (8)
  80. İnal Aydınoğlu   (8)
  81. Dr. Yalçın Ergir   (8)
  82. Afşar Timuçin   (7)
  83. Ahmet Turan Alkan   (7)
  84. Ahmet İnam   (7)
  85. Aslı Erdoğan   (7)
  86. Atasoy Müftüoğlu   (7)
  87. Cengiz Bektaş   (7)
  88. Erendiz Atasü   (7)
  89. Fatma Barbarosoğlu   (7)
  90. Füsun Akatlı   (7)
  91. Haydar Ergülen   (7)
  92. Hikmet Çetinkaya   (7)
  93. Kenan Kalecikli   (7)
  94. Mehmed Uzun   (7)
  95. Mehmet H. Doğan   (7)
  96. Mehmet Serdar   (7)
  97. Oğuz Demiralp   (7)
  98. Yılmaz Odabaşı   (7)
  99. Özdemir Asaf   (7)
  100. Prof. Dr. Mehmet Altan   (7)
Kaynak: Kitapyurdu.com
http://www.kitapyurdu.com/kategori/edebiyat-deneme-yerli/128_135.html

Bakara 269: Hikmet

0

269- Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.


269-Allah vâsî olduğu içindir ki, kime dilerse ona hikmet verir, vermek için hiçbir şarta ve kayda bağlı değildir. Kötülükleri engelleyecek ve önleyecek, faydaları sağlayacak sebepleri ve hikmetleri, hükümranlıkları, gerçeğin bilgisini, iradeye bağlı olan sevap kazandıracak işleri yapabilme gücünü ve faydalı şeyler yapmayı yalnızca kendine ait kılmakla yetinmez de akıl sahiplerinden dilediğine dahi verir. Ve her kime hikmet verilirse, yahut Yakub kırâeti üzere “tâ”nın kesriyle, Allah kime hikmet verirse o muhakkak ki, birçok hayra erdirilmiş olur. Çünkü hikmetsiz binde bir hayra erilirse, bir hikmet ile binlerce hayra erilir. Hikmet dünya ve ahiretin hayrını içine alır. Hikmetsiz hayır ise bir vardır, bir yoktur. Ve fakat aklı temiz, özü sağlam olanlardan başkası bunu düşünemez. Hak ile doğrunun ne olduğunu, ne kendisi düşünüp hatırlar, ne de uyarı kabul eder. Bizzat Allah Teâlâ âyetiyle ihtar edip uyarır da o yine aklını başına almaz, aklını yormayınca da ilâhî hikmetten faydalanamaz. Demek ki hikmete ermek için vermek yetmez, almak da gereklidir. Veren Allah keremi geniş olduğundan, herhangi bir şarta da bağlı ve muhtaç değildir, ama alacak olan kul şarta bağlıdır. Hikmete ermenin başlangıcı düşünmedir. Bu da temiz akıl ve temiz kalb ile olur. Allah’ın verdiği aklı şehvetlere ve şeytanın vesveselerine kaptıranlar ne kendi iç dünyalarındaki ilhamları, ne de dış dünyada olup biten ibretli sahneleri düşünüp anlayamazlar, kavrayamazlar. Zihinlerinde güç bulamazlar. Ya hiç düşünmezler veya düşünseler bile hatıralarına dönüp göz atarken, neyin gerçek, neyin hayır olduğunu kestiremezler; çünkü hakkın ve hayrın alâmetlerini bilemezler, onu seçip belirleyemezler. Bunu yapamayınca da hikmet yolunda ilerleyemezler. Bu suretle büyük bir ilâhî lütuf olan hikmet, ancak temiz yürekli, temiz düşünceli gerçek akıl sahiplerine nasip olabilir. Bundan dolayı akıl ve iyi seçim hikmetin şartı, düşünce de başlangıcıdır. Bunlar hep Allah vergisi ve ilâhî iradenin eseri olan kabiliyetlerdir. Ancak şu kadar var ki, ilk şartlar ve ilk sebepler, kayıtsız şartsız bir ön iradenin bağış eseri iken; hikmet düzeninde olayların cereyan şekli, kulun istek ve iradesi yanında ilâhî iradenin de o yönde tecellî etmesiyle meydana gelir. Bir bakımdan vehbî, (Allah vergisi) bir bakımdan kesbî (kazanmakla ilgili) sayılır. Kulun iradesi adî sebep, ilâhî irade gerçek ve geçerli sebeptir. Önünde ve sonunda ilâhî irade bulunmadan hiçbir şey meydana gelmez. Kulun iradesi bağlantı kurmaya yarayan bir küçük yoldur. İlahî iradenin çok değişik şekillerde tecellî etmesi, işte Allah’ın vâsi’ (geniş) adıyla anılmasının bir sonucudur. Bundan dolayı hikmetin aslı ihsandır, hikmet eseri olan şeyler hem ihsandır, hem de kesbdir.

Hikmet ne demektir? Bu kelime hüküm, hükûmet ve sağlamlaştırmak demek olan ihkâm mânâlarıyla ilişkili olarak mastar ve isim olur. Bundan dolayı manevî ya da lafzî alanda anlam ilişkileriyle birçok mânâlarda kullanıldığından yerine göre tefsir edilmesi gerekir. Mastar olması bakımından, aslında kötülükleri ortadan kaldırmak, iyilikleri elde etmek mânâsı vardır ki; hüküm ve hükûmet, sağlamlık ve muhkemlik hep bu kökten alınmıştır. Her nerde kötülüğü gidermek ve iyiliği elde etmek varsa, işte orada hikmet mânâsı vardır. Bundan dolayı bir şeyin içinde gizlenen ve sonuç bakımından ortaya çıkacak olan fayda ve iyiliğe o şeyin hükmü ve hikmeti denilir ki, hikmetin birçok anlamından biri de budur. Bunda bütünüyle nihâî (son) hedef mânâsı olmasa bile, bunun az çok bulunması gerektiği söylenebilir. Buna göre, anlam bakımından hikmet sözü, fayda sözünden daha özel bir anlam ifade eder. Sebep kelimesinden daha geniş anlamlıdır. Zira hikmet, sebepten önce olabildiği gibi, nihâî hedeften sonra da olabilir. Yani sebebin sebebi, amacın sonucu şeklinde ortaya çıkabilir. Bundan dolayı hikmet denildiği zaman, mutlaka ya bir sebep sonuç ilişkisi veya daha genel olarak bir sebebin nedeni ve buna benzer gerekçeli bir mânâ söz konusudur. Yani hikmet, kesinlikle sonucun sebebe irca edilmesi, tutarlı ve sağlam bir ilişki anlamı ifade eder. Nitekim bir işi, bir başka işe isnad etmeye hüküm denildiği gibi, bilimsel veya amelî herhangi bir doğru karara da hikmet denilir. Hasılı böyle içerikli veya gerektirici çeşitli anlamlardan her biri dolayısıyla hikmet, çok yönlü mânâlar için çok anlamlı bir isim olmuştur. En genel anlamda hikmet, fayda, yarar ve ihkâm anlamlarından dolayı her güzel bilginin ve her faydalı işin ismi olmuştur. Bununla beraber pratik ilimlerle ilişkisi, teorik ilimlerden daha fazla olduğu gibi, doğrudan doğruya amele tahsisi de ilimden daha fazladır. Güzel ameller içindeki yeri de ilme yöneliktir. Yani bir işi körü körüne değil de, önünü sonunu düşünerek ve ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmak demektir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki; hem ilim, hem iş yapma hikmetin en esaslı mânâsını teşkil eder. Bütün bunlardan dolayı hikmet kelimesi, aşağıda görüldüğü çeşitli anlamlarla tefsir edilmiştir:

1- Sözde ve fiilde doğruyu tutturma (Mücahid’den İbnü Nüceyh). Söz, fikir ve lafızdan daha geniş anlamlıdır. Fiil de, bu kalbin fiili, dilin fiili gibi diğer amellerden daha geniş anlamlıdır. Herhangi bir hususta kalbinden geçirerek ve dil ile söyleyerek, şu şöyledir demeli ve öyle yapmalı ve yaptığı işte isabet de etmeli; işte bu bir hikmet olur. Şu halde yalnızca sözde doğru söylemek tek başına hikmet olmadığı gibi, yalnızca işi doğru yapmak da hikmet değildir. Sözde isabet etmek, o konu hakkında gerçek ve doğru olan hükmü vermek demektir; o hükmün gerçekten o olayın hakikatına uygun düşmesi, yani gerçek bilgiye dayanması, içinde bilgisizlik, hata ve yalan olmamasıdır. Harekette isabet de, o işin hem özüne uygun olması, hem de gerçekte kendisinden beklenen sonucun gereği gibi ortaya çıkması; yani kötülüğü gidermek, iyiliği elde edebilmek şeklinde sonuçlanmasıdır ki, bunlara o işin hükmü, hikmeti, gayesi, garazı veya illet-i gâiyyesi denilir. Hasılı sözde isabet hakka, fiilde isabet hayra yöneliktir. Hikmetin hakikatı, başlangıcında ilmî anlamda, sonucunda ise amelî anlamda her iki yönünün birlikte bulunması demektir. Bu mânâ daha başka şekillerle de ifade edilmiştir. Şöyle ki:

2- Hikmet hem bilgi, hem de iştir: Bilmek ve bildiğiyle amel etmektir. Bu ikisini birlikte yürütemeyene hakîm denilmez. Mukâtil ile İbnü Kuteybe hikmeti böyle anlamışlardır. Burada ilim, gerçek mânâsıyla ilm-i yakîn (kesin bilgi) demektir. Yani bir şeyin özünü kavramış olmak demektir. Buna açıklık kazandırmak için genel olarak “ilimde ve amelde ihkâm ve itkan” veya “tahkîk-i ilim ve ihkâm-ı amel” tabirini kullanmışlardır. Zira ilmin muhkemliği yakîniyet derecesiyle, amelin muhkemliği kendisinden bekleneni sağlamasıyla ilgilidir. Bu önceki tarif bize gösteriyor ki hikmetli bilgi, tecrübe ile desteklenmiş ve uygulanabilir özellikler taşıyan ilimdir. Hikmetli hareket de bilimsel temellere dayalı olan ve bir ilmin ölçüsüne vurulduğu zaman doğru olduğu kesinleşen ameldir. Hasılı hikmet, ilim ile iradenin karşılıklı işbirliği sonucu fiil sahasına çıkması ve o fiilin de kendisinden bekleneni sağlamasıdır. Bir başka deyişle hikmet, ilim ile sanatın birleşmesidir.

3- Hikmet; ilim ve fıkıh demektir (Mücahid). Bu tarif öncekilerden başka bir şeymiş gibi kabul edilebilirse de öyle değildir. Fıkıh kelimesi esas itibariyle hikmet kelimesinden çok farklı bir anlam taşımaz, aslında bu ikisi birbirinin benzeri gibidir. Mesela: “şunun hikmeti veya sırrı veya ruhu veya hakikatı şudur” demek yerine, “fıkhı şudur” denilir. Hikmet gibi fıkıh da birçok yönden ve ayrıntılı sebepler bakımından derin bilgi ve faydalı iş anlamına gelir. Lügat anlamıyla fıkıh, amaç ve maksadı kavramak demektir. O halde ilim katıksız bilgiyi, fıkıh o bilginin amacını anlamaktır ki, bu anlam, işi de içine alır. “Allah kime hayır murad ederse onu dinde fakih kılar.” hadisi şerifi dahi, bu âyetteki hikmetten maksadın fıkıh olduğunu ortaya koyacak bir delil olarak gösterilebilir. Dinde fıkıh ise, dinin amaçlarını kavramak demek olur ki, bunun hakikatı da insanoğlunun kendi yararına veya zararına olan hükümleri, haklarını ve görevlerini bilme melekesidir. Bu da kendi kendini ve Allah katında kendisiyle ilgili olan hüküm ve kuralları tanıması ve ona göre görev bilerek yapması ve bu gücü kendinde bulmasıdır. Şu halde fıkhı olmayan ne kadar bilgili olursa olsun hakîm olamaz. Bu tarife göre, şu da muhakkaktır ki, fıkıhtan başka ilmi olmayanlara da hakîm denilemiyecektir. Gerçekten de fakih olabilmek için fıkhın dayandığı temellerin neler olduğunu da bilmek şarttır. Bu da bütün ilim dallarıyla ilişkilidir. Fıkıh hem nazarî (teorik), hem amelî (pratik) yanları olan bir ilim olduğu gibi, bir bakıma bildiğini yaşama işiyle de yakından ilgili bir ilimdir. Yani ilmi ile amel etmeyene gerçek anlamda fakih adı verilemez. Bundan dolayı ilim, tevhid ilmi ve akaid gibi usûle ait, fıkıh da fürû’ ve amele ait kabul edilince bu tarif, hikmet-i nazariye (nazarî hikmet) ve hikmet-i ameliyenin (amelî hikmet) tamamına uygun düşmüş olur ki; hasılı hikmet usûl ve fürû’u, ilkeleri ve amaçları, özündeki bütün incelikleriyle bilip ne yapacağını tayin etmek ve bu bilgilerin gereğiyle amel etmek anlamına gelir. Ancak fıkıhta, yalnızca bilgi söz konusu edilirse o zaman bu tarif, hemen aşağıda gelecek olan dördüncü tarif gibi olur.

4- Hikmet varlıkların özündeki mânâları anlamaktır (İbrahim Neha’î). Mânâlar, âyân (cevher) karşılığı olduktan başka, erken devirlerdeki İslâm âlimlerinin dilinde “sebep ve illet” kelimesi yerine kullanılmakla etkili özellikler, sebepler ve sonuçlar, daha doğrusu sebepler ve amaçlar demek olacağından bunun özeti, varlıkların içyüzündeki gerçeği ve o gerçeğin gerektirdiği özellikleri tanımak ve en etkili özelliği tanımak, o özelliğin değişik amaçlara nasıl yönlendirdiğini anlamaktır. Yani varlıklar arasındaki sebep sonuç ilişkilerini ve etkileşim düzenini izleyip, varlıkların özünü ve amaçlarını kavramak demek olur. Bu tarif, amel ve uygulamayı hesaba katmamış ve hikmeti yalnızca bilgi yönüyle ele almış olduğundan öncekilerden daha geniş kapsamlıdır. Çünkü iş ve hareket alanına uygulandığı takdirde de doğruluğu ortaya çıkar. Fakat bilmeyi ve anlamayı, varlıkların taşıdığı mânâlar ile sınırlayıp kavram ve kapsamını genişlettiğinden dolayı bir bakıma özel anlamlıdır. Bilmek ve anlamak demek, mütkan ilim (kesin bilgi) anlamında olup tümevarım metodunu da dile getirmiş olur. Bununla beraber “vav” tertip anlamını gerektirmeyeceğinden, aksine bir anlama da ihtimali vardır. Buraya kadar verdiğimiz bilgilerin hiçbiri Allah’ın hikmet sahibi ve hakîm olmasıyla ilgili değildir. Zira Allah’ın ilmine ve hikmetine “fıkıh” denilemiyeceği gibi, “ma’rifet ve anlamak” da denilemez. Çünkü bu deyimler, öncesindeki bir bilgisizliği de îma ederler. Demek oluyor ki, her marifet hikmet olmaz, işin özünü kavramak da şarttır. Anlamak demek, bir şeyin akılla ilgili yanını kavramaktır. Eğer bu tarife amel şartı ilave edilmiş olsaydı, o zaman böyle bir hikmetin sahibinin, herşeyi yapabilmesi gerekirdi. O zaman da âyette geçen hikmet sözüne uygun düşmezdi. Marifet ve anlamanın eklenmesiyle hikmet, Allah’ın sıfatının tarifinde sakınca doğururdu. Bu tarif, bütün ilimlerin ve fenlerin bir temele irca edilmesiyle hepsini aynı düzeyde ifade eden ve ilâhî hikmetin bilgisi denilen yüce bilgiye uygun düşer. Meşhur olduğu üzere, hikmet bilgisinin “Varlıkların hakikatını tanımak” diye tarif edilmesi de buna benzemekle birlikte bundan daha dar anlamlıdır. Hakikatler, tabiatüstü olduğu gibi, amaçları da kapsamına almaz. Lâkin insanoğlunda böyle bir hikmet bilgisi mümkün müdür? Herşeyden önce marifet ve anlamak bilfiil değil de meleke ve kabiliyet olarak ele alınırsa belki bu tarif gerçeği ifadeye yarar. Ayrıca Allah dilerse mümkün olur. Bu anlamda bir hikmet bilgisi peygamberlerde ve büyük velîlerde bulunabilir. Gerçekten de Kur’ân’ın birçok yerinde “hikmet” peygamberlik kavramıyla birlikte bulunmaktadır ve çoğu zaman da onun yerine kullanılmaktadır. Nitekim tefsir âlimlerinden Süddî bu âyette de hikmeti böyle tefsir etmiştir. Zira peygamberlik hem ilmî, hem amelî yönden ilâhî ihsan eseri olan hikmetin en yüksek mertebesini ifade eder. Bunun içindir ki, İbnü Rüşd, “Tehâfüt” adlı eserinde, “Her peygamber hakîmdir, fakat her hakîm peygamber değildir.” diyerek bu hikmeti tarif etmiştir.

5- Hikmet, Allah’ın emrini anlamaktır (Zeyd b. Eslem ve oğlu). Bu tarifte de anlamak için kullanılan akıl, aslında nazarî akıldan da, amelî akıldan da daha geniş bir anlam taşıyorsa da, insanın kendi işlerini kapsam dışı bırakmaktadır.

6- Hikmet, anlamak demektir (Şüreyk). Bu bir lafzî tarif olmakla beraber diğer tariflerin ortak yönünü almıştır. Demek ki, hikmetin en genel anlamı anlamaktır. Mutezile bunu anlama gücü ve yeteneği şeklinde kabul etmişse de doğrusu anlama yeteneği değil, anlamanın kendisidir. Aslında her ikisi de Allah’ın ihsanıdır. Anlaması olmayan hakîm olamaz. Bu üç tarif (Yani 4. 5. ve 6.) hikmeti yalnızca bilgi özelliğiyle ele almıştır. Bunlara karşılık, hikmeti yalnızca amelî değeri ile ele alanlar da vardır. Şöyle ki:

7- Hikmet, icad demektir (Ta’rifat-ı Seyyid’den). Hikmet sebep ve illetlere irca edilen ve onunla ilişkili olduğundan, illiyetin hakikatı da yaratmak ve icad etmek olduğundan, asıl hikmet icad demektir. Fakat bu tarif, her şeyden önce Allah’ın hikmetine uygun düşmektedir. Bir de mutlak anlamda yaratmak yalnızca Allah’ın işi olduğundan, hikmet yalnızca eserleri, sebep ve illetleri yaratmak değil, aynı zamanda o sebepleri birbirlerine karşı çok yönlü fayda ve maslahatları da gözeterek, bir uyum içinde ilişkilere yöneltmektir. Böylece birinci eser, ikinciye, ikincisi üçüncüye ve sonsuza kadar ilk sebep ve illetin etkisine doğru uzanan bir yol olur da eserlerin hepsi birbirlerine perçinlenmiş bir halde aralarında sarsılmaz bir düzen kurulmuş olur ve buna “sünnetullah” (Allah’ın sünneti) adı verilir. İşte hikmetin bütün sırrı bu kurulu düzenin içindedir. Bundan dolayı hikmetin çeşitli isimlerinden biri de “Sünnet-i muhkeme”dir. Hakk’ın nizamı, Hakk’ın şeriati, Hakk’ın dini ve bunlara uymak, uymakla birlikte hakikatın ortaya çıkmasına vesile olan her güzel haslet hep hikmettir. Ve yine bundan dolayı hikmetin bir mânâsı da sebeptir. İşte bu yüzdendir ki, insanlarda dahi basit bir özellik kazandıran sebep ve illetler bulunduğundan, bu hikmeti icad eden Cenab-ı Allah, dilediği insanlara da bundan bir hisse bahşetmiş, yine kendi hikmetinin icabı olarak, insanlara da dış görünüşte basit ve geçici bir düzen kurabilme gücü ve yeteneği ihsan eylemiştir. Bu demektir ki, insanoğlu ortaya koyduğu düzende gerçek yaratıcı değilse de ilâhî yaratışın ortaya çıkmasına bir araç olmak bakımından, aynı yolda O’nun bir vekili durumunda olduğundan yine bir değer ifade etmektedir.

Özetleyecek olursak, Fahruddin Razî’nin beyanına göre, bu mânâca Allah’ın hikmeti, her zaman her yerde, kulların yararına olacak şeyler yaratması demek olduğu gibi, kulların davranış ve eserlerinde de bu böyledir. İnsanların hikmeti de başka kulların yararına olacak şeyler yapmak ve ortaya koymak, sünnetullah denilen kâinat düzenini anlayıp ona göre keşif ve icadlarda bulunmak demektir. Yani sadece kendisine yarayacak birşey değil, başkalarına da yarayacak eserler ortaya koymasıdır. Ancak insanların haddi zatında yaratılmış ve birtakım sebeplere bağlı olarak ortaya çıkmış oldukları bilinip dururken, birtakım keşif ve icadlar ortaya koyan kimseler, kendilerini ilk sebep yerine koyup öyle sanırlarsa, ilim açısından sonuçtan sebebe yol bulup geçememiş ve bir yerde takılıp kalmış olacaklarından, dışa bağımlı olan zahiriyeden sayılırlar ve hikmet ehlinden olamazlar.

8- Hikmet, varlık düzeninde herşeyi yerli yerince koymak demektir ki, bu tarif de görünüşte bütün varlığı açıklamaya yönelik olduğundan, bir bakıma ilâhî hikmeti, ilâhî sıfatları topluca tarif sayılır. Ancak herhangi bir şeyi kendi yerine koymak denildiği zaman, cüz’î hikmete de uygun düşeceğinden, insanların hikmet özelliği için de geçerli olur. Ayrıca buradaki yerli yerine koymayı, yaratılış anındaki ilk yerleştirmek veya yaratılmış olan mevcut düzendeki yerinin ne olduğunu keşfedip kavramak şeklinde iki türlü anlamak da mümkündür. Bununla beraber bu tarif, hikmetin, varlık düzeni içinde çeşitli varlıkların yerini ve değerini anlamanın gerekli olduğunu dile getirmektedir. Bundan dolayı, hiçbir sıra ve düzen gözetmeden ortaya konan icad, hikmet kavramının dışına çıkmak olur. Bununla beraber bu tarif, yaratılmış varlık düzeni içinde kulların ne gibi düzenlemeler yapabileceği açısından daha ziyade adaletin tarifi olmak üzere meşhur olmuştur. Şu halde pratik açıdan hikmet adalet demektir. Amelî hikmet denilen ahlâk ilmi, ahlâkı, ifrat ile tefrit arasında adalet temeline dayandıran bu mânâyı almışdır.

9- Hikmet güzel ve doğru işlere yönelmektir. Bu tarifte hikmetin, güzelliği ve iyiliği hedef tuttuğu ve bu amacın sınırlı olmayıp sonsuza kadar durmadan ilerlemeyi gerektirdiği ifade ediliyor. Bundan dolayı hikmetin bir meleke ve bir huy olduğu kesin demektir. “Sonucu iyilik olan işi yapmaktır.” şeklindeki tarifi de buna çok yakın bir tariftir.

10- Siyasette, insanın gücü yettiği kadarıyla yüce yaratıcıya benzemeye çalışmasıdır ki, bu da ilmini bilgisizlikten, icraatını zulüm ve haksızlıktan, ikram ve ihsanını cimrilikten, hoşgörüsünü bunaklıktan arındırmak ile mümkün olur. Fahruddin Razî’nin tefsirinden alınan bu tarife göre, siyaset deyimi bu tarife bir özellik kazandırıyor gibi görünüyorsa da, “Hepiniz çobansınız ve her çoban sürüsünden sorumludur.” hadîsi şerifinin anlamı derinden derine düşünülürse, kapsamının genişliği iyice anlaşılır. Bununla beraber bu tarif, daha ziyade hikmetin hakimiyet mânâsıyla olan ilişkisini ön plana çıkarıyor.

11- Hikmet, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bu tarif de yine Fahruddin Razî’ye aittir. Nitekim bir hadîsi şerifte, “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanın.” buyurulmuştur. Fâtiha Sûresinde ilâhî ahlâkın bir tecellisini görmüştük. Nûn Sûresinde Peygamber (s.a.v.) efendimiz hakkında, “Doğrusu sen büyük bir ahlâk üzere yaratıldın.” (Kalem, 68/4) buyuruldu. Bu âyet de bunun canlı bir örneğini göstermektedir. İlahî ahlâk veya büyük ahlâk adı verilen şeyin Kur’ân ahlâkı olduğu da tefsirlerde açıklanmıştır. “Ben ahlâk yüceliklerini kemale erdirmek için gönderildim.” hadîsi şerifi gereğince Hz. Peygamber’in peygamber olarak gönderilişinin sırrı da bu noktada toplanmıştır. Şüphe yok ki akıl, anlayış, iman, marifet ve ilim böyle bir ahlâklanmanın öğelerinden değilse bile şartlarındandır. “Bunu ancak üstün akıllılar anlayabilir.” meâlindeki âyeti de bu anlama açıklama getirmiştir. Hikmetin kâh ilim, kâh amel, bazen de her ikisi birden olmak üzere ele alınmış olması da bundan ileri gelmektedir. Bundan dolayı sebepler ile sonuçlar, ilkeler ile amaçlar arasındaki inceliklere ve ilişkilere dönük olan gerçekleri, hikmet ile uygulama arasındaki sebep sonuç düzeni içinde görmek ve göstermek bakımından, ilk tariflerde dile getirildiği üzere; hikmet, ilimde ve amelde sağlamlık, sözde ve işte isabet diye tarif olunduğu zaman, hemen hemen bütün tarifler gözetilmiş olur. Bunun gibi sebep durumunda olan birinci şıkkın varlıkta da önceliği olduğuna göre ilim ile; sonra bu ilişkiden maksadın sonuç ve amaç olması, varlıkta sonra gelen amacın bilgide önceliği bulunması bakımından “amel” ile tarif edilmiştir. Fakat şunu gözden uzak tutmamak gerekir ki, sebep sonuç ilişkisini ve bu ilişkide kötülükleri önlemek ve faydaları sağlamak kavramını daima gözetmek durumunda olan hikmet, sonuçta amele yönelmeyen ve pratiği gözetmeyen ilme, aynı şekilde ilimden etkilenmeyen amele ve her ikisinin birlikte iyiliği elde etmek değil de kötülüğü hedef tutan kısmına uygun düşmeyeceğinden, bu çeşit bilgiye hikmet denilmesi doğru olmaz. Bir bilgiye hikmet denebilmesi için üzerinde faydalı bir işin eserinin görülmesi gerekir. Herhangi bir faaliyete hikmet adı verilmesi de hem ilmî temellere dayanması ve ilmin gereklerine uygun olarak ortaya konması, hem de kötülüğü ve zararı amaçlamamış olması gerekir. Bundan dolayı, uygulama alanı olmayan herhangi bir nazarî bilgi bizzat bir hikmet olmadığı gibi, tesadüflere bağlı olarak meydana çıkmış olan herhangi bir iş de öyledir. Bunun için ilâhî hikmetin içinde ne kuru ve nazarî bilgi vardır, ne de tesadüfe dayanan bir hareket, bir oluş. Bundan dolayıdır ki, sebepler düzenine dayalı olarak kurulmuş olan bilginin hakikatı, tesadüf eder. Çünkü tesadüf, gerçeğe ve bilinene göre değil, sebebini bilmeyen bilgisizliğe göre tesadüftür. Tesadüf nazariyesi daima bilgisizlik nazariyesidir. Böyle olduğu içindir ki, varlığın başlangıcı konusunda tesadüfe dönüşmekten kurtulamıyan tabiat nazariyesi, tabiatın ilk başlangıç ve ilk sebep olduğunu savunan görüş, her yönüyle ilim dışıdır. Ve bütün ilimlerin ve fenlerin akışına ters düşen bir cehalet nazariyesidir. Gerçekten de bütün olayları ve oluşları ve bütün yücelikleri bir bakıma tesadüfe bağlayan bir fikrin, ne kendisinde, ne eserinde hikmet nasıl olur da söz konusu olabilir. Hikmet ve varlık düzenindeki sağlamlık kesinlikle ilme, ilim de “âlim-i kül” (herşeyi bilen) ve “hakîm-i mutlak” (mutlak hakîm) olan bir ilk sebebe dayanır. Ve âlemde görülen hikmet, mutlak hakîm olan Allah’ın gücüne ve hikmetine şahittir. Ve insandaki hikmetin temeli de işte O’na iman etmek, O’nu tanımaktır. İnsan hikmetinin amacı da O’nun kurduğu düzendeki incelikleri, o düzenin kanun ve kurallarını ve sebep sonuç açısından işleyiş şeklini anlamaya çalışmak, ona uygun davranmak, onun ahlâkıyla ahlâklanmak ve her işinde doğru ve faydalı olanı yapmaktır. Demek ki ilk sebep olan Allah Teâlâ ile yaratılmışlardan her birinin iki türlü ilişkisi vardır. Birisi O’na, doğrudan doğruya O’na bağlanan sebep ilişkisidir ki, her şeyin kendine mahsus olan özelliği buna bağlıdır. Eğer bu özel sebep ilişkisi ve bağı olmasaydı varlıkta hiçbir şey, diğerinden ayrıcalık kazanamaz, ferdî özelliği ve ferdî kişiliği olan varlıklar gerçekleşemezdi. Bu nokta, müminin Allah’a tevekkülünün, yüce gücüne ve mucizelere imanının temelidir. Burada akıl değil, yalnızca iman hakimdir.

Diğeri ise şimdiki zamandan ezele, ezelden ebede doğru zincirleme olarak akıp giden bir sebepler ve sonuçlar ilişkisidir ki, bunda bütün varlıklar birbirlerine tutunarak bir bütün hâlinde yaratılışın başlangıcı ve sonucu itibariyle Allah’a dayanır. Bu da ilâhî hikmet meselesidir ve akıl ile ilmin alanıdır. İnsanoğlunun hikmeti, genel ve özel karakterli bu iki türlü ilişki ve bağlantının gözetilmesine uygun düşecektir. Bu ikisi birlikte gözetildiği takdirde akıl ile kalb birleşecek ve o zaman insan, insan-ı kâmil olacaktır. Ve insan-ı kâmil olanlar ebediyete kadar varlıkta bir hakimiyet sırrına nail olurlar da hiçbir zaman bunu kendilerinden bilmezler ve kendilerine mal etmezler, kendilerinde meydana gelen o hâli, ilâhî hakimiyetin bir akışı olarak tanırlar. Nitekim Hz. İbrahim ölüyü diriltme sırrına erdiği halde, “Ben diriltiyorum, ben öldürüyorum.” demedi de “Rabbim diriltiyor, Rabbim öldürüyor.” (Bakara, 2/258) dedi. Halbuki Nemrud, bir mülke nail olmakla, “Ben diriltirim, ben öldürürüm.” şeklinde iddiaya kalkıştı. “Üstün akıllılardan başkası düşünüp anlayamaz.”

İnsanlarda hikmetin başı olan akıl, yalnızca ilâhî bir ihsan olduğu gibi, şeref ve güç kaynağı olan kalb de yine ilâhî bir ihsandır. Bunlar doğrudan doğruya Allah’a dayanırken, bunların eserleri olan fiil ve hareketler de kesb (kazanma, çalışma) sebeplerine bağlı olarak hem doğrudan doğruya, hem dolaylı olarak yine ilâhî ihsan eseridir. “O dilediğine hikmeti verir.” ifadesi, kayıtsız şartsız her iki ilişkiyi birlikte ifadeye yöneliktir. âyeti de zekâ itibariyle vehbî olana, düşünme itibariyle kesbî olanla vehbî olana, her ikisine birlikte bir uyarıdır. Demek ki sırf kendi kerem ve fazlından Cenab-ı Allah, dilediğine hak ile batılı, şeytanî olanla rahmanî olanı anlayıp ayırd edebilecek ve ona göre doğru olanı yapacak, kötülüğü giderip iyiliği elde edecek bir hikmet ve hakimiyet bahşeder. Hikmet ise bir sonuca birçok sebebin etkili olabileceğini gerektirdiğinden “çok hayır” demek olur. Fakat bilgi ve anlayış, sağlam iş için bir sebep ve şart olmakla beraber, yine tam ve yeterli bir sebep değildir. Bundan dolayı akıl ve anlayış sahiplerinin, kendi kesb ve gayretleriyle düşüncelerini ve iradelerini kullanmaları da hikmet açısından, bu hakimiyete ve çok hayra erebilmek için şarttır. Bu şekilde her akıl sahibinin kendi akıl derecesine göre hikmetten bir hissesi vardır. Her zaman insanoğlu, şeytanî telkin ile rahmanî telkini anlayıp ayırd edebilmek için, işin başlangıcında aklını ve düşüncesini uyanık tutmak zorundadır. Daha sonra bu düşünce ve o hikmet ilâhî feyzin de yardımı ile insanda bir meleke oluşturur ve nihayet insan derecesine göre, ilâhî ahlâk ile ahlâklanır. Pratik aklı gelişir, kuvvetlenir; dolayısıyla bildiği ve yaptığı şeyler gerçekten ve doğruluktan şaşmaz olur. Şu halde düşünceyle pratik bilgiye sebep olması bakımından, hikmetin ön şartı sayılabilir. Bunun için nazarî ilim, hikmetin başlangıcı sayılarak “nazarî hikmet” adını almıştır. Lâkin yalnızca nazarî bilgiye saplanıp kalmak, yolunu şeytana kestirmek demektir; bu olsa olsa filozofluktur. Yani hikmetin kendisini değil, hikmetin lafını etmektir. Sırf felsefe ile uğraşmanın ayıp sayılması da bundandır. Bunların pek çoğunun sözü işine uymaz. O zaman sözü doğru ise, yaptığı yanlış; yaptığı doğru ise söylediği yanlış olacağından, bunların varlıkları bir çelişki ortaya koyar. Bu tutumları yalnızca kendilerini perişan etmekle kalmaz, başkalarını da yoldan çıkarır, bunlar şeytan ve şeytanlık kavramının kapsamı içine girerler. Bundan sakındırmak için, “Siz faydalı bilgiyi isteyiniz ve faydasız ilimden Allah’a sığınınız!” buyurulmuştur. İşte birçok âlimlerin, hikmeti tarif ederken amelde ısrar etmeleri, bilgiyi abesle iştiğalden ayırd etmek ve faydalı olanı elde etmek amacını gerçekleştirmek içindir. Zira ilim ve marifet pek yüksek bir şey olmakla beraber, lafta ve uygulama dışı kaldıkça ya da uygulamada onun tam zıddı ortaya kondukça, boşuna bir uğraştan başka birşey olmaz. Amel denilen şey olmasaydı, bilginin bilgi olduğu gerçekleşemezdi. Allah Teâlâ bile kâinatı bilip de yaratmasaydı hikmeti mevcut olmazdı. Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak sözü de bu noktada çok önemlidir. Buna karşılık diğer bir kısım âlimlerin, tarifte ilmi ön plana almaları da ilimsiz amelin hikmet olamayacağını bilhassa vurgulamak içindir. Yoksa herhangi bir işi ve faaliyeti hedef tutmayan, varlıkta gerçekleşmesi hayır hedefine yönelik olmayan ilme de hikmet demek için değildir. Demek ki asıl hakikat ikisinin birleşmesindedir. O halde önceki tarifleri esas olarak almak, sonrakileri de onların birer yönden açıklaması görmek gerekmektedir. Bundan dolayı, ilim ile ameli, hikmetin birer çeşidi gibi değil, birer parçası olarak kabul etmek gerekir. Yani hikmet denilen şey, ya gerçek bilgi, ya doğru hareket değil; doğru bilgi ile doğru hareketin bütünüdür. Bunların her birine tek başına hikmet denilmesi mecaz, ya da ıstılahtır. Bu açıklama ile amelin imandan bir cüz (parça) olmadığı halde, dinden cüz olmasının önemi de ortaya çıkar. Böylece akıldan sonra, anlamak ve düşünmek hikmetin şartı olduğundan pratik bilgiden önce nazarî bilginin dahi insan hikmetinin bir cüz’ü değilse bile bir başlangıcı olacağı ve bunun mutlaka pratik bilgiyi, onun da faydalı ve hayırlı olan ameli hedef tutması ve “Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 51/56) âyetinde de işaret buyurulduğu gibi, bilgiden kulluğa geçilmesi gerektiği yolundaki ilâhî hikmetin gerçekleşmesinin önemi anlaşılır ki, İslâm fıkhının üslubu da zaten budur. Herhangi bir konuda nazarî bakımdan derinleşmek ve orada saplanıp kalıp amel ve faaliyet alanına geçememek hüsran demektir. Aslında nazarî anlamda hikmet, objektif ve sübjektif yönleriyle varlıktaki ilâhî kanunların akış şeklini gözlem konusu yapmak ve onlardan düşünüp bir sonuç çıkarmaktan meydana gelir. Kâinat bir hikmet kitabıdır. Kur’ân ise bu hikmetin ilâhî dille oluşumunu anlatır ve hatırlatır. Kâinat bir hâl, Kur’ân ise bu hâlin başı ve sonudur; akıl sahipleri şimdiki hâli görüp, öncesini ve sonrasını da akılla kavramaya çalışmalı ve böylece hikmete ermelidir. Şimdiki hâli görmemek veya onun içinde boğulup kalmak, ondan öncesine ve sonrasına intikal edememek veyahut edip de bir yerde yine takılıp kalmak, baştan sona kadar hikmet düzenini takip etmemek, ettikten sonra da onun icabına uygun olarak hareket etmeyip aksine davranmak, işte bunların hepsi hikmete aykırı düşen şeylerdir. Bu şekilde hikmetin başı ve başlangıcı varlıklara dikkatli bir gözle bakabilmek, tanıyabilmek, kavrayıp üzerinde düşünebilmek ve bir sonuca varabilmektir. Bu bakımdan hikmetin başlangıç noktası ilim, ortası din, ibadet ve tâat, sonu da ahiret mutluluğudur. Bunun içindir ki hikmet çok hayrı içine alır. Bu mânâları tesbit için de denilmiştir ki:

12- Hikmet, Allah’ın emirlerini düşünmek ve ona uymaktır. (İbn Kasım’dan Kuşeyrî).

13- Hikmet Allah’a tâat, fıkıh ise din ve ameldir (Kuşeyrî). Buraya kadar verdiğimiz bu onüç tarif, hikmetin mânâsını, efradını cami’, ağyarını mânî bir şekilde anlamaya yeter. Fakat daha ziyade aydınlanabilmek için şunları da gözönünde bulundurmalıyız ki, her birinde başka bir fayda bulunmaktadır:

14- Hikmet bir nurdur ki, vesvese ile gerçek makâm arasındaki fark bununla kestirilir. (Ebu Osman).

15- Doğru ve hızlı karar verebilmektir. (Bündar İbni’l-Hüseyn).

16- Doğruya iletmektir. (Fadıl).

17- Ruhların sükûn ve güvenliğinin son durağıdır. (Kettanî).

18- Sebepsiz işarettir. Yani öncesinde herhangi bir illet ve sebebe bağlı olmadan, Hak Teâlâ’dan kayıtsız şartsız vârid olan, içinde şek ve şüphe, zaaf ve fesat ihtimali bulunmayan, niçin ve neden diye sormaya hacet bırakmayan işarettir.

19- Bütün hallere hakkı tanık tutmaktır.

20- Din ve dünya düzenidir.

21- Ledünnî ilimdir.

22- İlham vârid olması için sırrı saklamaktır.

23- Bunların hepsidir.

Görülüyor ki bunların bir kısmı hikmet, ilim ve ameldir derken, bir kısmı da meseleyi kalbe ve vicdana dayamışlardır. Gerçekten de ilim ve amel, akıl ve irade söz konusu edilirken, hakikatte ikisinin birleşme noktası olan vicdandaki duyguları hesaba katmamak doğru olmaz. Çünkü, “Bunu lüb sahibi (üstün anlayışlı) olanlardan başkası anlayamaz.” âyetindeki “lüb” kavramıyla aklın bu özüne işaret edilmiştir. Bilincin bilinci demek olan vicdan, nefsin kendini kendinde olduğu gibi bulmasıdır ki; bunun aşamaları nefsin, zamanın akışı içinde kendi varlığını tanımasını sağlar. Her nefis, kendi vicdanına bir göz atışta, kendi varlığının ikilik içindeki birliğini görür ki; biri bulan nefis, öbürü bulunan nefistir. Bulan kim, bulunan kimdir? Burada hayret verici bir vahdet (birlik) sırrı kendini gösterir. Kalb denilen şey de işte nefsin bu birlik merkezidir. Yürek denilen cismanî kalb, bedendeki dolaşım sisteminin, sinirlerin ve adelelerin çeşitli dokularına sahip olduğu gibi; ruhanî kalb de böyle bir çalışma ve iletişim sisteminin merkezidir. Cismanî kalb nasıl periyodik hareketlerle sürekli olarak bir açılıp büzülme nöbetini tekrarlıyor ve cismanî hayat onun bu açılıp büzülmesi sayesinde sürüyor ve ona borçlu bulunuyorsa, ruhanî kalb de böyle bir manevî açılıp kapanmanın sürüp gitmesi içinde varlığını sürdürür. Manevî hayat bu bir anlık atışların merkezi olan vicdana borçlu olarak varlığını sürdürür. Her iki mânâsıyla hayatın kökü, kalbin temayüllerine ve atışlarına bağlı kalır. Cismanî kalbin açılıp büzülmesi, akciğerlerin havadan nefes alıp vermesinden görünüşte nasıl bir güç alıyorsa; iç dünyamızda ruhanî kalb de açılıp büzülmesinde “ruh-ı emrî” ile rahmâniyetin nefeslerinin yardımından feyz alır. Rahmânî nefeslerin çekilmesi bir büzülme, akışı ise bir genişleme ve ferahlama ifade eder. Buna ruh ilminde “kabz ve bast hali” adı verilir: “Allah kabzeder, bast eder.” (Bakara, 2/245) âyeti buna işaret eder. İnkıbazın inbisata (büzülmenin genişlemeye) dönüştüğü vicdan ışıltıları ruhta bir haz ve ferahlık, inbisatın inkıbaza dönüştüğü vicdan anları da ruhta bir elem ve sıkıntı doğurur. İnkıbaz, ruhî kalbin kendine dönüşü, duyduğu acı da bu dönüş içinde yok oluştan azıcık tadışıdır. İnbisat ise kalbin, rahmânî nefeslere kavuşması, aldığı haz ve lezzet de bu kavuşma içinde varoluşu tadışıdır. İlâhî kabz, insan ruhuna bir önceki imdadı yutturup, asıl hasleti olan yokluğu tattırmak üzere, kalbi kendine döndüren bir terk ve yöneltmedir. İlâhî bast ise, bunun aksine kalbi kendinden alıp varlığı tattıran bir imdattır. Bunun içindir ki, insan kendi kendine terk edildiği zaman pek ziyade kabz hâline dönüşür ve acı duyar da kendisini her şey zanneden o azgın insan o anda Hak’dan azıcık bir imdat almak için kıvrandıkça kıvranır. Hasılı hayat gerek dışta, gerek içte Hak ile böyle sürekli bir alış veriş içindedir. İnkıbaz hâlinin sürüp gitmesi bir hastalık (melankoli) demek olduğu gibi inbisat hâlinin de sürüp gitmesi yine bir hastalıktır. İnkıbaz-ı küllî de, inbisat-ı küllî de ölüm demektir. Biri boğar, biri çatlatır. Sağlıklı hayat kalbdeki inkıbaz ve inbisatın nöbetleşe olarak sürüp gitmesinde; kâh elem, kâh haz şeklinde durmadan değişmesindedir. Geleceğe göre hikmet, ümitsizlik ile ümidin dengede durmasında, ümitle korku arasında (beyne’l-havfi ve’r-reca) kurulan uyumdadır ve bu uyumun sağlamlığındadır.

Hikmetin mastar mânâsı açıklanırken, isim anlamlarından birçoğu da bu arada dolayısıyla anlatılmış oldu ki, bunların bir kısmına özel olarak, bir kısmına da genel olarak hikmet adı verilir. Bundan dolayı sağlam bilgi, güzel huy, faydalı sanat, herkesin faydasına olan hizmet, sebep ve sebebiyet, bir kötülüğü önlemek veya bir iyiliği elde etmek için yapılan herhangi bir şey, ibret ve ders almayı gerektiren herhangi bir söz ve nasihat, tuhaf bir şeyin sırrını anlamaya yönelik çaba, peygamberlik, sağlam gelenekler, Allah’ın değişmez kanunları, Peygamber’in sünnetleri, şeriat, din, kitap, Kur’ân, İncil. İşte bunların her biri hikmetin çeşitli mânâlarından birer tanesidir.

Mukatil’den rivayet olunuyor ki, “hikmet” Kur’ân’da dört türlü tefsir edilir:

1- Kur’ân’ın öğütleri mânâsına ki, Bakara Sûresi’nde, “Ve Allah’ın size indirdiği kitap ile size öğüt vermek için indirdiği hikmet…” (Bakara, 2/231) bu mânâyadır.

2- Anlamak ve bilmek anlamına hikmet ki, “Andolsun ki, Biz Lokman’a hikmet verdik.” (Lokman, 31/12) âyetinde olduğu gibi.

3- Nübüvvet (peygamberlik) mânâsına hikmet ki, “Gerçek şu ki, Biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik.” (Nisa, 4/54) ve “Ve Allah Davud’a hükümdarlık ve hikmet verdi.” (Bakara, 2/251) âyetlerinde bu anlamadır.

4- İnce sırları ile Kur’ân demektir ki, “Rabbinin yoluna hikmetle davet et.” (Nahl, 16/125) ve yine bu âyetteki “Her kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir.” bu anlamdadır.

Fahruddin Razî de bu dört mânânın, iyice araştırılınca “ilim” mânâsına geldiğinin anlaşılacağını söylemiştir. İbnü Mes’ûd, Dahhâk ve daha başkalarından bu âyette hikmetten muradın Kur’ân olduğu rivayet edilmiştir. Ayrıca Abdullah İbnü Abbas’dan gelen bir rivayette, “Kur’ân’ın nâsih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini, mukaddem ve muahharını bilmektir.” diye; İbrahim, Ebu’l-Âliye ve Katade’den, “Kur’ân anlayışı” diye; Hasen’den “Dinde takva = ” diye; Rebî’ b. Enes’den “haşyet” diye tefsir edildiği de nakledilmektedir. Bunlar da daha yukarıda kaydettiğimiz mânâlara eklenince toplamı yirmi dokuz çeşit tefsire ulaşır. Bunların bir kısmı masdar, bir kısmı hasılı masdar, bir kısmı da isim cinsinden kelimelerdir. Tariflerin bir kısmı ilme, bir kısmı amele, bir kısmı da her ikisine birden raci olduğundan buraya kadar yapılan açıklamalar da kısmen tarife, kısmen misale ait olmak üzere tariflerin toplamından üç farklı tefsir şekli çıkar:

1- Faydalı amele götüren bilgi,

2- Bilgiye dayalı olarak ortaya konan faydalı amel,

3- İlimde ve amelde ihkâm (sağlamlık).

Bir başka deyişle, sözde ve işte isabet veya ilim ve fıkıh mânâlarıdır. Bu mânâlar birbirlerinin yakını ve gerekçeleri durumundadırlar, hikmeti bunlardan birine mahsus kılmaya hiçbir ipucu yoktur. “Lâm”ın ahde hamledilmesi ile hikmetin, nübüvvet ve Kur’ân mânâları ihtimal dahilinde, ve , yani “dilediğine…” ve “çok hayır” gibi ifadeler buna bir ipucu gibi ise de âyetin gerek yukarısı ile bağlantısı, gerekse “bunu üstün akıllılardan başkası anlamaz” şeklindeki sonucu ve ayrıca bunun kesbî ilimlere de işarette bulunması, genel anlamda hikmet cinsinden olan herşeyi kapsamı içine aldığında şüphe ve tereddüde yer kalmaz. Tefsir ilminde otorite sayılan âlimlerin tercihleri, bu üç mânâdan mastar veya hasılı mastar olarak hiçbirine tahsis etmeden tefsir etmişlerdir. “Çok hayır” diye övgüye layık kılmaktan da anlaşılacağı gibi, yukarıda açıkladığımız şekilde çok hayır, ancak ilimle amelin birleşmesinden doğar. Kötülüğü önlemek, iyiliği elde etmek şeklindeki esas anlamının bilfiil gerçekleşmesi de buna bağlıdır. Her çeşit hikmet Allah’ın ihsanıdır, fakat “çok hayır” kâmil hikmettedir. Ekmel hikmet de “hayr-ı kül”dür.

Bakara 269 Elmalılı Tefsir
https://groups.google.com/g/allahvepeygamber/c/7CfCj5vXGEw?pli=1

Lao Tzu’nun Batı’ya Gidişi…

0

Tao Teh Ching Lao Tzu Shambhala  Boston 1990
Taoizm Lao Tzu MEB Ankara 1963

Tonyukuk ile Lao Tzu aynı felsefe okuludur.
İç Asya felsefesi.
Her ikisi de Konfüçyus’a karşıdırlar..
Konfüçyus, Çin aydınlanmasıdır, akılcıdır.
Lao Tzu, İç Asya tasavvufudur; batıya giderek düşünsel köküne dönmüş.

 

Kaynaklar:

  • http://www.giclee.com.tw/en/product/lao-tzuridinganox,changlu,mingdynasty-2199.html
  • http://www.penninetaichi.co.uk/index_files/Page339.htm
  • http://www.tufeyli.com/taoculuk-nedir/
  • http://www.habercem.com/taoizm-nedir-bize-ne-kadar-yakindir-_m373.html
  • lao tzu batıya geçiş (GOOGLE) https://www.ozemre.com/sites/default/files/taoculuktakianahtarkavramlar.pdf

By Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Aralık 29, 2017

Mütefekkirlerimizden Düşünceler

0
  • “Gökyüzü kubbemiz, güneş bayrağımız ve dünya vatanımız” Oğuz Kağan
  • “Siz şaşırmışsınız. Hiç Tanrı’nın oğlu olur mu? O tektir.” Attila
  • “Gelimli gidimli dünya, sonucu ölümlü dünya.” Dede Korkut
  •  “(Türk hakanını), Türk halkını Ötüken toprağına ben kendim, Bilge Tunyukuk, (getirdim).”   Bilge Kağan
  • “(Ben), Tanrı gibi (ve) Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Hakan” Bilge Kağan
  • “Eğer bilmediklerim ayağımın altında olsaydı, başım göğün en yüksek katına değerdi.” Ebu Hanife
  • “Hakim ol Kimyaya, hakim ol dünyaya”  Cabir Bin Hayyan
  • “Bir ilim adamı ya kendinden önce kimsenin tesbit edemediği bir konuda eser kaleme alır, ya kendinden önceki ilim adamlarının kapalı bıraktığı konuları açıklar, kolaylaştırır ve anlaşılır kılar, veya daha önce yazılmış eserlerde bulunan eksiklikleri giderir, yanlışları düzeltir” Harezmi
  • “Önemli sayıların keşfi için güç veren Allah’a şükürler olsun.” Harezmi
  • “Sekiz diğer sekizden çıkınca geriye bir şey kalmaz. Boş kalmaması için bir dairecik koy!” Harezmi
  • “Aslında, herşeyi yansıtan, aksettiren insanın hesaplama ihtiyacıdır. Ben herşeyin rakam içerdiğini keşfettim ve ben rakamın birimleri birleştirmekten başka birşey olmadığını keşfettim. Bu nedenler birlikte bütün sayılar ifade edilir. Bununla beraber ben bütün sayıların, ona kadar olan rakamların türetilmesiyle tanzim edildiğini keşfettim.”  Harezmi
  • ” 9 rakam ve bu yeni sembol ile tüm işlemleri yapmak mümkündür” Harezmi
  • “Halk hesaplamadan genellikle ne bekler?, diye düşündüğümde, gördüm ki her zaman beklenen ‘sayı’dır.” Harezmi
  • “Allah, kullarına doğru yolu gösteren ve hedefe ulaştırandır.” En Nesefi
  • “Adalet evrenin ruhudur.” Ömer Hayyam
  • “Beden kalbin ülkesidir. Bu ülkede kalbin birçok askeri vardır. ” Gazzali
  • “Menim hikmetlerim dana (bilgin) işitsin Sözümü destan kılıb maksadına yetsin.” Hoca Ahmet Yesevi
  • “Tatbikata çevrilmeyen her teknik ilim, doğru ile yanlış arasında kalacaktır”  El Cezeri
  • “Tarîkat deniz gibidir, hakîkat da inci gibidir.” Necmettin Kübra
  • “Eline, diline, beline sahip ol. Kalbini, kapını, alnını açık tut.”  Şeyh Edebali
  • “Biz yaradanı görmeden sevmedik mi?” Mevlana
  • “Şol cennetin ırmakları.. Akar Allah deyu deyu” Yunus Emre
  • “Ete kemiğe büründüm …. Yunus diye göründüm.” Yunus Emre
  • “Derdim çoktur, hangisine yanayım” Pir Sultan Abdal
  • “Dünya ne kadar küçük…” Piri Reis
  • “Sefasız ve intizamsız Hind’de güzel, planlı ve muntazam bahçeler kurduk”  Babür Şah
  • “Aşk imiş her ne var alemde” Fuzuli
  •  “Bir saat münazara bir ay mütalaadan hayırlıdır. ” Taşköprülüzade
  • “Devletin esası muhabbettir..” Kınalızade Ali Efendi
  • “Süleyman devrine dön!” Koçi Bey
  • “Yürü bre yalan dünya..Sana konan göçer birgün..” Karacaoğlan
  • “Oldu Kabe bu Cami-i Mevcan Cihar-yar oldu Bu dört sütun…”    Mimar Sinan
  • “Herkesin içinde doğru olana eğri bakan bir göz vardır. “   Mimar Sinan
  • “Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz.” / Evine gelen suyun kesilmesinden sonra…    Mimar Sinan
  • “Selimiye’nin inşasında himmet edip, yüce Allah’ın izni ve yardımı, Sultan ikinci Selimin de teşvik ve desteğiyle Selimiye’nin kubbesini altı zira (yaklaşık 5 m) daha yüksek, derinliğini de dört zira (yaklaşık 3.5 m) fazla inşa ettim. / Ayasofya ile karşılaştırma yapmak için”    Mimar Sinan
  • “Seyahat ya Resulallah” Evliya Çelebi
  • “Hakk ilmine bu âlem bir nüsha imiş ancak, Ol nüshada bu Âdem bir nokta imiş ancak” Niyazi Mısri
  • “Tut-i mucize guyem ne desem laf değil” Itri
  • “Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre, İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere.” Nabi
  • “Mevlam görelim neyler, Neylerse güzel eyler” Erzurumlu İbrahim Hakkı
  • “Ulema yanında dilini, zurefa yanında gözünü, evliya yanından gönlünü sakınmalı” Kethüdazade Arif Efendi

By Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Ocak 05, 2018

Evrensel Değerler

0
Medeniyet: 3M
3M Sacayağı: Dünyanın Merkezi
Nil Amuderya bölgesi (coğrafya dizini) ve harita fotokopi
MaveraünNehir. Mezopotamya. Mısır: 10.000 yıl
Aramice-Arapça. Latince Grekçe?. İbranice
Fransız Devrimi 1789: Özgürlük. Eşitlik. Kardeşlik. 230 yıl
Yazı : Sümer. Dravit. Arami Alfabesi. Tonyukuk
 
Sayı:  Diophantos. Harezmi
 
Din:    Semavi Dinler. 
 
Devlet: ed devlet it türkiye. 
 
Düşünce: İskenderiye Kütüphanesi. Kahire Ezher Üniv. Bağdat Beytül Hikme. Semerkant Rasathane Ali Kuşçu. Buhara
 
Yerleşme: AfroAsya. Afrasya. Verimli Hilal. Nehir kenarları. Göbeklitepe. Ur. İlk Yerleşmeler. Ciddedeki Mısırlı ve Suriyeli
0
  1. Abel Sanchez – Tula Teyze – Miguel de Unamuno
  2. Aforizmalar – Hippokrates
  3. Aias – Sophokles
  4. Akıl Çağı – Thomas Paine
  5. Akıl ve Tutku – Jane Austen
  6. Akşam Toplantıları – Nikolay Gogol
  7. Aktörlük Üzerine Aykırı Düşünceler – Diderot
  8. Alçakgönüllü Bir Öneri – Jonathan Swift
  9. Alman Göçmenlerin Sohbetleri – Johann Wolfgang Von Goethe
  10. Almanya Üzerine – Madame De Stael
  11. Anabasis – Ksenophon
  12. Anna Karenina – Lev Tolstoy
  13. Antigone – Sophokles
  14. Antonius ve Klopatra – William Shakespeare
  15. Ars Petica – Şiir Sanatı – Horatius
  16. Aşk Sanatı – Ovidius
  17. Aşk ve Anlatı Şiirleri – William Shakespeare
  18. Aşkın Emeği Boşuna – William Shakespeare
  19. Atebetü-‘l-Hakayık – Edib Ahmed Yükneki
  20. Atinalı Timon – William Shakespeare
  21. Atinalıların Devleti – Aritoteles
  22. Avcının Notları – Ivan Sergeyeviç Turgenyev
  23. Ayı – Anton Çehov
  24. Babalar ve Oğullar – İvan Turgenyev
  25. Babil Hemeroloji Serisi –
  26. Babil Yaratılış Destanı-Enuma Eliş –
  27. Bakkhalar – Euripides
  28. Başkanın Ziyafeti-Parasızlık-Bekar – Ivan Sergeyviç Turgenyev
  29. Baştan Çıkarıcının Günlüğü – Soren Kierkegaard
  30. Beyaz Geceler – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  31. Bilgeliğin Sarsılmazlığı Üzerine – Seneca
  32. Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev – Jean Jacques Rousseau
  33. Binbir Hayalet – Alexandre Dumas
  34. Bir Delinin Anı Defteri – Nikolay Gogol
  35. Bir Havva Kızı – Honore De Balzac
  36. Bir İdam Mahkûmunun Son Günü – Victor Hugo
  37. Bir İngiliz Afyon Tiryakisinin – Thomas De Quincey
  38. Bir Yaz Gecesi Rüyası – William Shakespeare
  39. Bizansın Gizli Tarihi – Prokopios
  40. Boris Godunov – Aleksandr Puşkin
  41. Böyle Söyledi Zerdüşt – Friedrich Nietzsche
  42. Budala – Fyador Mihayloviç Dostoyevski
  43. Bütün Fragmanlar – Ephesoslu Hipponaks
  44. Bütün Şiirleri – Catullus
  45. Büyük Oyunlar – Anton Çehov
  46. Cardenio – William Shakespeare ve John Fletcher
  47. Cennetin Anahtarları – Michelangelo
  48. Cimri – Molière
  49. Coriolanus’un Tragedyası – William Shakespeare
  50. Cymbeline – William Shakespeare
  51. Cyrano de Bergerac – Edmond Rostand
  52. Çifte İhanet ya da Dertli Âşıklar – William Shakespeare
  53. Çocukluk – Tolstoy
  54. David Strauss,İtirafçı Yazar – Friedrich Nietzsche
  55. Dedektif Öyküleri – Edgar Allan Poe
  56. Değirmenimden Mektuplar – Alphonse Daudet
  57. Deliliğe Övgü – Erasmus
  58. Denemeler – Güvenilir Öğütler ya da Meselelerin Özü – Sive Interiora Rerum
  59. Denemeler – Montaigne
  60. Devlet – Platon (Eflatun)
  61. Dillerin Kökeni Üstüne Deneme – Jean Jacques Rousseau
  62. Dionysos Dithyrambosları – Friedrich Nietzsche
  63. Diriliş – L.N. Tolstoy
  64. Divan – Baki
  65. Divan-ı Kebir – Mevlana Celaleddin Rumi
  66. Doksan Beş Tez – Martin Luther
  67. Dörtlükler Hayyam – Hayyam
  68. Duino Ağıtları – R.M.Rilke
  69. Duman – Ivan Sergeyviç Turgenyev
  70. Düello – Heinrich Von Kleist
  71. Düşünceler – Blaise Pascal
  72. Ecce Homo – F. Niethzsche
  73. Ecinniler – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  74. Efendi ile Uşağı – L.N. Tolstoy
  75. Eğiti Olarak Schopenhauer – Friedrich Nietzsche
  76. Elektra – Sophokles
  77. Emile – Jean-Jacques Rousseau
  78. Ermiş Antonius ve Şeytan – Gustave Flaubert
  79. Eşekarıları, Kadınlar Savaşı ve Diğer Oyunlar – Aristophanes
  80. Ev Sahibesi – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  81. Evde Kalmış Kız – Honore de Balzac
  82. Evlenme-Kumarbazlar – Nikolay Gogol
  83. Ezilenler – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  84. Ezop Masallar – Aisopos
  85. Felsefe Konuşmaları – Denis Diderot
  86. Felsefe Parçaları Ya Da Bir Parça Felsefe – Soren Kierkegaard
  87. Fırtına – William Shakespeare
  88. Fragmanlar – Sappho
  89. Frankenstein ya da Modern Prometheus – Mary Shelley
  90. Galib Divanı – Mirza Esedullah Han Galib
  91. Gargantua – François Rabelais
  92. Geceye Övgüler – Novalis
  93. Genç Werther’in Acıları – Johann Wolfgang Von Goethe
  94. Gençlik – L.N. Tolstoy
  95. George Dandin – Molière
  96. Germinal – Emile Zola
  97. Gezgin Satıcı – Guy de Maupassant
  98. Gılgamış Destanı
  99. Gorgias – Platon (Eflatun)
  100. Göksel Kürelerin Devinimleri – Copernicus
  101. Guliver’in Gezileri – Jonathan Swift
  102. Gurur ve Önyargı – Jane Austen
  103. Gülme – Henri Bergson
  104. Gülşen-i Râz – Mâhmud-i Şebüsteri
  105. Güvercinin Kanatları – Henry James
  106. Güzel Dost – Guy de Maupassant
  107. Hacı Murat – L.N Tolstoy
  108. Hafız Dîvânı – Hafız-ı Şirazî
  109. Hagakure -Yamamato
  110. Ham Toprak – İvan Turgenyev
  111. Hamlet – William Shakespeare
  112. Hançer – M. Y. Lermontov
  113. Hastalık Hastası – Molière
  114. Hayat Bir Rüyadır – Calderon De La Barca
  115. Hırçın Kız – William Shakespeare
  116. Hitopadeşa – Narayana
  117. Hophopname – Mirze Elekber Sabir
  118. Hükümdar Niccolo Machiavelli
  119. Hüsn ü Aşk – Şeyh Galip
  120. II. Edward – Christopher Marlowe
  121. II. Richard – William Shakespeare
  122. III. Richard – William Shakespeare
  123. Illuminations – Artur Rimbaud
  124. IV. Haçlı Seferi Kronikleri – Geoffroi De Villehardouin – Henri De Valenciennes
  125. İdeal Devlet – Farabi
  126. İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog – Galileo Galilei
  127. İki Oyun – Henric Ibsen
  128. İki Soylu Akraba – William Shakespeare
  129. İlâhiname – Feridüddin Attar
  130. İlkgençlik – Tolstoy
  131. İlyada – Homeros
  132. İnsan Neyle Yaşar – L.N.Tolstoy
  133. İnsanca Pek İnsanca-1 – Friedrich Nietzsche
  134. İnsanca Pek İnsanca-Gezgin ve Gölgesi – Friedrich Nietzsche
  135. İnsanca Pek İnsanca-Karışık Kanılar ve Özdeyişler – Friedrich Nietzsche
  136. İnsandan Kaçan – Molière
  137. İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma – David Hume
  138. İphigenia Aulis’te – Euripides
  139. İphigenia Tauris’te – Euripides
  140. İran Mektupları – Montesquıeu
  141. İskender Sezar – Plutarkhos
  142. İvan İlyiç’in Ölümü – L. N. Tolstoy
  143. İyinin ve Kötünün Ötesinde – Friedrich Nietzsche
  144. Joseph Andrews – Henry Fıeldıng
  145. Julius Caesar – William Shakespeare
  146. Kaderci Jacques ve Efendisi – Denis Diderot
  147. Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi – Mary Wollstonecraft
  148. Kadınlar Mektebi – Molière
  149. Kafkas Tutsağı – L.N.Tolstoy
  150. Kamelyalı Kadın – Alexandre Dumas Fils
  151. Kanlı Düğün – F.G.Lorca
  152. Kanunların Ruhu Üzerine – Montesquıeu
  153. Karamazov Kardeşler – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  154. Kartaca Kraliçesi Dido – Christopher Marlowe
  155. Katıksız Mutluluk – Katherine Mansfield
  156. Kâtip Bartleby – Herman Melville
  157. Kaygı Kavramı – Soren Kierkegaard
  158. Kerem İle Aslı – İsa Öztürk
  159. Kırmızı ve Siyah – Stendhal
  160. Kısa Romanlar, Uzun Öyküler – Henry James
  161. Kısasa Kısas – William Shakespeare
  162. Kış Masalı – William Shakespeare
  163. Kibarlık Budalası – Moliere
  164. Kitlelerin Ayaklanması – Jose Ortega Y Gasset
  165. Köpeğiyle Dolaşan Kadın – Anton Çehov
  166. Körler Üzerine Mektup Sağır ve Dilsizler Üzerine Mektup – Denis Diderot
  167. Kötülük Çiçekleri – Charles Baudelaıre
  168. Kral IV. Henry -I- – William Shakespeare
  169. Kral IV. Henry -II- – William Shakespeare
  170. Kral John’un Yaşamı ve Ölümü – William Shakespeare
  171. Kral Lear – William Shakespeare
  172. Kral Oidipus – Sophokles
  173. Kral V. Henry – William Shakespeare
  174. Kral VI. Henry – I – William Shakespeare
  175. Kral VI. Henry – II – William Shakespeare
  176. Kral VI. Henry – III – William Shakespeare
  177. Kral VIII Henry – William Shakespeare
  178. Kreutzer Sonat – L. N. Tolstoy
  179. Kritovulos Tarihi (1451-1467) – Kritovulos
  180. Kumarbaz – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  181. Kuru Gürültü – William Shakespeare
  182. Kutadgu Bilig – Yusuf Has Hacib
  183. Lokantacı Kadın – Carlo GoldonIı
  184. Lorenzaccio – Alfred de Musset
  185. Louis Lambert – Honore de Balzac
  186. Lykurgos’un Hayatı – Plutarkhos
  187. Macbeth – William Shakespeare
  188. Madame Bovary – Gustave Flaubert
  189. Mahşerin Dört Atlısı – Vicente Blasco Ibanez
  190. Malavika ve Agnimitra – Kalidasa
  191. Maltalı Yahudi – Christopher Marlowe
  192. Mantık Al-tayr – Feridüddin Attar
  193. Marianne’nin Kalbi – Alfred de Musset
  194. Masal Irmaklarının Okyanusu – Somadeva
  195. Masallar – La Fontaine
  196. Masumiyet ve Tecrübe Şarkıları – William Blake
  197. Matmazel De Scudery – E.T.A. Hoffmann
  198. Medea – Euripides – Euripides
  199. Medea – Seneca
  200. Milletlerin Zenginliği – Adam Smith
  201. Mimoslar – Herodas
  202. Modeste Mignon – Honore de Balzac
  203. Murasaki Shikibu’nun Günlüğü – Murasaki Shikibu
  204. Mutlak Peşinde – Honore de Balzac
  205. Mutlu Prens – Oscar Wilde
  206. Mutluluğun Kazanılması – Farabi
  207. Müfettiş – Nikolay Gogol
  208. Mülkiyet Nedir – Pierre Joseph Proudhon
  209. Nana – Emile Zola
  210. Nasıl Hoşunuza Giderse – William Shakespeare
  211. Northanger Manastırı – Jane Austen
  212. Notre Dame’in Kamburu – Victor Hugo
  213. Oblomov – İvan Gonçarov
  214. Odysseia – Homeros
  215. Oidipus Kolonos’ta – Sophokles
  216. Olmedo Şövalyesi – Lope De Vega
  217. On İkinci Gece – William Shakespeare
  218. Othello – William Shakespeare
  219. Otranto Şatosu – Horace Walpole
  220. Ölü Canlar – Nikolay Gogol
  221. Ölüler Evinden Anılar – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  222. Önemsiz Bir Kadın – Oscar Wilde
  223. Öteki – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  224. Özel Günceler Apaçık Yüreğim – Charles Baudelaıre
  225. Pantagruel – François Rabelais
  226. Para Üzerine Bir İnceleme – John Maynard Keynes
  227. Paralel Hayatlar – Demosthenes – Cicero – Plutarkhos
  228. Paris Sıkıntısı – Charles Baudelaire
  229. Paris’te Katliam – Christopher Marlowe
  230. Parma Manastırı – Stendhal
  231. Pazartesi Hikâyeleri – Alphonso Daudet
  232. Pericles – William Shakespeare
  233. Phaedra – Seneca
  234. Philoktetes – Sophokles
  235. Pierrette – Honore de Balzac
  236. Poetika – Aristoteles
  237. Profesör – Charlotte Bronte
  238. Putların Alacakaranlığı – Friedrich Nietzsche
  239. Rahibe – Denis Diderot
  240. Rameau’nun Yeğeni – Denis Diderot
  241. Resos – Euripides
  242. Richard Wagner Bayreuth’ta – Friedrich Nietzsche
  243. Robınson Crusoe – Daniel Defoe
  244. Romeo ve Juliet – William Shakespeare
  245. Rubailer – Mevlana Celaleddin Rumi
  246. Rudin İlk Aşk İlkbahar Selleri – İvan Sergeyeviç Turgenyev
  247. Sainte-Hermine Şövalyesi – Alexandre Dumas
  248. Sanat Nedir – L.N Tolstoy
  249. Sapho – Alphonse Daudet
  250. Sarrasine – Honoré De Balzac
  251. Savaş Sanatı – Sun Zi (Sun Tzu)
  252. Savaş ve Barış 2 Cilt – L. N. Tolstoy
  253. Seçme Aforizmalar – Francis Bacon
  254. Seçme Masallar – E.T.A. Hoffmann
  255. Seçme Masallar – Hans Christian Andersen
  256. Seçme Öyküler – Mark Twain
  257. Seçme Şiirler – Emily Dickinson
  258. Sefiller – Victor Hugo
  259. Sevgililer – Carlo Goldoni
  260. Seviyordum Sizi – Aleksandr Puşkin
  261. Seyir Defteri – Kristof Kolomb
  262. Silas Marner – George Eliot
  263. Sis – Miguel De Unamuno
  264. Sistem Olarak Tarih – Jose Ortega Y Gasset
  265. Sivastopol – L.N. Tolstoy
  266. Siyah İnci – AnnaSewel
  267. Siyah Lale – Alexandre Dumas
  268. Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri – David Ricardo
  269. Siyasetname – Nizamü’l-Mülk
  270. Sokrates in Savunması – Platon (Eflatun)
  271. Soneler – William Shakespeare
  272. Stepançikovo Köyü – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  273. Suç ve Ceza – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  274. Suyu Bulandıran Kız – Honore de Balzac
  275. Sümer Kral Destanları –
  276. Şam Tarihinde Zeyl – Ibn Kalanisi
  277. Şamdancı – Alfred de Musset
  278. Şarkılar – Giacomo Leopardi
  279. Şiirler – Bütün Fragmanlar –
  280. Şölen – Dostluk – Platon (Eflatun)
  281. Tao Te Ching – Laozi
  282. Taras Bulba – Nikolay Gogol
  283. Tarih – Herodotos
  284. Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası – Friedrich Nietzsche
  285. Theogonia – İşler ve Günler – Hesiodos
  286. Therese ve Laurent – George Sand
  287. Theseus-Romulus – Plutarkhos
  288. Tılsımlı Deri – Honore de Balzac
  289. Titus Andronicus – William Shakespeare
  290. Toplum Sözleşmesi – Jean Jacques Rousseau
  291. Toprak Arabacık – Şudraka
  292. Tragedya’nın Doğuşu – Friedrich Nietzsche
  293. Trakhisli Kadınlar – Sophokles
  294. Troialı Kadınlar – Seneca
  295. Troilus ve Cressida – William Shakespeare
  296. Upanishadlar – Kolektif
  297. Ursule Mirouet – Honore de Balzac
  298. Utopia – Thomas More
  299. Üç Ölüm – L. N. Tolstoy
  300. Üç Silahşör – Alexandre Dumas
  301. Vadideki Zambak – Honoré De Balzac
  302. Veba Yılı Günlüğü – Daniel Defoe
  303. Venedik Taciri – William Shakespeare
  304. Veronalı İki Soylu Delikanlı – William Shakespeare
  305. Wındsor’un Şen Kadınları – William Shakespeare
  306. Yakarıcılar – Euripides
  307. Yanlışlıklar Komedyası – William Shakespeare
  308. Yarat Ey Sanatcı – Goethe
  309. Yasalar Üzerine –
  310. Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar – Arthur Schopenhauer
  311. Yaşama Sevinci – Emile Zola
  312. Yaşamımdan Şiir ve Hakikat – Johann Wolfgang Von Goethe
  313. Yaşamının Son Yıllarında Goethe İle Konuşmalar – Johann Peter Eckermann|
  314. Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine – Cicero
  315. Yeraltından Notlar – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  316. Yergiler – Decimus Iunius Iuvenalis
  317. Yerleşik Düşünceler Sözlüğü – Gustave Flaubert
  318. Yeter ki Sonu İyi Bitsin – William Shakespeare
  319. Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri – Abdulbaki Gölpınarlı
  320. Yüce Sultan – Miguel de Cervantes
  321. Yükümlülükler Üzerine – Cicero
  322. Yürek Burgusu – Henry James
  323. Yüzbaşının Kızı – Aleksandr Puşkin
  324. Zincire Vurulmuş Prometheus – Aiskhylos

Hasan Ali Yücel Klasikler dizisinde yeralan 324 kitabın sadece 18 adedi Doğu Klasikleri.

Karahanlı Düşünürlerimiz

0

1450’li yıllara kadar Türk Düşüncesinde ana merkezler Orhun Vadisi, Maveraünnehir Havzası ve Büyük Horasan Havzasıdır, sonuncusu İran’dan Kuzey Hindistan’a olan coğrafyayı kapsamaktadır. Bu üç bölge Türk Düşüncesini biçimlendirmiştir.

Orhun Yazıtları’nın Bilimsel Disiplinler açısından Monografik değerlendirilmeleri henüz yapılmamıştır. Batı’daki 1215 tarihli ilk Anayasa’dan ( Magtna Carta) 500 yıl önceki Anayasamızın (Tonyukuk Yazıtı) temel kavram ve maddeleri bu taşlar ile kayıt altına alınmıştır.

Göktürkler’den 3 Yazıt (Tonyukuk, Bilge Kağan, Kültigin) miras kaldıktan sonra, Karahanlılar’dan çok daha fazla sayıda anıt eserler günümüze kalmıştır.

  • Yusuf Has Hacib‘in Kutadgu Bilig (Kutsal Bilgi),
  • Kaşgarlı Mahmud‘un Divânu Lügati’t-Türk (Büyük Türk Sözlüğü),
  • İmam-ı Ebü’l-Fütuh Abdülgafur‘un Tarih-i Kaşgar (Kaşgar’ın Tarihi),
  • Ahmet Yesevi‘nin Divan-ı Hikmet,
  • Edip Ahmet Yükneki‘nin Atabet’ül Hakayık (Hakikatlerin Eşiği)

adlı eserleri bu dönemin en önemli yapıtlarıdır. Bunun yanında Karahanlılar döneminde yazılan ve elimizde bulunan birkaç Kur’an tercümesi ile  Kaşgarlı Mecdüddîn Mehmed’in İbrahim Han’a takdim ettiği (şu an kayıp olan) Târîh-i Türkistan ve Hıtây ile yazarı bilinmeyen Mücmilü’t-Tevârih ve’l-Kısâs adlı eserleri [kitapları] yine bu dönemde verilmiş önemli eserlerdir. Sonrasında Gazneliler döneminde Biruni ve Selçukluların bilhassa Horasan, Bağdat ve Anadolu’da verdikleri eserler 500 yıllık aydınlanma (700-1200) döneminin başyapıtlarıdır.

Ayrıca bkz:

Türk Dili Türk Dili Dergisinde Türkçenin Dergisinde Türkçenin Kaynak Eserleri Hakkında Kaynak Eserleri Hakkında Yayımlanmış Yazılar Üzerine Yayımlanmış Yazılar Üzerine 1025 YRD. DOÇ. DR. GALİP GÜNER YRD. DOÇ. DR. GALİP GÜNER

By Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Mart 04, 2018

Yunus Emre Divanı – Su Referansları

0

 

ilk numara şiire, yanındaki ikinci numara ise beyit veya dörtlüğe aittir.

 

1/6

Yüz bin Ferhâd külüng almış kazar taglar bünyâdını

Kayalar kesüp yol eyler Âb-ı Hayât akıtmaga

 

1/7

Âb-ı Hayât’un çeşmesi ‘âşıklarun visâlidür

Kadehi tolu yüridür susamışları yakmaga

 

6/4

Evvel gele şol yuyucı ardınca şol su koyucı

İledüp kefen sarıcı bunlar hâlün bilmez ola

 

18/7

Çün denize gark oldun bogazuna geldi su

Delü bigi talbınma iy bî-çâre batdun tut

 

19/1

Niteligüm soran işit hikâyet

Su vü toprak od u yil oldı sûret

 

19/3

Yil ile topragı kıldı mu’allak

Su içinde odı dutdı selâmet

 

24/4

Bu murdârı divşürenler bu su ile yunur sanur

Erden himmet olmayınca ‘ömür geçer yunmayısar

 

34/5

Erenün yüzi suyı himmeti ‘Arş’dan ulı

Kimi görsen bu hûlı eren ‘inâyetidür

 

50/1

Benüm gönlüm gözüm ‘ışkdan toludur

Dilüm söyler yari yüzüm suludur

 

50/4

Senün ‘ışkun deniz ben bir balıcak

Balık sudan çıka hemen ölidür

 

54/8

Her kim gaflet içre geçer cânı zevâl suyın içer

Derviş sırrı ‘Arş’dan uçar gerçegi yir yüzindedür

 

71/8

Adı sanı uşatdum

Küfrümi suya atdum

Miskînlige el katdum

Allah görelüm n’eyler

 

71/10

‘Âr-nâmusı bırakdum

Külümi suya atdum

Dervîşlige el katdum

Allah görelüm n’eyler

 

79/3

Bu yol uzakdur menzili çokdur

Geçidi yokdur derin sular var

 

83/6

Kibr ü menidür subaşı delim kişidür yoldaşı

Sen olmagıl anun eşi buna uyan yoldan azar

 

101/7

Yûnus esriyüben düşdi susakda

Çagırur Tapdug’ına ‘âr gerekmez

 

116/3

Zâhir suya banmadın el ayak deprenmedin

Baş sücûda inmedin kılınur tâ‘atümüz

 

116/5

Ne Ka’be’ye varalum ger mescide girelüm

Gerek suya yunalum biledür ‘illetümüz

 

116/6

Su ne kadar arıda çün yavuz hûyun bile

Meger bizi pâk ide Hak’dan ‘inâyetümüz

 

136/2

Tanla turup başun kaldur ellerüni suya daldur

Hem şeytânun boynını ur hem nefs dahı ölse gerek

 

143/1

N’iderüz dirlik suyın biz cânı yagmâya virdük

Cevherleri sarrâflara ma‘deni yagmâya virdük

 

147/1

Bu vücûdun ser-mâyesi od u su toprag u yildür

Her biri aslına gider gâfil olmak nendür senün

 

147/9

Şimdi Yûnus susadı diler ki senden içe

Bir içim bin kızıla nice bahân yok senün

 

148/4

Su getüreler yumaga kefen saralar komaga

Agaç ata bindüreler teneşire düşdi gönül

 

152/14

Su getüreler yumaga kefen saralar komaga

Agaç ata bindüreler teneşire düşdi gönül

 

157/3

Kara taşa su koyarsan elli yıl ısladurısan

Hemân taş gine bayagı hünerlü taş olur degül

 

157/3

Bir çeşmeden akan su acı tatlu olmaya

Edebdür bana yirmek bir lüleden sızaram

 

157/4

Taşdan çıkar dürlü sular ayagından biter neler

Câhil gönli taşdan beter câhil gelmez gelür degül

 

158/6

Şol Hızır’ıla İlyâs Âb-ı Hayât içdiler

Bu bir kaç yıl içinde bunlar ölesi degül

 

171/6

Bir çeşmeden akan su acı tatlu olmaya

Edebdür bana yirmek bir lüleden sızaram

 

177/3

Deniz yüzinden su alup sunı virürem göklere

Bulutlayın seyrân idüp ‘Arş’a yakın varan benem

 

180/5

Senün gibi cân var iken Âb-ı Hayât isteyeni

Karanulıga gireni ben anı hayvân tutaram

 

184/4

Urdılar suyum ılıdı

Kavum kardaş cümle geldi

Esen kalsun kavum kardaş

Allâh sana sundum elüm

 

190/4

Bâkî suyın içmiş iken belürmez ölüm çeşnisi

Niçe zevâl ire bana sevmegile varurısam

 

191/7

Nûh oldum Tûfân içün çok dürişdim dîn içün

Dînüme dönmeyeni suya gark idüp geldüm

 

208/2

Devlet tâcı başa kondı ‘ışk kadehin bana sundı

Susadugumca ben dahı her dem anı içer oldum

 

211/6

Dört dürlü nesneden hâsıl bilün benem uşda delîl

Odıla su toprag u yil bünyâd kılan Yezdân benem

 

226/1

Denizler olsa bir kadeh susalıgum kanmaz benüm

İnildümi yenemezem gözüm yaşı dinmez benüm

 

230/5

Sûret nakşın gidermekle gönül mülki temiz olmaz

Akar rahmet suyı çaglar gönül kirin yuyan gelsün

 

235/3

Günâhun çogu şûmından îmânun gülleri soldı

‘İnâyet suyıla her dem niçün anı suvarmazsın

 

252/6

İş bu tenün tertîbi od u toprak yil u su

Yûnus sen gör özüni suda toprakda mısın

 

253/4

‘Işkun odına yanayın derdün suyına kanayın

Gördügüm seni sanayın hayrân olayın bir zamân

 

270/1

Taşdun yine deli gönül sular gibi çaglar mısın

Akdun yine kanlu yaşum yollarumı baglar mısın

 

277/6

Bir garîb ölmiş diyeler

Üç günden sonra tuyalar

Sovuk suyıla yuyalar

Şöyle garîb bencileyin

 

278/2

İy gönül sana uyaldan kalmadı yüzümün suyı

Rahmet gele ta ki sana kandayısan dîvândasın

 

294/2

Cânum ‘ışkun külhânıdur tartınmadın ur odını

Kamış suyı şeker olur od bıragıcak külhâna

 

304/15

Dilden nesnene gelmez suyıla gönül yunmaz

Girçegin gelenleri yederler bir kılıla

 

309/2

Sular gibi seyreyle bir yirde karâr itme

Alçaklara ak yüri ‘ummâna irişince

 

312/5

Yine sahra vü merg-zâr hoş akar esrük bu sular

Cihânlara saçdı nisâr cümle ‘âlem dostı yine

 

329/1

‘Işk odı düşdi cânuma yakup beni yandurmaga

Yidi deniz suyı yitmez susalıgum kandurmaga

 

329/2

Yidi deniz suyı n’ider susamış ‘âşık cânına

Şeyhüm yüzi gerek bana gördükde baş indürmege

 

332/2

Bu dem ‘ışkun suyıyla gayrı yudum

‘Aceb ‘ârif benem ‘irfân içinde

 

341/2

Tanlacak turı gelgil elüni suya urgıl

Üç kez salâvât virgil andan bakgıl güneşe

 

342/7

Yûnus’ı ögen ögsün sögen Yûnus’a sögsün

Keçe suya salupdur ne durur irte gice

 

355/3

Göge eytdi dön didi ay-gün yürisün didi

Suyı mu‘allak kodı üstinde yir eyledi

 

356/9

Mûsâ gönüldi Tûr’a Hak’la münâcât kıla

Gördi kim bir su akar Mûsâ nazar eyledi

 

356/10

Mûsâ eydür göreyin bu su ne yirden gelür

Ger böyle akarısa zîr ü zeber eyledi

 

356/11

İlerü vardı Mûsâ la‘în oturmış aglar

Gözinün yaşıyımış ol su bınar eyledi

 

367/5

Çün gölden girü döndi budak üzere kondı

Silkindi her bir yönden bir tamla su döküldi

 

367/6

Ol suyun her birisin bir cân yaratdı güzin

Ol cânun her birisi bunda peygamber oldı

 

369/4

Öküz taşun üstinde taşı balık götürür

Balık suyun içinde binâsın yilden kodı

 

373/4

Dervîşler yüzi sulu

Görenler olur delü

Bâtını ‘Arş’dan ulu

Eve dervîşler geldi

 

376/3

Rahmet suyıyıla yudı gönlüm evin ap-arıca

Hıdmet kapusundan ana sundı şükür ayagını

 

379/2

Od u su vü topragı yili bile

Anunıla bünyâd eyledi teni

 

388/5

Bir hastaya vardunısa bir içim su virdünise

Yarın anda karşu gele Hak şarâbın içmiş gibi

 

388/7

Yûnus Emre bu dünyâda iki kişi kalur dirler

Meger Hızır-İlyâs ola Âb-ı Hayât içmiş gibi

 

404/7

Akar sulayın çaglaram

Dertlü cigerüm taglaram

Şeyhüm anuban aglaram

Gel gör beni ‘ışk n’eyledi

 

http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10663,metinpdf.pdf?0

s.343 ve sonrası SÖZLÜK