Notice: _load_textdomain_just_in_time işlevi yanlış çağrıldı. Translation loading for the td-cloud-library domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Ayrıntılı bilgi almak için lütfen WordPress hata ayıklama bölümüne bakın. (Bu ileti 6.7.0 sürümünde eklendi.) in /var/www/vhosts/agaoglulevent.com/httpdocs/wp-includes/functions.php on line 6121
Türk Düşünce Tarihi -5: Tefekkür Medeniyetimizin Devletleri, Coğrafyaları ve Mütefekkirleri - Levent AĞAOĞLU - Page 19
Ana Sayfa Blog Sayfa 19

Türk Düşünce Tarihi -5: Tefekkür Medeniyetimizin Devletleri, Coğrafyaları ve Mütefekkirleri

0

İÇİNDEKİLER

ÖZET

GİRİŞ

  1. Anayurt ve İlk Genişleme
  2. Türk Devletleri Kronolojisi
  3. Türk Devletleri ve Denizler
  4. Türk Devletleri’nin Egemenlik sağladığı Ülkeler
  5. Emperyal Vizyon

TÜRK DEVLETLERİ

  1. Çu Devleti ve Çin Hanedanları
  2. Hunlar/Büyük Hun İmparatorluğu
  3. Batı Hun İmparatorluğu
  4. Avrupa Hun İmparatorluğu
  5. Ak Hun İmparatorluğu
  6. Göktürk Kağanlığı
  7. Avar Kağanlığı
  8. Hazar Kağanlığı
  9. Uygur Kağanlığı
  10. Karahanlı Devleti
  11. Gazne Devleti
  12. Büyük Selçuklu Devleti
  13. Anadolu Selçuklu Devleti
  14. Harezmşahlar Devleti
  15. Altın Orda Devleti
  16. MEMLUK Sultanlığı
  17. Timur İmparatorluğu
  18. Safevî Devleti
  19. Babür İmparatorluğu
  20. Osmanlı İmparatorluğu

TÜRK DEVLET FELSEFESİ

  1. Türk Devletlerinde Mütefekkirler
  2. TÜRK DEVLET FELSEFESİ
  3. TEMEL KAVRAMLAR

Kaynakçalar

Kaynaklar

ÖZET:  “3000 yılda 20 Devlet kurduk”

Devlet kavramı, tefekkür ile birebir ilgilidir.

Tefekkür neticesinde kuruluyor devletler.

En uzun süreli devletler olan Hun İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu olguları; başlangıç ve bitiş tefekkürlerinin sağlam olduğunu, kalıcı olduğunu göstermektedir.

Tefekkür Medeniyetimizin ayırdedici vasfı Devlet kurma kabiliyeti ve teşkilatlandırma maharetidir. 


3000 yılda kurulan Devlet sayısı 20’dir.

  • MÖ 1100 – 0: 3 Devlet
  • MS 0- 500 : 2 Devlet
  • MS 500  – 1000: 6 Devlet
  • MS 1000 – 1500: 7 Devlet
  • MS 1500-2000: 2 Devlet

İlk devlet Çin topraklarında MÖ 1000’li yıllarda hayat bulan Çu Devletidir. 

Türkler 3000 yılda 20 Devlet kurmuşlar, 75 ülkede egemenlik tesis etmişlerdir. Bu devletlerin 2 si hariç diğer 18 tanesi denizlere kıyısı olan devletlerdir.

En fazla ülkede hakimiyet sağlayan Devletimiz ise; Devlet-i Ali olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğudur.

En uzun süreli devletler sırasıyla: 

 

  • Osmanlı İmparatorluğu, Osman Gazi,1299-1922:             623 yıl
  • Büyük Hun İmparatorluğu Teoman, MÖ 220- MS 216 :  436 yıl
  • Karahanlı Devleti, Bilge Kül Kadir Han, 840-1212:          372 yıl
  • Hazar Kağanlığı , Böri Şad, 651-983 :                                 332 yıl
  • Babür İmparatorluğu, Babür, 1526-1858:                          332 yıl

şeklinde gerçekleşmiştir.


Kurulan 20 Devlet arasında en uzun süreli olan ilk 2 Devlet ise; ilk kurulan HUN İMPARATORLUĞU ile son kurulan OSMANLI İMPARATORLUĞU olmuştur.

Türk Devletleri’nin Egemenlik sağladığı Ülkeler sıralamasında ise;

  • 10’ar Devlet ile Özbekistan, Rusya ve Türkmenistan
  • 9’ar Devlet ile Afganistan, Çin
  • 8’er Devlet ile Kazakistan, Tacikistan
  • 7’er Devlet ile Gürcistan, İran, Pakistan

ilk 10 ülke arasında yeralmıştır.

Kurulan 20 Devletin 17 adedi Asya’da, 2 adedi Avrupa’da (Avrupa Hun, Osmanlı İmp), 1 adedi ise Afrika’da (Memluklar) merkezlenmiştir. Ağırlık merkezi Asya’dır.

En çok egemenliğin sağlandığı ülkeler Asya (ÖnAsya-Avrasya-Türkistan-Doğu Asya) coğrafyalarında sıralanmıştır. Avrupa ve Afrika coğrafyalarında ise egemenlik 1 veya 2 Devlet ile sağlanmıştır.

Toplam 11 denizin kıyılarında egemenlik sağlanırken, en çok sayıdaki devletler Hazar, Karadeniz, Umman Denizi ve Basra kıyılarında kurulmuştur. 

Menşedeki 1600 yılda (MÖ 1100- MS 500) devletlerimizin çatısı Çin’de çatılırken, MS 750 yılındaki Talas Savaşı ile Çin’in Ortadoğu’ya inişinin önü kesilmiş ve Türkler Maveraünnehir, Horasan, İran ve ardından Ortadoğu coğrafyasına (Irak, Suriye) yerleşerek bölgede devletler kurmuşlar, Hanedanları ele geçirmişlerdir.

1071 yılında Anadolu fethedildikten sonra, 300 yıllık mayalanma döneminin ardından  bu sefer de Rumeli fetihlerine çıkılmış ve 600 yıllık Rumeli İmparatorluğunun önü açılmıştır.

Sarı Nehir boylarında temelleri çatılan Çu Devleti, Mavi Tuna boylarında Devlet-i Ali olarak kendini devam ettirmiştir.

Günümüzde Asya’ya ilişkin tarihi referanslarımız Moğolistan’daki Orhun Yazıtları ve Bilge Kağan ile başlatılmakta, MS 700 lü yıllara tarihlenen Göktürklerin devlet oluşumlarının öncesine uzanılmamaktadır.

Halbuki, Türk devlet oluşumlarının hayat bulduğu coğrafya Çin topraklarındaki Kansu ve Shensi eyaletlerinin yeraldığı topraklarda MÖ 3000 li yıllardan başlayan ve MÖ 1000’li yıllarda Çu Devletinin kuruluşuna giden süreçlerdir.  

MÖ 200’lerin başında Oğuz Kağan tarafından kurulan, efsaneleştirilen ilk Cihan Devletimiz olan Hun Devleti’nin misyonu ise tarihte yerini alan tüm Türk Devletlerinin vazgeçilmez misyonu olmuştur:



                          Daha deniz, daha müren (ırmaklar) 
                          Güneş bayrak olsun, gök kurikan (çadır) !

                                       ATAM Oğuz Kağan


Türkler; Çin’e karşı Araplarla ve İran’a karşı Kürtlerle ittifak yaparak hasımlarını saf dışı ettiler.

İslamiyet ve Hilafet Türkleri geniş coğrafyalara ulaştırmıştı.

Çöküşten İslamiyeti ve Hilafeti sorumlu tutan kasıtlı düşünce neticesinde önce Araplarla savaşıldı ve İmparatorluk battı.

Ardından Cumhuriyet kurulduktan sonra Kürtler üzerinden bu sefer yeni kurulan Cumhuriyet hedef alındı.

Hasımlarımızın ana hedefi Türklerin Arap ve Kürtlerle yeniden ittifakını önleme üzerine kuruludur.

Türkler hasımları Çin’i safdışı bırakarak Ortadoğu’ya inmelerine engel olmuştu.

Aynı şekilde İran’ı safdışı bırakarak Türkler Ortadoğu’daki konumlarını sağlamlaştırdılar.

Türkleri Ortadoğu’dan uzak tutmak isteyen güçler, Suriye Mısır ve Irak üzerinden  bu ittifakları düşmanlığa dönüştürme stratejisi uyguluyorlar..


MEDENİYET MİSYONU

  • Medeni:
  • Müteşebbis: Teşebbüs
  • Mütefekkir : Tefekkür/Fikir
  • Mimar        : Mamur eden

HAKİMİYET/HEGEMONİ MİSYONU

  • Mühendis   : Hesap/Hendese
  • Memur       : Muamele
  • Mason        :
  • Münevver   : Aydın/Entellektüel

1920’li yıllardan itibaren Ortadoğu’nun parçalanması sürecinde Üst Akıl, 19.yüzyılda Osmanlı kadroları arasında devşirdiği Memur, Mühendisler, Münevverler ve Masonlar tarafından bölgede devletler kurdurmuştur.

21.yüzyılın başlangıcı ile birlikte Medeniyet Misyonu olan devletlere, müteşebbis ve mütefekkirler yoluyla dönüşümün sancıları bölgede yaşanmaya başlanmıştır.

TEFEKKÜR, DEVLET:

Göktürkler zamanında Tonyukuk ile Çinlileşmeyi, Selçuklular zamanında NizamülMülk ile Acemleşmeyi önleyen tefekkürümüz, Osmanlılar zamanında zayıflayınca, Avrupalılaşmaya çare/çözüm olarak sarılınca, Devlet yokolmuştur.

Tabgaç Türklerinin Çin’de yaşadığı hayranlıkla Çinlileşmelerinin neticesinde asimile olup yokolmaları sürecini Avrupalılaşan Türkler de elan yaşamaktadırlar. Osmanlı bir Tonyukuk, bir Nizamülmülk çıkaramamıştır.

Bilge Kağan Türkleri Budistleştirmek istemiş Tonyukuk buna mani olmuştur. Çinlileşmeyen Türkler Batı’ya doğru göç etmişlerdir.
İran’da ise Türkler Şiileşmişler ve bugün İran’da 40 milyon Şii Türk yaşamaktadır.

Avrupa ile temas neticesinde İmparatorluklarını kaybeden Türkler de medeniyetlerine yabancılaşarak Avrupalılaşmışlardır.

Bu çalışma neticesinde;

  • Zaman telaffuz edilmiyordu; zaman netleşti: 3000 yıl
  • Kurduğumuz Devlet sayısının 16 değil 20 olduğu tespit edilmiştir.
  • 75 ülkede hakimiyet sağladığımız ortaya çıkmıştır.
  • 11 Denizde hakimiyet sağladığımızı ortaya çıkmıştır.
  • Hakimiyet coğrafyalarımız detaylanmıştır.
  • En uzun süreli devletlerin ilk kurulan ve son kurulan devlet olduğu görülmüştür.
  • Çu, Safevi, Memluk, Anadolu Selçuklu devletleri ilave edilmiştir.

GİRİŞ


  1. Anayurt ve İlk Genişleme


Hunlar (MÖ 3 – MS 6.yy)
Göktürkler (MS 6 – MS 8.yy)
Oğuzlar (MS 10.yy)
Büyük Selçuklular (MS 11-12.yy)

HUNLAR, iki okyanus (Pasifik- Atlas) arasında 1000 yıla yakın mekik dokudular. İS 216’da Aral ve Balkaş’ın kuzeyindeki bozkırlara göç eden Hunlar, 4.yüzyılda Avrupa’ya ilerledi. Bozkırları yol ettiler, Roma İmparatorluğu’nu da dize getirdi, İdil boyundan Attila’nın Hunları. Çin’in içlerinde Asya Hun İmparatorluğu’nu, Maveraünnehir, Afganistan, Hindistan’da Akhun İmparatorluğu’nu, Hazar’ın, Karadeniz’in kuzeyinde, Avrupa içlerinde Avrupa Hun İmparatorluğunu kurdular. 

Oğuz Kağan’la başlayan efsanevi liderlerin misyonları ve devletleri Attila ile devam etti.

GÖKTÜRKLER’in İmparatorluğunu besleyen en önemli kaynak Oğuzlar’dı. Kül Tegin ve ağabeyi Bilge Kağan zamanında görkemli bir medeniyet gelişti. Altaylardan Ötükenden Aral Gölüne, Sarı Nehire Mançuryaya kadar genişlediler. Yıkılmalarının akabinde Talas Savaşı (751) ile Çinlilerin Ortadoğu’ya inişlerinin önüne geçtiler.

OĞUZLAR, 10.yy ile birlikte anayurt bölgesinden Seyhun nehri civarına ve kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. Batı’da Hazar Denizi’ne dayandılar.

BÜYÜK SELÇUKLULAR, sadece Oğuz Türklerinin tarihinde değil, dünya tarihinde de, Selçuklu Devleti’nin kuruluşu bir dönüm noktasıydı. Bu devletin kurulması ile İslam’ın siyasi egemenliği Oğuzlar’ın eline geçmiş, Bizans’ın Ortadoğu’ya din vahalarına yayılması durdurulduğu gibi, Anadolu ve ona komşu bölgeler bir Türk yurdu haline gelmişti.

Asya, Avrupa, Afrika; Yollar, Denizler, Okyanuslar, Deryalar…


Simbiosis – Birlikte Yaşama

Göktürk – Tang Hanedanı (Çin/Doğu Asya)
Selçuklu – Abbasi Hanedanı (Ortadoğu/Ön Asya)
Osmanlı – Bizans Hanedanları (Anadolu/Küçük Asya) 

Türkler, Asya’nın doğusunda Çinlilerle başlattıkları birlikte yaşama pratiğini, Arap ve Acemlerle birlikte yaşayarak Ön Asya’ya, Bizans Hanedanları ile de birlikte Küçük Asya’ya taşıdılar.

Göktürkler, Tang Hanedanı ordularında askerlik yaparak, Çinlilerin Orta Asya’ya nüfuz etmelerine neden oldular. Çinliler, ince taktiklerle Türklerin birleşmelerine mani oldular, bölüp yönettiler. Neticede, bozkır coğrafyaları da Çinlileşti, Türkler, Çin içlerinde asimile oldular (Tabgaçlar).

751 yılındaki Talas Savaşında ise, geçmiş tecrübelerine dayanarak, Çinlilerin tekliflerine kanmadılar ve Arap orduları ile birlikte savaşarak Çinlileri mağlup ettiler, Orta Doğu’ya inmelerine mani oldular.  

Aynı hataya tekrar düşmeyen atalar, bu sefer İran ve ardından Anadolu, Rumeli coğrafyalarında hakimiyet sağladılar, Abbasi ve Bizans hanedanlarını ele geçirdiler. Tarih tekerrür etmemiş, hatalardan ders alınmıştı. Çinlileşen Türkistan coğrafyasına karşın İran ve Anadolu coğrafyası Türkleştirildi.

  1. Türk Devletleri Kronolojisi

1000’erli Yıllar:

  • İlk 1000 yılda 3 Devlet
  • 2. Bin yılda 8 Devlet
  • 3.Bin Yılda 9 Devlet

kurulmuştur..

500’erli Yıllar:

MÖ 1100 – 0

  1. Çu Devleti MÖ 1116-250
  2. Büyük Hun İmparatorluğu Teoman MÖ 220- MS 216 : 436 yıl
  3. Batı Hun İmparatorluğu Pi MÖ 48-MS 216: 264  yıl

MS 0- 500

  1. Avrupa Hun İmparatorluğu Balamir  375-469 : 94 yıl
  2. Ak Hun İmparatorluğu Aksuvar   420-552: 132 yıl

MS 500  – 1000

  1. Göktürk Kağanlığı Bumin Kağan 552-745: 193 yıl
  2. Avar Kağanlığı I. Bayan 565-835: 270 yıl
  3. Hazar Kağanlığı Böri Şad 651-983 : 332 yıl
  4. Uygur Kağanlığı   Kutluk Bilge Kül Kağan 742 – 840 : 98 yıl
  5. Karahanlı Devleti Bilge Kül Kadir Han 840-1212: 372 yıl
  6. Gazne Devleti Alp Tigin 962-1183: 220 yıl

MS 1000 – 1500

  1. Büyük Selçuklu Devleti Tuğrul 1040-1157: 117 yıl
  2. Anadolu Selçuklu Devleti, 1075 – 1308: 233 yıl
  3. Harezmşahlar Devleti Kutbeddin Muhammed/1097-1231: 134 yıl
  4. Altın Orda Devleti Batu Han 1236-1502: 266 yıl
  5. Memluk Sultanlığı, 1250-1517: 267 yıl
  6. Timur İmparatorluğu Timur 1368-1501: 133 yıl
  7. Safevi Devleti; 1501 – 1736: 235 yıl

MS 1500-2000

  1. Babür İmparatorluğu Babür 1526-1858: 332 yıl
  2. Osmanlı İmparatorluğu Osman Gazi 1299-1922: 623 yıl


Devletler Coğrafyası

  • Karasal (landlocked) olanlar: Batı Hun İmparatorluğu, Karahanlı Devleti
  • Denizler (Sarı Deniz, Hazar, Baltık/Kuzey Denizi, Karadeniz, Kızıldeniz, Basra, Umman Denizi, Adriyatik, Akdeniz, Pasifik Okyanusu, Hint Okyanusu)
  • Boğazlar’da yeralanlar: İstanbul Boğazı, Çanakkale, Süveyş Kanalı
  • Nehirlere yaslananlar ( Tuna, Nil, Fırat, Dicle, İdil, Dinyeper, Dinyester, Don, Yenisey, Sarı Nehir, Wei)

GEÇMİŞ MİRAS

  • Genetik Miras: Türklerin kurucusu olduğu 3000 yılda 20 Devlet
  • Bölgesel Miras: Akdeniz (OrtaDoğu) bölgesinde 5000 yılda kurulan 16 İmparatorluk/Devlet

Toplam: 34 Devlet

KUZEYDEN GİRİŞLER

  • Çin’e (Hun/Oğuz), Oğuz Kağan
  • Avrupa’ya (Hun/Oğuz), Attila
  • İran’a (Oğuz/Selçuklu)
  • Hindistan’a (Akhun)

UÇLAR

  • Çin; Kansu, Şensi; Kuzey Batı
  • İran: Horasan, Kuzey Doğu
  • Avrupa: Balkanlar, Güney Doğu
  • Türkiye: Malazgirt, Doğu
  1. Türk Devletleri ve Denizler

Hakimiyet Sağlanan Denizler

Deniz Devlet Sayısı

  1. Hazar………………. 12
  2. Karadeniz………….. 7
  3. Umman Denizi……. 7
  4. Basra………………. 6
  5. Akdeniz……………  3
  6. Kızıldeniz……………3
  7. Pasifik Okyanusu..   2
  8. Sarı Deniz…………..2
  9. Adriyatik…………..  1
  10. Atlas Okyanusu…….1
  11. Hint Okyanusu……..1

Toplam 11 denizde hakimiyet sağlanmıştır.

En çok hakimiyetler sırasıyla;

  • Hazar; 12 devlet
  • Karadeniz; 7 devlet
  • Umman Denizi; 7 devlet
  • Basra; 6 devlet

denizlerinde tesis edilmiştir.

Sarı Deniz’i kıyılayan Çu Devletindan başlayarak, Hazar’a oradan da Baltık kıyılarındaki Avrupa Hun İmparatorluğu’na ve Hint Okyanusu’na uzanan Akhun’lara kadar kurulan devletlerle 10’u aşkın deniz kenarlarında (Sarı Deniz- Baltık – Hint Okyanusu üçgeni) hakimiyet sağlayan Türkler, Selçuk ve Osmanlı İmparatorluğu ile Beş Deniz Bölgesi’ni (Hazar, Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra) kontrolleri altına almışlardır.


Denizlerde Hakimiyet Sağlayan Devletler

Devlet                                                                                   Deniz Sayısı

  1. Çu Devleti MÖ 1116-250: 866 yıl………………………………………. 1
  2. Büyük Hun İmparatorluğu Teoman MÖ 220- MS 216 : 436 yıl……. 2
  3. Batı Hun İmparatorluğu Pi MÖ 48-MS 216: 264  yıl…………
  4. Avrupa Hun İmparatorluğu Balamir  375-469 : 94 yıl………………. 3
  5. Ak Hun İmparatorluğu Aksuvar   420-552: 132 yıl………………….. 2
  6. Göktürk Kağanlığı Bumin Kağan 552-745: 193 yıl………….. ……… 1
  7. Avar Kağanlığı I. Bayan 565-835: 270 yıl……………………………… 2
  8. Hazar Kağanlığı Böri Şad 651-983 : 332 yıl…………………………… 2
  9. Uygur Kağanlığı   Kutluk Bilge Kül Kağan 742 – 840 : 98 yıl……….. 1
  10. Karahanlı Devleti Bilge Kül Kadir Han 840-1212: 372 yıl…………..
  11. Gazne Devleti Alp Tigin 962-1183: 220 yıl……………………………. 3
  12. Büyük Selçuklu Devleti Tuğrul 1040-1157: 117 yıl………………….. 6
  13. Anadolu Selçuklu Devleti: 1075 – 1308: 233 yıl……………………..  1
  14. Harezmşahlar Devleti Kutbeddin Muhammed/1097-1231:134 yıl..  3
  15. Altın Orda Devleti Batu Han 1236-1502: 266 yıl…………………….  2
  16. Memluk Sultanlığı, 1250-1517: 267 yıl………………………………..  2
  17. Timur İmparatorluğu Timur 1368-1501: 133 yıl…………………….  4
  18. Safevi Devleti   1501 – 1736: 235 yıl………………………………….  3
  19. Babür İmparatorluğu Babür 1526-1858: 332 yıl…………………….  1
  20. Osmanlı İmparatorluğu Osman Gazi 1299-1922: 623 yıl…………..  6

Denizlerdeki Devletler:

  • Sarı Deniz: Çu Devleti, Büyük Hun İmparatorluğu
  • Hazar Denizi: Büyük Hun, Batı Hun, Avrupa Hun, AkHun,  Göktürk Kağanlığı, Hazar Kağanlığı, Gazne Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Harezmşahlar Devleti, Altın Orda Devleti, Timur İmparatorluğu, Safevi Devleti, Osmanlı İmparatorluğu
  • Baltık/Kuzey Buz Denizi: Avrupa Hun İmp
  • Atlas Okyanusu: Avrupa Hun İmp
  • Karadeniz: Avrupa Hun, Hazar Kağanlığı, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Altın Orda İmp, Timur İmp, Osmanlı İmp
  • Kızıldeniz: Büyük Selçuklu, Osmanlı İmp
  • Basra: Gazne Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Harezmşahlar Devleti, Timur İmp, Safevi Devleti, Osmanlı İmp
  • Hint Okyanusu: Akhun İmp, Gazne Devleti, Büyük Selçuklu Devlet, Harezmşahlar Devleti, Timur İmp, Safevi Devleti, Babür İmp
  • Adriyatik: Osmanlı İmp
  • Akdeniz: Büyük Selçuklu İmp, Osmanlı İmp
  • Pasifik Okyanusu: Göktürk Kağanlığı, Uygur Kağanlığı

En çok deniz hakimiyeti sağlayan devletler;

  • Osmanlı Devleti
  • Büyük Selçuklu Devleti
  • Timur İmparatorluğu

şeklinde sıralanmıştır.

DENİZLER ÜÇGENİ

  • Akdeniz Havzası: 16 Devlet
  • Hazar Havzası: 11 Devlet
  • Karadeniz Havzası: 5 Devlet
  • Karasal: 2 Devlet (Uygur Kağanlığı, Karahanlılar)

Toplam: 34 Devlet

  1. Türk Devletleri’nin Egemenlik sağladığı Ülkeler

    Türk Devletleri’nin Egemenlik sağladığı Ülkeler (Ülke/Devlet Sayısı)’in Sıralanmış Listesi: Ülkelerde kaç Türk Devleti egemenlik sağladı?
  1. Özbekistan  10
  2. Rusya: BM5  10
  3. Türkmenistan 10
  4. Afganistan 9
  5. Çin: BM5 9
  6. Kazakistan 8
  7. Tacikistan 8
  8. Gürcistan 7
  9. İran 7
  10. Pakistan 7
  11. Azerbaycan 6
  12. Kırgızistan 7
  13. Ermenistan 5
  14. Hindistan 5
  15. Suriye 5
  16. Ukrayna 4
  17. Irak 4
  18. Türkiye 4
  19. Moğolistan 4
  20. Macaristan 3
  21. Romanya 3
  22. Sırbistan 3
  23. Slovakya 3
  24. Lübnan 3
  25. İsrail 3
  26. Ürdün 3
  27. Kuveyt 2
  28. Oman 2
  29. Hırvatistan 2
  30. Moldova 2
  31. Filistin 2
  32. Mısır 2
  33. Suudi Arabistan 2
  34. Libya 2
  35. Bengaldeş 1
  36. Nepal 1
  37. Butan 1
  38. BAE 1
  39. Bahreyn 1
  40. Güney Kıbrıs 1
  41. Katar 1
  42. KKTC 1
  43. Yemen 1
  44. Cezayir 1
  45. Cibuti 1
  46. Çad 1
  47. Eritre 1
  48. Etopya 1
  49. Fas 1
  50. Güney Sudan 1
  51. Kenya 1
  52. Nijer 1
  53. Somali 1
  54. Sudan 1
  55. Tunus 1
  56. Uganda 1
  57. Almanya 1
  58. Arnavutluk  1
  59. Avusturya 1
  60. Belarus 1
  61. Bosna-Hersek  1
  62. Bulgaristan  1
  63. Çek 1
  64. Danimarka 1
  65. Estonya  1
  66. İsviçre 1
  67. Karadağ   1
  68. Kosova  1
  69. Letonya 1
  70. Litvanya 1
  71. Makedonya  1
  72. Polonya 1
  73. Slovenya 1
  74. Ukrayna  1
  75. Yunanistan   1

Türk Devletleri kaç ülkede egemenlik sağladı?

  1. Çu Devleti:1
  2. Büyük Hun İmparatorluğu:10
  3. Batı Hun İmparatorluğu: 3
  4. Avrupa Hun İmparatorluğu:16
  5. Ak Hun İmparatorluğu:9
  6. Göktürk Kağanlığı:8
  7. Avar Kağanlığı: 6
  8. Hazar Kağanlığı: 7
  9. Uygur Kağanlığı: 3
  10. Karahanlı Devleti: 8
  11. Gazne Devleti: 7
  12. Büyük Selçuklu Devleti : 19
  13. Anadolu Selçuklu Devleti: 1
  14. Harezmşahlar Devleti: 10
  15. Altın Orda Devleti: 6
  16. Memluk Sultanlığı: 8
  17. Timur İmparatorluğu: 16
  18. Safevi Devleti :  12
  19. Babür İmparatorluğu: 8
  20. Osmanlı İmparatorluğu : 52

Sıralama: 

  • Osmanlı İmparatorluğu: 52
  • Büyük Selçuklu Devleti:   19
  • Avrupa Hun İmparatorluğu:  16
  • Timur İmparatorluğu:  16
  • Safevi Devleti  12
  • Büyük Hun İmparatorluğu  10
  • Harezmşahlar Devleti  10
  • Ak Hun İmparatorluğu  9
  • Karahanlı Devleti  8
  • Memluk Sultanlığı 8
  • Babür İmparatorluğu                 8
  • Hazar Kağanlığı             7
  • Gazne Devleti   7
  • Avar Kağanlığı  6
  • Altın Orda Devleti  6
  • Göktürk Kağanlığı    4
  • Uygur Kağanlığı        3
  • Batı Hun İmparatorluğu   3
  • Çu Devleti  1
  • Anadolu Selçuklu Devleti  1

Türk Devletlerinin Egemenlik Sağladığı Ülkelerin Kıtasal Dağılımı:

  • Avrupa’da 26 ülkede
  • Asya’da 19 ülkede
  • Ortadoğu’da 16 ülkede
  • Afrika’da 14 ülkede

Toplam 75 ülkede egemenlik sağlanmıştır.

5. Emperyal Vizyon:

Çin’de, Hind’de, Rusya’da, Avrupa’da, Afrika’da, İran, Irak’da kurduğumuz tüm devletlerin hepsinin emperyal OĞUZ KAĞAN vizyonu vardı.

OĞUZ ATA’dan gelen Emperyal Vizyon, Osmanlı’nın yıkılışı ile terkedilmiştir.

  • 2023 vizyonu: 100 yıl
  • 2053 vizyonu: 600 yıl
  • 2071 vizyonu 1000 yıl

Vizyonları hep Türkiye coğrafyası kökenlidir.

1071’den önceki coğrafyalarımızın da esas alınarak 100-600-1000 yıllık vizyonların, ilk Türk Devleti’nin kuruluşu olan OĞUZ KAĞAN’a, ilk ATAMIZ’a genişletilerek, geçmişten gelen 2000’erli yılları kapsayan vizyonlara ulaşılarak, 2021 yılında MÖ 209 tarihli ilk Devletimizin  2230.yılı kutlanmalıdır.

Bu kutlamalara hazırlık olarak; 24 Oğuz Boyunu ve Oğuz Kağan’ın 6 oğlunun temsilen MEDENİYETİMİZ 2230 yapısı inşa edilerek, tüm devlet ve coğrafyalar bu yapıda temsil edilmelidir.

Geçmişteki 2200 yılı aşan misyon/vizyon ile ülkemiz yurttaşlarının özgüvenleri artacaktır.

Bilinmeyenler

  1. ÇİN’deki Türklük ve Müslümanlık (Ordos, Kansu, Shensi, Ningxia) (Xia, Shang, Çu-Chou hanedan devletleri) (Xian kurganları) (Sarı Nehir-Huang Ho, Wei nehri)
  2. HİND’deki Türklük ve Müslümanlık (Kuşhan, Akhun, Babür devletleri; Agra, Yeni Delhi şehirleri; Yamuna nehri)
  3. HUN İmparatorlukları ( Büyük Hun, Batı Hun, Avrupa Hun, Akhun)
  4. MİSYONUMUZ: 2200 yıldır Devletler kuran bir medeniyet, halen Devletinin 100. Yılı’nın kutlanmasını mı bekler? 10.Yıl Marşı ne demek? Misyonu olmayanın Vizyonu olur mu?
  5. HAN’lar (Çinliler) Konfüçyus’da birleştikleri halde, HUN’lar (OĞUZ’lar) hala neden Oğuz Kağan’da birleşmemişlerdir? Oğuz boyları neden konfedere devlet olmamaktadır? OĞUZ BİRLİĞİ (OGHUZ UNION)
  6. Vizyon: 2023, 2053, 2071 /1923, 1453, 1071
  7. Misyon: Oğuz Kağan /Dağhan, Denizhan, Gökhan/ Günhan, Ayhan, Yıldızhan
  8. MÖ 209 ilk Türk Devleti
  9. Vizyon: 2021 / ilk Türk devletinin 2230.yılı ; Özgüven..
  10. 16 devlet kurduğumuz telaffuz ediliyor da neden ilk devleti 2226 yıldan önce kurduğumuz söylenmiyor.? Neden?
  11. Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluşu Mete’nin tahta geçtiği MÖ 209 olarak değiştirildi. Mete
  12. Oğuz Kağan’ın misyonu sadece karasal egemenlik değildi. Oğulları; Gökhan, Dağhan, Denizhan. Mete (Oğuz Kağan) hem hava hem kara hem de denizde misyon belirlemiş iken neden sadece karaya ithaf edilir?Bozoklar: Günhan Ayhan Yıldızhan / Üçoklar: Gökhan Dağhan Denizhan


TÜRK DEVLETLERİ


Çin Türkistanı:

Çin Türkistanı, Türkistan’ın bir cüzüdür. Doğu’dan başlayarak Henan, Shensi, Kansu, Sincan eyaletlerini ihtiva etmektedir. Doğu Asya’daki ilk devletler olan Shang Hanedanı (MÖ 1500) ve Chou (Çu) Hanedanları (MÖ 1050) nın devletlerini Türkler kurmuşlardır.

Çin’de yerleşik Hunlar da, Büyük Hun İmparatorluğu’nu (MÖ 220-MS 216), Batı Hun İmparatorluğu’nu (MS 48-216) ve ardından Göktürk İmparatorluğu’nu (MS 552-745) bölgede hayata geçirmişlerdir.

Çin toprağında yaşanmış olan tarihte önemli dönüm noktası oluşturan Hsia (M.Ö. 22-17. yy), Shang (M.Ö. 17-11. yy) ve Chou (M.Ö. 1027-256) sülaleleri tarihini araştırmak, sadece Çin toprağında yaşanmış olan tarih açısından değil, Türk tarihi açısından da çok önem taşımaktadır.

Hsia, Shang ve Chou sülalelerini kuran soy Çinliler tarafından değil, değişik kavimler tarafından kurulmuştur. Ayrıca, Hsia, Shang ve Chou sülaleleri döneminde ortaya çıkan kültür, Çin’lilerin iddia ettiği gibi yalnız Çinlilere ait olmayıp, bunun aksine o topraklarda yaşamış tüm kavimlerin ortak kültürü olarak ortaya çıkmıştır. Çin Kaynaklarına Göre Türk Kavimleri


Kuzey-Batı Çin:

Kansu, Çin’den Türkistan’a uzanan dar bir yerdir; kuzeyde Gobi çölü ile, güneyde Güney Tibet dağlarıyla sınırlanmıştır. Doğu Kansu eyaletine bağlanan Shensi eyaleti vardır; bunun doğu sınırı, kuzeyden güneye doğru akmakta olan Sarı Irmak’tır.

Eyaletin kuzeyi, istep Ordos bölgesi denilen yerdir, burası için daima Çinlilerle Hsiung nu’lar, Türkler yahut Moğollar döğüşmüşlerdir; güney, Sarı ırmağın bir kolu olan Wei nehrinin, nehir bölgelerine aittir.

Wei, Çin’in en eski kültür merkezlerinden biri olup aynı adı taşıyan münbit bir ovadan geçer.  Aynı zamanda kervan yolu, Wei nehri boyunca doğuya gider. Demek ki bu yüzden nehir iktisadi ve siyasi bakımdan mühimdir. Bunun için Wei’nin aşağı kolu üzerinde, Orta Çağlarda müteaddit ve uzun zamanlar Çin’in başkenti olmuş olan Xian şehri bulunur, bu da LoYang gibi, transit ticaretin başlıca merkezi idi.

BAŞKENTLER, ÇİN

  • Kaifeng, Henan, Sarı Irmak
  • Luoyang, Henan, Sarı Irmak
  • Xian, Shaanxi, Wei
  • Xianyang, Shaanxi, Wei

Proto-Türk Kültürü: 

Kuzey-batı kültürü de menşei bakımından bir avcı kültürüdür ve sonra çoban kültürü olmuştur. Bunun yanında pek ehemmiyetsiz olmayan bir ziraat kültürü (bilhassa buğday ve darı) de vardır. En mühim hayvanları sığır değil, attı.

Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre, bu kültürün merkezi bugünkü Shensi ve Kansu eyaletleridir ve bu kültürü yaşatanlar bilhassa yüksek düzlük yerlerde otururlardı. Bu kültürü getirenlerin, sonraki Türklerin ataları olduklarına şüphe yoktur. Onlar ilk göründükleri zamanlar, yani MÖ 3 üncü bin yılın ortalarında bile, sonraları taşıdıkları vasıfları haiz bulunuyorlardı. Buralar, asıl Türklere ait bölgenin yalnız bir kenar parçası olduğu tesirini vermektedir.

Hülasaten söyleyebiliriz ki, MÖ 3 üncü binyılda bugünkü Çin’in kuzeyinde birçok kültürler vardı ki, bunlar hayvan beslerlerdi.  Bunlardan Proto-Türk olanı hepsinden kuvvetli idi ve ilerdeki gelişmede en mühim rolü oynayacaktı. (Wolfarm Eberhard)

At Çobanı Kavimler: 

A.von Rosthorn, W.Schmidt, W.Koppers gibi  birçok araştırıcılar eski Çin yüksek kültürünün teşekkül ve inkişafında, İç Asya at çobanı kavimlerinin  parmağı olduğu kanaatini besliyorlardı.  Burada, bilhassa Altay kabilelerinin mevzuubahis olması lazım geleceği, esas itibariyle akla yakın gelmekte idi.

Fakat en son zamanlarda eski Çin üzerinde müessir olmuş olan göçebe kavimlerin Türklük karakterlerinin oldukça büyük bir vuzuhla ortaya çıkarılmış olması, ilmi açıklık ve doğruluk bakımından fevkalade takdir edilmelidir.  Şang devrinde (milattan önce 1745-1117) ehlileşmiş at, arabaya çift koşulu olarak meydana çıkıyor.

Çin’in doğudaki sahil ve güneyinde gelişen kültürler ziraatçi iken, kuzey ve batısında (İç Asya) hayvancılığa dayalı bir kültür hakim idi. Çin’in ayırdedici özelliği hayvan besiciliğinin mevcut olmamasıdır.

En eski Çin’in dini hakkında L.Walk derince tetkikler yapmıştır. Bunlara nazaran, efsanevi müessis diye Yü’ye (farazi olarak 2000 ile 2200 arasına tesbiti iktiza eder) irca olunan Hia hanedanının hamili, her halde İç Asya’dan neşet eden proto Türk Moğol bir kavim idi ve din bakımından Tien şeklindeki gök tanrısına iman bu kavme has idi.

Şangti  başka türlüdür Şang tayfasının milli tanrısı ŞanTi bütün görünüşlere göre Hia tayfasının Tien’i ile aynı değildir. ŞanTi, aslen ziraatçi olan Şark sahil kültürünün gök tanrısıdır. Chou’lar (MÖ 1116-250), İç Asya’daki eski vatanlarının tanrısı olan Tien’in yanına, yeni vatanlarında eskidenberi yerleşmiş çiftçilerin en yüksek tanrısı Şangti’yi, aynı derecede olarak koymağa meyyaldırlar. Hatta, sanki  ilk Chou kralları şuurlu olarak ŞangTi’yi ön plana sürmüşler, maksatları da kendilerinin inkıyat ettirdikleri tabakaya karşı, onların tanrılarına dayanarak, hakimiyetlerini mütaal surette kabul ettirmek, hanedanlarının meşruluğunu emniyet altına almakmış.

Tien, hayvan yetiştirici göçebe kültürün karakteristik gök tanrısıdır.  Güneş mitolojisi de Tien tasavvuru üzerinde müessir olmuştur.

Eberhard’ın bildirdiği gibi, Chou’ların dili hakkında muahhar Çin araştırmaları, bu dilde Türk unsurunun oldukça zengin olduğunu göstermiştir. Chou krallarının  en eski cedlerinin adları arasında sık sık geçen 4 (!) heceli adları Türk menşeine ircaa meylediyordu.

Burada bahis mevzuu ettiğimiz meselelere, S. Fedele’nin bir araştırması: “Eski
Çin’de Devlet ve Cemaat” hakkındaki kitabı, yeni bir ışık vermektedir. Fedele”ye göre, eski Çinde iki kral kompleks’inin mevcudiyeti, muhakkak olmasa bile, gayet muhtemeldir.

Bunların birinde, kuvvetle sihri (ay mitolojisine dayanan) istikamette müessir bir krallık bahis mevzuudur (hatta kral katline dair izler bile noksan değildir !); halbuki diğer tam manasiyle dini bir karakter arzetmektedir. Burada kral kendisini, varlıkların en yükseği olan bir varlığa tabi hisseder; kral bu en yüksek varlıkla halk arasında ancak bir rahip, bir vasıta olarak mevcuttur, ve kral tabiatta her felaketi kendi günahlarına atfeder, ve tabiatta, en yüksek varlığın gözünü görür, sesini işitir.” (Fedele).

Sonra müellif, haklı olarak şu noktai nazarı müdafaa eder: bilhassa Şanglar sihri krallığın hamilleri olarak, Choular ise dini krallığın mümessilleri olarak alınmalıdırlar. Şanglarda (ki bunlara, bu meselede, herhalde Jao ve Şun’un efsanevi devirlerini de azçok katmak gerektir) eski yerli ziraatçı kültüründen daha epice şeylerin kalmış olduğu görülüyor.

Halbuki Chou [belki de Hsialar (?)] başka bir zaviyeden, -evvelce gördüğümüz veçhile- İç Asya’nın çoban göçebeleriyle daha sıkı bir bağlılık göstermektedirler. Bilhassa bu Altay-Türk at çobanlarının malum ekonomik ve dini örf ve adetlerine, birazdan da yakinen göreceğimiz veçhile, dini bir krallık fikri umumiyet itibariyle güzel uymaktadır; bizatihi sihri unsur, bunlarda muhakkak yerli bir unsur değildir.

Eski Çin yüksek kültürünün teşekkülünde ve kuruluşunda Türk at çobanı göçebelerinin teşriki mesaisi olduğunu ileri süren tez, yeni keşifler ve araştırmalar sayesinde pek dikkate şayan yeni teyitlere mazhar olmuştur. (Wilhelm Koppers, İlk Türklük)


Çin’in gerçek tarihi:


Çin tarihinin en erken dönemlerinden günümüze değin bir analiz yaptığımızda karşımıza bugüne kadar bilinenden çok farklı bir resim çıkmaktadır. Eberhart’ın Türk Tarih Kurumu’yla yaptığı Çin belgeleri üzerindeki tarih çalışması Çin tarihi için en somut verilerden birini oluşturmaktadır.

Diğer taraftan Gumilev’in Hunlar ve Eski Türkler isimli çalışmaları da Çin tarihinin ana kaynaklarını oluşturmaktadır. Bu ana kaynakları okuduğumuzda Çin’in Güney Çin bölgesindeki Yangçe havzası halkının sürekli kuzeye, Sarı Irmak vadisi bölgesine doğru yayıldığını görmekteyiz. Bu bölgedeki Çin istilasına karşı duran halklar ise Türkler, Moğollar ve Tunguzlar olarak tanımlanan bozkır kuzey halklarıdır.

Çin’in MÖ 1. binyıldaki ilk hanedanı olan Şang hanedanı köken olarak Türk ve Moğol kökenli bir hanedandır. Şang Hanedanı (yak. MÖ 1600-1122) Yerleşim bölgesi Sarı Nehir Vadisi, uzun süreli başkent Anyang. Tunç işlenmeye ve ipek üretilmeye başlandı.

Bunu takip eden dönemde MÖ 1. binyılın ikinci yarısındaki Çi’ler Chou Hanedanı’dır. Chou hanedanının Çi halkıdır. Hanedan halkının ana kitlesi Kuzey Çin’deki Türkler ve Moğollardır. Çu Hanedanı’yla birlikte Çinli hükümdarların Göğün Oğulları oldukları ve tanrıların iradesiyle tahta çıktıkları fikri gelişti.

Bu boyutuyla bakıldığı zaman karşımıza Çin tarihinin çarpıtılmış bir formatını görmekteyiz. Bu format da bugünkü resmi Çin açıklamalarıyla yapılan ve dünya tarafından da tartışmasız kabul edilen bir açıklama sürecidir.

Mao Zedung’un Çin Devrimi üzerine yazdığı broşürün birinci cildini Mao kendisi yazmamış; buradaki bilim dışı spekülasyonlara katılmamıştır. Çin Komünist Partisi bürokratlarına yazdırdığı Çin’deki Milliyetler adlı makale okunduğu zaman orada vurgulanan şudur:

Çin milleti esas olarak Han milletidir. Han milleti dışında diğer milliyetler olarak da Tibet milliyeti, Uygur milliyeti ve İç Moğolistan gibi milliyetler sayılmaktadır.

Bu anlamda olaya baktığımızda sanki karşımızda Çin homojen bir etnik toplulukmuş ve bu topluluk içinde çok küçük, %1-2’lerle ifade edilen, diğer milliyetler varmış söylemi durmaktadır.

Hanedanlar, Han Çinlileri ve Türkler

Bu söylem içinde karşımıza Han Çinlileri gibi bir kavram çıkarılmaktadır. Han Çinlileri dediğimiz kavram Hunların kuzeydeki Sarı Irmak ve Tarım Havzası’nı fethettikleri dönemde güneyde yani Yangçe havzasında Han Hanedanı’nda bir Çin kimliği olarak ortaya çıkmıştır.

Han hanedanı öncesi Çin’de hanedan olan Chou’lar ve bunların halkı Çi’ler esas olarak Türk ve Moğol halklarından oluşmaktadır. Keza bundan daha evvelki döneme gittiğimiz zaman Şang Hanedanı da aynı şekilde kuzey kökenli Türk ve Moğol halkından oluşmaktadır. O halde ilk defa Yangçe Irmağı çevresinde ırmak tarımı yapan halk Han Hanedanı olarak kendini toparlamış ve bu Hunların Kuzey Çin’i bütünüyle fethettikleri dönemde Han Hanedanı Yangçe ile Sarı ırmağın güney kesiminde yer almıştır. (Şener Üşümezsoy)

Türkler Çin’i yönetiyor


Burada Han iktidarını ve Hanları mutlaklaştırarak Çin’in mutlak bir Han ulusu olduğu iddiasının ne kadar köksüz olduğunu görüyoruz. Çin’in hanedanlarına baktığımız zaman Çin’in gerçek Çinli olan hanedanları olan Hanlar, Yangçe’de sınırlı kalmış, öte yandan Hunlar Kuzey Çin’i yönetmiştir.

Hunların Sienpiler tarafından yıkılmasıyla Han Hanedanı Kuzey Çin denilen bölgeye ve Doğu Türkistan’a doğru ilerlemiştir. Hun gerilemesini takip eden bu dönemde Güney Çin’den Hanlar kuzey bölgesini istila etmişlerdir.

Daha sonra ise Türk kökenli Tağbaçlar kuzeyden gelerek Doğu Türkistan, Türkistan ve Kuzey Çin denilen bölgeleri fethederek burada Tağbaç iktidarını oluşturmuştur. Çin’in Han bölgesi bütünüyle parçalanmış ve bu parçalanma sonucu Han dönemi ve vadi iktidarlarını oluşturan topluluklar 3-4 parçaya bölünmüştür. Han ulusu da fiziki olarak tarihten silinmiştir.

Tağbaçlar dönemini takip eden dönemde önce Güney Çin’de Sui Hanedanı dediğimiz bir hanedanlık ortaya çıkarken, Tağbaçlar esas Pekin’i kontrol etmektedir. Yani Çinliler güneyde marjinal bir konumdayken Türkler Çin’i kontrol etmektedirler.

Daha sonraki dönemde Tağbaçların kuzeyden gelen Juan Juanlar tarafından yenilmesiyle Güney Çin’de Tang Hanedanı ortaya çıkmıştır. Tanglarla Hanlar arasında dört yüz yıllık etnojenezin durduğu ve Çinliliğin bölgeden silindiği bir süreç yaşanmıştır.

Tanglar Yangçe vadisindeki tarımcı Çinli toplukları yeniden biçimlendirmiş ve Göktürklerin kuzey bölgedeki egemenliklerinin dağılması sonucu bu bölgeye doğru ilerlemiştir. Tangların bu ilerleme sürecinde Arap ordularına Batı Türkistan’da yenilmeleri sonucu Müslümanlığın bölgeye girmesiyle Çinliler bu bölgeden tekrar silinmiştir.

Bunu takip eden dönemde Kuzey Çin dediğimiz bölgeye 6. ve 9. yüzyılda Uygurlar egemen olmuş, daha sonra Kıtaylar hanedan olarak egemen olmuşlardır.

Bu boyutuyla görüldüğü gibi Çindeki hanedanlardan Çinli sayılabilecekler sadece Han (M.Ö.200 – 100’ler), Tang (600-900 arasında) ve Song (1200’lü yılarda) Hanedanlıklarıdır. Bunun dışındaki tüm hanedanlar Mançu Hanedanı, Yuan Hanedanı, Kim Hanedanı, Kıtay Hanedanı, Tağbaç Hanedanı ve onun öncesi Chou Hanedanı’ndan Çi’ler gibi hanedanlar Kuzey Çin’deki Türk, Tatar, Tunguz ve Moğollardan oluşmuş hanedanlardır.

Diğer taraftan batıdaki Tibet daha az etkilenmiş bir bölge olarak Tanglar tarafından yönetilmiş; Turfan ve Tarım Havzası’na da Uygurlarla beraber yerleşmiştir.

Bu haliyle tarihe baktığımız zaman Mao Zedung “Han Hanedanı Çin’in ana ulusudur” dediği zaman, Han Hanedanı’nın tarihten kaybolduğunu görüyoruz. Diğer taraftan ise devede kulak misali küçük etniler sayılan Çinliler, Tibetliler, Uygurlar, Moğollar ve Tunguzlar gibi millet bile olmadıkları ileri sürülen milliyetler tezi de tamamen çarpıtmadır.

Çinin kuzey bölgesi bütünüyle Türk, Moğol ve Tunguzların yönetiminde olmuş; hiçbir zaman Çinlileşmemiş bölgelerdir. Buradaki Çinlileşmenin varlığını silen bir olgu olarak Cengiz döneminde yapılan ırk kanunlarına göre Moğollar, Tatarlar, Türkler, Altınhanlılar, Kıtaylar birinci sınıf vatandaşlar olurken Çinliler daima köle ve dördüncü sınıf vatandaş olmuştur. Bu nedenle de Çinlileşmeye karşı tavır göstermiştir.

Örneğin çok tipik bildiğimiz saçların atkuyruğu yapıldığı Çinli resmi aslında Çinli değil Mançudur ve Tunguzdur. Yani Gürcenlerin kolu olan Kıtaylar, Çin Hanedanı ve daha sonra Munçular bu bölgede egemen olan gruplardır. Bunların saçlarını örmesi Çinli kıyafeti değil tam tersi kuzeyli bozkır kıyafetidir.

Çin’in tarihsel gelişiminde Hanlar ve Türkler

Bu etnik çelişkiler yalnızca Uygurlar, Mançular, Tunguzlar, Tibetliler ve Çinliler arasında değildir. Han Çin olarak Mao’nun ders kitaplarında vurguladığı “Çin’in % 95’i Han Çin’dir” deyimiyle ortaya çıkan bir Çinlileştirme politikası ileri sürülmüştür ve ben de bu noktada Çin Devrimi’nin Han ulusal birliğinin oluşturulması devrimi olduğunu, keza aynı şekilde Sovyet Devrimi’nde ise Velikarus ulusal yapının oluşturulması olarak bu devrimlerin ulusal devrimler olduğunu vurgulamıştım. Ama bu ulusal devrimde esas olarak Çin’de Han ulusu denilen ulusun analizini yaptığımızda karşımıza Han ulusunun söz konusu olmadığı çıkmaktadır.

Hanlar, Hunların Çin’e girdiği dönemde oluşan bir tarımcı vadi halkı olarak ortaya çıkmıştır. Bu bölgede Çi dediğimiz (M.Ö. 700-500 yılları) halkın yapısına baktığımız zaman Kuzey Çin’deki bu hanedanda etnik kimlik Türkler ve Moğollardan oluşmuş bir halktır. Bu Han olgusu da bu temelde geliştirilmiştir.

3000 yıllık tarih sürecine baktığımız zaman kuzeydeki Türkler ve Moğollarla güneyde tarım alanındaki Yangse Çinlileri arasındaki savaş yalnızca 1949’dan bu yana değil, sürekli devam eden ve gelecekte de devam edecek bir savaştır. (Şener Üşümezsoy)

 

Shang Devletinin Etnik Kuruluşu:

Gök Dini ve ilk Türk Tesiri: Shang devrinin ortalarına doğru bu kültürde çok enteresan gelişmeler husule gelmiştir. Dine astral bir kült nüfuz etmektedir. Bu tesir, kuzeyden, göçebe kültüre sahip olan kavimlerden, yani ya Türklerden ya da Moğollardan gelmektedir.

Bilahare daha fazla at beslemektedirler. Bunların kuzeyden, Türk kavimlerinden gelmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. At besleme ile beraber harb arabası şeklindeki araba da gelmiştir. Araba da bir Çin icadı değildir. Her halde kuzeyden, Türk kavimlerinden gelmiş olacaktır. Hükümdar ailesi de  (şecerelerin verdikleri malumata nazaran yabancı kan bulunuyordu) arabayı ve bununla daha büyük istilalara müsait olan yeni bir harb tekniği kabul ediyordu.  (Eberhard)

Böylece  Shang devleti, zamanla artan kuzey (Türk yahut Moğol) tesiriyle değiştirildikten sonra, genişlemekte ve Shansi eyaletinin güney kısmı üzerinden Shensi eyaletine , yani, Eski çağlardan beri Tibetlilerle birlikte Türk kabilelerinin yaşadığı bölgelere uzanmaktadır. (Eberhard)

Bugün Türklerin ve Türklerle akraba kavimlerin, M. E. 3 üncü bin yılda, hatta neolitik devirde Orta Asya’nın doğu kısımlarında yaşadıkları bir hakikattir.

Bu Türkler de tıpkı Türk ırkına mensup diğer kavimlerle Anadolu’da yaşayan ve Asya’nın diğer kısımlarından Anadolu’ya hicret eden Türkler gibi bugünkü Türklerin ecdadlarıdır. Bunların tarih ve kültürlerinin incelenmesi, Türk tarih ve kültürlerinin incelenmesi demektir ve bu ulusal bir ödevdir. Orta Asya Türkleri hakkında elde ettiğimiz en eski malûmat ve zaten Türkler hakkında mevcut en eski bilgiler Çin kaynaklarından alınabilir. Bunu yapmak bu memlekette Sinolojinin vazifesidir.

Fakat, tarihi devir ne zaman başlar? M. E. 1400-1050 arasındaki zamanı teşkil eden ve “Shang-devri,, denilen çağla başlar. Çünkü bu devri hem kazılardan ve kazılarda bulunan vesikalardan ve hem de klâsik Çin edebiyatından biliyoruz. 

Shang’ların hükümet merkezinde yapılan kazılar bize vakıa Shang kültürünün sonraki Çin kültürü ile birçok noktalarda aynı olduğunu, fakat Çin kültürünün basit bir ilk merhalesi olmayıp başka karakterde bir kültür olduğunu göstermiştir.

Bugünkü Türklerin ecdadı, Büyük Huangho dirseğinin içinde bizim bugün Ordos dediğimiz bölgenin batısında olan Kansu eyaletinde ve cenupta Wei nehrine kadar uzanan yerlerde yaşarlardı. Onları ilk tanıdığımız en eski zamanlarda bile bilhassa at yetiştirirler ve insanlarla hayvanların kışlık yiyimlerini temin için ziraatla meşgul olurlardı.

“Göçebe,, kavimlerin yalnız hayvan besledikleri gibi fikirlerden ayrılmamız lâzımdır. Hemen bütün göçebeler kışlık yiyeceklerini temin maksadı ile ziraat ile de meşgul olmak zorundadırlar, ve bunu yapmıyan kavimlerde istisna teşkil ederler.

O halde bu gün, M. E. 2500 de şimdiki manâda Çinlilerin henüz mevcut olmadıklarını söyliyor ve buna mukabil Çinlilerin yaşadıkları bölgelerde muhtelif kavimlerin yaşadıklarını iddia ve isbat edebiliyoruz.

Huangho’nun (Sarı Nehir) deltasında vücuda gelen kültür daha mühimdir.

Lung-shan kültüründen bir az sonra içinde sarih olarak Türk-Moğol unsurlarının görüldüğü yeni bir kültür meydana geliyor. Bu Shang adını alan ve doğu Asya’da yaşadıkları ispat edilebilen ve M. E. 1500 1050 arasında mevcut olan ilk yüksek kültürdür. 

Lung-shan kültürü için elimizde yalnız arkeolojik deliller mevcut olduğu halde Shang kültürü için bundan başka yazılı deliller de vardır. Bu deliller hem klâsik Çin edebiyatında hem de sonraki Çin yazısının iptidaî şeklini teşkil eden bir yazı icat etmiş olmaları dolayısile, kendi yazılarında mevcuttur.

Shang’lar doğu Asya’da ilk devleti kurmuşlardır ve biz-çok mühim olan bu devlet kurma işini Türklerin yaptıklarını kabul etmek zorundayız. Diğer taraftan Türk-Moğol kültürünün tesirinin halâ bu devlette ve bu kültürde çok kuvvetli olmadığı da aşikârdır.

Yang-shao kültürünün yayıldığı bölge oldukca geniştir. Yalnız bugünkü Çin’in bütün şimal batısında değil fakat muayyen farklarla kısmen iç Moğolistan, ile Mançurya’da, sonra Çin’in en batısı yani Türkistan’ın hudut bölgesinde bulunur. Demek ki bugünkü malûmatımıza nazaran boyalı keramik kültürü mühtelif farklarla o zamanlar Türk kavimlerinin oturdukları yerlerde yayılmış bulunuyordu.

Doğu devleti de gittikce daha fazla Türk kavimlerinin tesiri altında kalmağa başlamış ve bunun neticesinde din gibi devlet de değişmeğe başlamıştır. 

Muharip batı devletleri için devlet teşkilâtı ile aynı olan askerî teşkilât tipik ve mühimdir. Bu cihetten – Türk kavimlerinin kuvvetli tefevvukları dolayısiyle – doğu devletinden üstündürler. 

  1. E. 1100 sıralarında diğerlerinden daha kuvvetli ve başkalarını ilhak eden ve batıda büyük bir birlik teşkil eden bir askerî devlet kurmuşlardır. Bu yeni devlette, Türk olduğu sanılan bir hükümdar tabakasından maada oldukca muharip ve kuvvetli Tibet tesiri altında olan kavimler de bulunuyordu.Halbuki Tai’lar yalnız ziraatla meşgul olan gayrı muharip geçimli kavimler idiler. Tai’lar hâlâ doğu devletinde hükümdar tabakasını teşkil ediyorlardı. Böylece, vakıa doğu devleti maddeten daha zengin ve kültür bakımından farklı idi ise de askerî bakımdan batı devletinden daha zayıf idiler.

Takriben M. E. 1050 yılında kendisine “Chou devleti,, adını veren kuvvetli batı devleti ile doğu devleti olan Shang’lar arasında bir çarpışma oldu. Bu suretle doğu devleti temamiyle parçalandı ve Chou’lar her iki devlete ve bununla bütün şimal Çin’e hâkim olmuşlardır.

Her iki kültür birbiri ile karışmış ve bunu müteakip 200 yıl devam eden ve kökünün artık değişmediği ve bizim asıl “Çin kültürü,, dediğimiz bir kültür meydana gelmiştir. M. E. 1050 dan itibaren ilk hakikî Çin devleti olan Chou devletinde Türk-Moğol tesiri hâlâ kuvvetli ve aşikârdır. 

Böylece şimal Çin’in muayyen bölgesinde bulunanların tamamiyle Türk oldukları, tesbit edilen muahhar kültürle aynı olduğunu gösterecek durumdayız, ve bununla Çin topraklarında bulunan bir Türk kültürünün bahis mevzu olabileceğini söyliyebiliriz. Bu Türk kültürünün eskiliği anlattığımız şekilde tesbit edilmiştir.

Bu eski Türk kültürü nasıldı? Esas itibarile daha sonraki zamanların Türk kültüründen çok farklı değildi. Bu adamlar bilhassa at beslerler, biraz ziraatla meşgul olurlar, buna mukabil av (bazı eski müdekkiklerin iddialarına muhalif olarak) bunlarda hemen hiç bir rol oynamamıştır.

Bütün göçebelerde bilhassa ekonomi şekillerinden dolayı fazla tekâmül eden siyasî teşkilât kabiliyeti, Türklerin Çin kültürünün teşekkülünde, getirdikleri mühim unsurdur; buna din, felsefe ve aile teşkilâtı karışmıştır. Bunlar meydana gelmekte olan Çin kültürünün esasını teşkil etmişler ve bunların sayesinde Çin kültürü tekâmülüne devam etmiş ve bugüne kadar ortadan kaybolmamıştır. Bu eski Türk kültüründen daha birçok şeyler nakledilmiştir, fakat hiç biri saydıklarımız kadar mühim değildir. Bunlarda Türklerin dünya tarihindeki ehemmiyetleri görülmektedir.

O halde Çin’in doğuşu ve en eski tarihi hakkındaki Sinolojik araştırmaların en eski Türk kültürünü aydınlattığını ve bize artık başka kaynaklardan öğrenemiyeceğimiz devirlerdeki şeyler hakkında malûmat verdiğini görüyoruz.
(Wolfram Eberhard)


  1. Çu Devleti/ Chou (Zhouveya Çu Hanedanı)ve takibeden Çin Hanedanları: 


Chou Sülalesi: 

Chou’lar, Shang sülalesi zamanında bile,  batıda ufak bir devlet kurmuşlardı. Önce Orta Shensi’ye, sonra daha Doğu Shensi’ye ilerlemek zorunda kaldılar. Bugünkü bilgimize nazaran Chou’lar, aslen bir Türk kabilesiydi; ufak olan devletleri, bilhassa Türklerle Tibetlilerden müteşekkildi.Bunların bronz silahları ve bilhassa harb arabaları vardı.

MÖ 1050’de Chou hükümdarı doğuya karşı ayaklandı, Orta Honan’a kadar ilerledi, Sarı ırmağı geçti ve Shang ordusunu geçerek imha etti. Bununla Chou sülalesi kuruluyor ve asıl Çin tarihi başlıyordu.

Ordu, tıpkı sonraki bozkır orduları gibi, birçok münferit kabilelerden müteşekkildi. Bugün bile bu kabilelerin birçoklarının, Tibet kabileleri olduğu anlaşılmaktadır. Böylece şimdi Shang kültürüne, kuvvetli Türk unsurlariyle birlikte, Tibet kültürü unsuru da girmiş bulunuyordu.

Yeni devlet, ancak  şimdi, ona binlerce yıl devam etme kabiliyetini veren kuvveti almıştı. (Eberhard)

Kuzeybatı Çin’de varlık gösteren diğer bir kavim de Çu (Chou) lardır. Tiklerin bir bölümü olarakta gösterilen bu kavim Çin’e Türkistan’dan gelmiştir. M.Ö. 1116-247 yıllarında Çin’i yöneten bu Çu’ların bir Türk kavmi olduğu, daha geçen yüzyılda kabul edilmeğe başlayan bir fikirdir.

Bunlar Çin’e yeni bir yönetim sistemi ve yeni inanç biçimleri getirmişlerdir. Daha önceleri Çin’de, dünyayı yöneten büyük ilâh Sandi kültü yaygınken, Çu’lar onu ortadan kaldırıp, naturalizm ve kahramanlar kültünü yerleştirmişlerdir.

Çin’i daha önce (M.Ö. 1450-1117) yöneten Şang sülalesi zamanında Çin’in bunlara bağlı olan kısmında Türk tesiri görüldüğü, Japon bilgin S. Ogawa tarafından ileri sürülmekte, hatta Şang’ların dillerinin aslında Türkçe olduğu iddia olunmaktadır.

Galiba Çu’lar devrinde birisi sihirbazlık, diğeri din ilkelerini temsil etmek üzere, Türklerin çift krallık yönteminin egemen olduğu malumdur; bunlardan sihirbazlığı temsil eden kralın, Şanglardan kaldığı kabul edilmektedir

  1. Haloun ilk Çu krallarının adlarının 4 heceli olmasını dahi bunların Türklüğü ile ilgili görmektedir. Bazı çağdaş siyasi Çin aydınlarının, eski Türk-Çin ilişkilerinden bahisle yazdıkları yazılarında, Çu hükümdarı Ton’un zamanından <<miras olarak>> bunlardan <<eti>, <<Kuta>>, <<anru>>, <<tay>> gibi Türkçe sözcüklerin kalmış olduğu eski Çin kaynaklarından alınarak yazıldı.

Herhalde bu Çu’larda tamamıyla Türk kavimlerinde görülen bazı adetlerin hakim olduğunu gösteren kayıtlar, dil üzerine yapılan fikir yürütmelere oranla daha kuvvetlidir. Çu’larda ölmüş atalara nispetle uygulanan tabu, tamamen Türkçe olmuştur.

Çin’e atı ilk getiren bu Çu’lar olmuş; W. Koppers te onları Ortaasya’dan Çin’e yeni devletçilik sistemi getiren atlı Türkler olarak kabul etmektedir.

<<Çu>> sülâlesinin Türkistan’dan Çin’e gelmiş olması durumu, Mahmut Kaşgari‘den aktarılan ve ilk Türk hakanlarından <<Şu>> nun yurduna batıdan Aryaniler tarafından yapılan bir baskı sonucunda Doğuya göçtüğüne dair eski Türk söylencesine zaman bakımından uymaktadır.

Prof. W. Eberhard Çin’in dil, milliyet ve medeniyetinin Önasya Sümerlerinde olduğu gibi kavimler tabakasının kaynaşması ürünü olduğunu, bunu öğrenme işine <<kenar kavimlerinin medeniyetleri>> ni incelemekten başlamanın en doğru yol olacağını ileri sürdü ve Çin millet ve medeniyetini meydana getiren milletlerin kalıntılarının varlıklarını Çin’in kenar ülkelerinde tarihte uzun zaman korudukları gibi, bugün dahi kısmen koruduklarını ortaya koydu.

Eberhard’ın Çin kayıtları ile birlikte eski eser bulgularına dayanarak anlattığı şudur: Sarı ırmağa batıdan gelerek dökülen Wei nehri havzası Batıdan gelen kavimler için bir bozkır geçit yolunu oluşturmuş, burada M.Ö. 2000 de Yang-shao’da bulunan boyalı keramik kültürünü oluşturmuş; bu kültür Türklerin yardımı ile buraya kadar gelen, fakat Moğolistan ve Türkistan’da da yataklarını bulan bir Önasya kültürü unsurlarını içermektedir. Bu kültürü getiren Türkler Çu sülâlesini kurdular ve güneşin önemli bir yer tuttuğu natüralist bir din getirdiler. M.Ö. 1050 civarında bu Çu’ların Çinlilerle daha yakından karışması, Çin dil ve medeniyetine şimdi bildiğimiz son şeklini vermiştir.

Finlandiyalı Mongolist ve Türkolog G. J. Ramstedt, Çin ve Kore dillerinin bugün konuşulan lehçeleri üzerinde incelemeler yaparak, Türk dilinin yalnız eski Çin dili üzerindeki tesirini tespit etmekle kalmamış, Türk dilinin en eski gelişim sahasının, kuzey Çin ve Kore bölgeleri olduğunu dahi ileri sürmüş; ve Kore dilinde bu en eski Türk dili unsurunun, daha iyi korunduğunu ve bu dilin eski bir Türk lehçesinden türediğini iddia etmiştir.

Çu’ların Türklüğü fikrini kabul eden Harletz, Les religions de la China, d. Museon, X, 1891, p. 128; aynı kişi la nationalite du peuple de Tschou, d. JA 8. XX (1892), p. 336. Bu Çu’ların Mu (Mou) adında bir prensinin M.Ö. 7. Yüzyılda Türkistan gezisi dolayısıyla bunların kökeninin Türk olduğu söylenmiştir. (bkz. JA, 1920, II, s. 153-154). Bkz. Yine Franke Geschiste des Chinesischen Reiches, I, 94-119.

Çu’ların eski Çin dinini değiştirerek naturalizm ve kahraman kültü yerleştirmeleri konusu için bkz. Grum Grjimaylo, Zap. Mongolia, II, 52-53 ve Darmsteter d. JA, 1882, p. 130-131, Uzakdoğu’da demir kültürü için bkz. Grum Grjimaylo, a. e.s. 48-49; Münsterberg, Chinesische Kunstgeschichte, 1910, s. 31-77.

Çinlilere demirciliğin MÖ ancak 7. yüzyılda Choular zamanında malum olduğu fikri sanat tarihçisi O. Münsterberg tarafından ileri sürülmüştür. Fakat demirin geniş mikyasta ve silah imali için istimali Çin’de ancak milattan önce 300’lerde başlamıştır.

Çin sanatı mütehassısı Carl. W. Bishop’un 6.5.1937 tarihiyle Columbia Üniversitesi hocalarından Dr. Thomasreade yazdığı bir mektubunda, en eski Çin demir silahları Shan-si eyaletinde ve Chou sülalesinin vatanı olan yerlerde bulunduğundan, demirin, “Steppe corridor”, yani Wei nehri havzasi yoluyla garptan gelmiş olduğunu ve bunu Chou’ların getirmiş bulunduğunu ileri sürmüştür.

Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, 1981, s.10-15

Wei nehri Şensi ve Gansu eyaletleri topraklarından akmaktadır. Tarih öncesi çağlardan beri, Wei Nehri vadisi, doğudaki Kuzey Çin Ovası’nı, batıdaki steplere bağlayan ana doğu-batı güzergahının Gansu Koridoru üzerinden bir parçasını oluşturmuştur. Xi’an doğal ulaşım merkezidir, İpek Yolu’nun başlangıç noktasıdır.

Çu’lar Batı’dan göçederek, Wei nehri havzasında Şensi topraklarında yerleştiler ve alüvyonlu toprakların bereketi burada yüksek bir ziraat ve medeniyetin gelişimine neden oldu.

Wei nehri havzası Çin Medeniyetinin en erken bir merkezi idi ve MS 10.yüzyıla değin Çin başkentleri bu havzada yeralmaktaydı.

Çu Hanedanı, Çin’i 1000 yıla yakın yönetmiş ve oluşturduğu ayırdedici kültürel ve siyasi karakteristiklerle Çin’in gelecek 2000 yılını şekillendirmiştir.

İlk Çin felsefesi MÖ 6.yüzyıldan başlamak üzere Wei nehri havzasının hakimi Çu hanedanı döneminde başlamıştır.

Çin sanatı mütehassısı Carl.W. Bishop’un 6.5.1937 tarihiyle Columbia Üniversitesi hocalarından Dr. Thomasread’e yazdığı bir mektubunda, en eski Çin demir silahları Shan-si eyaletinde ve Chou sülalesinin vatanı olan yerlerde bulunduğundan, demirin, “Steppe corridor”, yani Wei nehri havzası yoluyla garptan gelmiş olduğunu ve bunu Chou’ların getirmiş bulunduğunu ileri sürmüştür

Türk Kültürünün Çin Kültürü Üzerindeki Etkileri
Türk Kültürünün Çin Kültürü Üzerindeki Etkileri
Karahanlılara kadar Türklerde Madencilik
İlk Türklük Wilhelm Koppers

Atalarımız Çin’de “ÇU” Hanedanı’nı kurmuşlardır.

Franke, Harletz, Grum Grjmaylo, Münsterbers, Koppers, Haloun, Darsteter, Legge, Wang-Pun-Son gibi konusunda uzman tarihçiler Çin’in III. İmparatorluk hanedanı olan ÇU’ların TÜRK olduğunda birleşmişlerdir. Çin İmparatorluğu’nu üstün askeri gücü, teşkilatlanma kabiliyeti ve yüksek kültürleri ile ele geçiren TÜRKLER M.Ö. 1050 yıllarında, M.Ö. 256 yıllarına kadar 794 sene Çin’de saltanat sürmüşlerdir.

Aynı hanedana mensup olarak ÇU’lar Kuzeyde, Güneyde, Şenside, Honan’da hüküm sürmüşlerdir. O devirlerde Çin’in sınırları şimdikinden çok küçük olmasına rağmen yine de topraklarında 20 milyondan fazla insan yaşamaktaydı.

  • Batı ÇU Hanedanı, Wei Vadisinde (Başkent Hao) M.Ö.1000-950
  • Doğu ÇU Hanedanı, Loyang Şehrinde M.Ö. 770-256
  • Şensi’deki ÇU’lar, Hsi-an-fu Şehrinde M.Ö. 1050-770
  • Honan’dakiler ise Lo-yang Şehrinde M.Ö. 770-256 saltanat sürmüşlerdir.

ÇU Hanedanı yani TÜRKLER tarafından “merkezi devletçilik, devlet teşkilatlanma yapısı” Çin’e getirilmiştir.

Finlandiyalı büyük Türkolog – Mongolist G.J. Ramsted’e göre (1935) Türkçe bu devirde Çinceye ve Korece’ye pek çok kelime vermiştir. O zamana kadar Çin’de ve Kore’de bulunmayan devlet teşkilatına ait bütün ıslahatlar ve yapılanmalar Türkçeden alınmıştır.

Yine kahramanları kutsallaştırma ve onları dinen yüceltmekte Çin kültürüne ÇU Hanedanı sayesinde geçmiştir. Çinliler tarafından icat edildiğine dair olan buluşların, temelinde Türklerin öğretisi bulunmaktadır.

Çin’deki Türk Hanedanlar

Zeki Velidi Togan; Czermak, W. Koppers, S. Ogawa, D. Feist gibi
tarihçilerin görüşlerine de başvurarak M.Ö. 1116-247 senelerinde Çin‘de Zhou Devleti‘ni kuranların Türkler olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Zhoular, ―Tik diye bilinen Türklerin bir kısmı olup, Çin‘e Türkistan‘dan gelmiştir. Bunlar Çin‘e yeni bir idare sistemi ve yeni akideler getirmişlerdir. Çin‘e atı ilk getiren bu Zhoular olmuştur. Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Tarihi‘ne Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul,

Synopsis of Zhou (Chou) Culture

Tagar kültürünün verdiği tesirler, doğuya, Gôktürk kitabelerinin „Ötüken Yış dediği Hangay  dağları silsilesi ve Orkun ırmağı kıyılarında “Yassı Taşlar” kültürüne ve Çin’in kuzey sınırına, Ordos, yani “Ordular” denen bôlgeye, Türkçe Yaşıl „güz denen Hoang-ho (Sarı Su) nehrine varmakta idi.

Doğu’da Türklerin yoğun yaşadıkları sahaların sonunda, Sarı Deniz’e doğru Tunguzlar, onların güneyinde Mongoloid ırklardan Çinliler ve Tibetliler ile karışık olarak, yine proto-Türkler ve Türkler yaşıyordu. Çinlilerin “Chou” adını verdiği, Türk olması muhtemel bir boy, bugünkü Çin’in kuzeyinde bir devlet kurmuştu (M.Ö. 1050-249)  Türk Tarihi Üzerinde Çalışmalar, Prof Dr Yusuf Halaçoğlu

MÖ 1050-256 Chou devleti: Türkler’in ve Türk kültürünün tesiriyle meydana gelmiş olan “Yang-shao/yeni kültür” ve bunun siyasî gôrüntüsü olan Chou devleti.

At besleme, gök kültü, gelişmiş askerî karakter, hayvan üslûbu vb. gibi aslî Türk unsurlarını taşıyan Chou devleti, sonraki Çin kayıtlarında “Hiung-nu” adı ile gôsterilen Asya Hun (Türk) kütlesinin çekirdeği, ôncülü durumundadır.

Türk Tarihi Kronolojisi, Şevket Koçsoy

Çin Kaynaklarına Göre Türk Kavimleri

Çin Tarihinde MÖ 1122‘den MÖ 256 yılına kadar hüküm sürmüş, Shang Hanedanı‘ndan sonra, Qin Hanedanı‘ndan önce yönetimde olan imparatorluk hanedanı. Chou Hanedanı Çin tarihindeki diğer tüm hanedanlardan daha uzun süre hüküm sürmüş olsa da aslî siyasî ve askerî hükümranlıkları sadece Batı Chou döneminde yaşanmıştır.

Chou döneminde Çin’de demirin kullanımı başlamış, ayrıca birçoklarına göre Çin tunç eşya yapımı bu dönemde doruk noktasına ulaşmıştır. Hanedanı aynı zamanda, yazının antik hâlinden, ki bunun örnekleri Batı Chou tunç kitabelerinde bulunabilir, çağdaş yazım şeklinin başlangıcına, geç Muharip Devletler Dönemi‘deki arkaik klerik yazı formuna, doğru evrim geçirdiği dönemi de kapsamaktadır.

Alman tarihci, Wolfram Eberhard’a göre, Chou hanedanı Türk kökenlidir.

Chou Hanedanı döneminde, MÖ 6. yüzyıldaki ilk hâlinin ortaya çıkışıyla, Çin felsefesinin kökenleri kurulmuştur. (MÖ 7.yüzyılda da Batı Anadolu İyon Medeniyeti bilim ve felsefede altın çağı yaşıyordu) Daha sonraki nesillere büyük etkisi olacak önemli Çin filozofları bu dönemde ortaya çıkmıştır:

Kong Fuzi (KonfüçyüsKonfüçyüscülüğün kurucusu) Laozi (Taoculuğun kurucusu).

Bu dönemde ortaya çıkan diğer filozoflar, kuramcılar ve düşünce ekolleri şunlardır:

  • Mozi (Mohizmin kurucusu),
  • Mengzi (tanınmış bir Konfüçyüscü),
  • (Qin Hanedanının temel felsefesi olan) Çin legalizminin gelişimine öncülük eden Shang Yang ve Han Feizi ve
  • döneminin en önemli entelektüeli, Çin entelektüel yaşamının kendi dönemindeki merkezi olduğu ve hatta Mengzi gibi ikonik entelektüel figürlerden daha çok önem ve ün kazanmış olduğu iddia edilen Xunzi.



Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Çin

QİN HANEDANI

Qin (okunuşu: Çin) Hanedanı , MÖ 221 – MÖ 206 yılları arasında Çin’i yönetmiş ilk hanedandır. Qin Hanedanlığı adını bugün Gansu ve Shaanxi eyaletlerinin kalbinde bulunan Qin bölgesinden alır. Qin Hanedanlığı’nın gücü, Shang Yang’ın MÖ 4. yüzyılda Savaşan Devletler Çağı’ndaki kanunlarda yaptığı legalist reformlarla artmıştır. MÖ 3. yüzyılın ortalarında ve sonlarında, Qin Hanedanlığı güçsüz Zhou Hanedanlığı’ndan başlayıp kalan diğer altı savaşan devleti de fethetmiş ve tüm Çin üzerinde kontrol elde ederek yönetimi tek çatı altında toplamıştır.

Qin Hanedanlığı’nın, hanedanlık süresi boyunca ticaret, tarım ve askeri alanlarda gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin sebebi, köylülerin sadakatlerini gösterdiği toprak ağalarının ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşmiştir. Böylece merkezi yönetim, büyük halk topluluklarını direkt kontrol altına alıp Çin Seddi gibi büyük inşa projelerini gerçekleştirmek için büyük bir çalışma gücü elde etmiştir.

Qin Hanedanlığı aynı zamanda çeşitli reformlar yapmıştır. Para, ölçü ve ağırlık birimleri bu dönemde standartlaştırılmış, daha iyi bir yazı sistemi oluşturulmuştur. Qin’in eski hanedanlıkların izlerini yok etmek için yaptığı kitap yakımı ve bilginlerin gömülmesi olayı, dönem sonrası bilginleri tarafından eleştirilmiştir. Hanedanlık yavaş ve bürokratik olmasına rağmen ordu, dönemin en son geliştirilmiş savaş aletleri, ulaşım yolları ve taktiklerini kullanmaktaydı.

Güçlü olmasına rağmen Qin Hanedanlığı’nın ömrü uzun sürmedi. MÖ 210’da ölümünün ardından, imparatorun iki eski danışmanı, onun üzerinden hanedanlığı kontrol etmek için oğlunu tahta geçirdi. İki danışman arasındaki anlaşmazlık dolayısıyla, tahtı ikinci imparator üzerinden kontrol etme planları çok fazla uzun sürmedi ve kısa sürede iki danışman da, ikinci imparator da vefat etti. Bu ölümlerden birkaç yıl sonra halk ayaklandı ve imparatorluğun yönetimi bir Chu teğmeni dolayısıyla Han Hanedanlığı’na geçti. Kısa sürede sonlanmasına rağmen Qin Hanedanlığı, kendinden sonra gelen Han Hanedanlığı’nınkiler başta olmak üzere Çin imparatorları üzerinde büyük bir iz bıraktı.

Böylelikle başlayan Çin’in İmparatorluklar dönemi, 1912’de Qing Hanedanı’nın yıkılıp Çin Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sona ermiştir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Qin_Hanedan%C4%B1

Qin/Çin Beyliği’nin hükümdar zümresi Çinli, tebaası tamamen Türklerden oluşmaktadır. MÖ.753 yılında Qin Wen-gong Beylik hukuk düzenini tamamen Türklerin adetlerine göre düzenlemiştir. M. Ö. 621- 659 yıllarında Qin Mo-gong doğudaki Jin Beyliği’nin topraklarını ele geçirerek güçlü bir beylik haline gelmiştir.

Qin/Çin Beyliği Türklerin gücü, savaşçılığı ve bol maddi kaynaklarına dayanarak devamlı olarak topraklarını genişletmiştir. Qin/Çin Beyliği hükümdarları, Çinlilerin yönetim düzenini uygulamaya koymak ve Çin kültürünü benimsemek suretiyle Qin/Çin Beyliği’ni Çin devletine dönüştürmek için çok çaba sarf etmişlerse de, Türklerin köklü adetlerini yok edememişlerdir. Onun için diğer Çin beylikleri Qin/Çin Beyliği’ni Türk Beyliği olarak gördükleri için kendi aralarına almamışlardır.

M.Ö. 4. yüzyılda reformcu Shang Yang Qin/Çin Beyliği’nde büyük bir reform hareketi başlatmış ve bu reformlar sonucunda Qin/Çin Beyliği hızlı bir şekilde gelişmiş ve güçlenmiştir. M. Ö. 238 yılında Ying Zheng adındaki prens tahta çıkmış, etrafındaki diğer beylikleri yok ederek Qin/Çin Hanlığı’nı kurmuş ve bütün Çin’i birleştirmiştir. Ying Zheng kendisini de Qin Shi-huang (Qin/Çin hanedanlığı’nın İlk Hakanı) diye ilan etmiştir. Qin Shi-huang da çeşitli reform hareketlerini gerçekleştirmiştir.

Bu reform hareketleri Qin/Çin’in esas ahalisi olan Türklerin hızla Çinlileşmelerine neden olmuştur. Bu devlet Qin Shihuang’ın zalimce politikalar yüzünden patlak veren isyanlar sonucunda 14 yıl hüküm sürdükten sonra ortadan kalkmıştır.

Qin/Çin’den sonraki Han, Sui, Tang, Song, Yuan, Ming ve Qing Hanedanlıkları işte bu Qin/Çin Hanlığı’nın temelinde kurulmuştur. Qin/Çin devletinin kurulmasından Qin Shi-huang dönemine kadar geçen beş yüzyıllık süreçte Türkler tamamen Çinlileşmiştir.

http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi6/sayi6pdf/69.pdf

Türklerin ve Çinlilerin /3000 yıllık savaşı

Çin-Türk savaşının tarihsel zeminini incelediğimiz zaman görüyoruz ki bu tarih 3000 yıllık bir süreci kapsamaktadır. Bu 3000 yıllık sürecin olgularını çözümlediğimizde karşımıza bozkır ve dağ bölgesindeki Türk ve Moğol etnisiyle güneyde Yangçe Nehri vadisinde yerleşen Çin etnisi arasındaki savaşın tarihi görülmektedir.

Bu tarih ise bugün Kuzey Çin olarak tanımlanan Pekin’in, Doğu Türkistan’ın, İç Moğolistan’ın ve Mançurya’nın yer aldığı bölgede geçen bir savaş tarihidir. Çin’i coğrafi olarak resmettiğimizde bu 3000 yıllık bozkır halklarıyla vadi Çin halkı arasındaki savaşı daha iyi anlayabiliriz.

Çin batıdan Tibet yükseltisiyle sınırlanmaktadır. Güneyde ise Hindçini alanıyla sınırlıdır. Çin coğrafyası, Yangçe Nehri dediğimiz bugünkü Güney Çin alanında Yangçe düzlüğündeki bir coğrafyada ortaya çıkmıştır.

Kuzeyde ise Sarı Irmak diye tanımlanan, günümüzde Kuzey Çin olarak belirtilen ve Çin Seddi’nin de bulunduğu bu bölge; kuzeydeki bozkır halklarıyla güneyli Çin halkını oluşturduğu ileri sürülen vadi halkları arasındaki savaş alanıdır.

Bu anlamla bakıldığında Doğu Türkistan’ı da alan ve Tibet’in kuzeyinden başlayıp Kore’ye kadar uzanan Kuzey Çin bölgesi sanıldığı gibi Çin coğrafyası değildir.
3000 yıllık sürecin olgularını çözümlediğimizde karşımıza bozkır ve dağ bölgesindeki Türk ve Moğol etnisiyle güneyde Yangçe Nehri vadisinde yerleşen Çin etnisi arasındaki savaşın tarihi görülmektedir.

Wei Hanedanı

MÖ 200’lü yıllarla MS 200’lü yıllar arasında gelişen bu sürece baktıktan sonra Çin’de Han Hanedanı tamamen dağılmış ve Çin bütünüyle parçalanmıştır. Bu süreçte M.S. 200’de başlayan Çin’in parçalanması 600’e kadar devam etmiştir ve bu dönemde kuzeyde bugünkü Tarım Havzası ve Pekin de dahil olmak üzere Sarı Irmak havzası üzerinde Tağbaç dediğimiz, Çinlilerin Topa dediği, Wei Hanedanı hüküm sürmüştür.

Kuzeydeki Toba Wei hanedanı (386 – 554) Türktür. İlk başkentleri Lanchow, ikinci başkentleri Ta T’ung şehri olmuş, başkent güneye, Ch’angan’a taşınınca devletin adı Batı Wei olmuştur. http://blog.kavrakoglu.com/tag/toba-wei-hanedani/

Çin’de Han hanedanının yıkılmasından sonra bir çok küçük devlet kurulmuş, arkasından Çin’e göç etmiş olan Hun kütleleri tarafından Türk asıllı Tabgaç devleti tesis edilmişti. Bu hanedan V. Asrın sonlarına doğru Budizm ve Çinlileşme neticesinde Türk karakterini yitirerek, Çince Wei adını aldı. https://ahmettasagil.files.wordpress.com/2010/10/toles.pdf

Göktürklerin ilk devirlerinde Çin’deki imparator ailesi Türk Tabgaç asıllı Wei Hanedanı idi. M.S. Üçüncü Yüzyıl başında Türkler’in Tabgaç Hânedanı Hun hükümdar ailesinin elinden hâkimiyeti almış ve Hunlar’ın idaresi altındaki topraklan ele geçirmişlerdi. Tabgaç yabguları Hunlarınki kadar geniş bir ülke sahihi olamadılar, ama Çin üzerindeki baskıları çok kuvvetli oldu. Bunların asıl hâkimiyet bölgesi Kuzey Çin’di.

Tabgaç Devleti M.S. Dördüncü Yüzyıl sonuna kadar devam etti. Tabgaçlar Çin içlerinde çok ilerlemişler ve Çin’le çok fazla ilişki kurmuş olmaları dolayısıyla onların hayatlarına çok alışmışlardı. O kadar ki, bazı Tabgaç yabguları Çinlilere hayranlıkları yüzünden kendi halklarını ve kültürlerini hor gördüler; Türklerin kılık kıyafetini bile yasak ederek onları Çinliler gibi giyinmeye zorladılar. Çinlilerin değişik âdetleri onları o kadar kendine çekmişti ki, medeniyetin sadece Çin’de olduğunu sanıyorlar ve Türklerin Çinlilere benzedikçe daha medenî olacak düşünüyorlardı. Böylece Tabgaçlar Çin kültürü ve Çin kalabalığı içinde eriyip gittiler. http://www.haberdokuz.com/2014/05/12/islamiyet-oncesi-turk-devletleri

Tağbaçlar tümüyle Türklerden oluşmuş bir hanedandır. Ve bu hanedan döneminde Çin’in kuzey bölgesi bütünüyle Türkleşmiştir. Güney bölgesinde ise Çinlilik dağılmıştır. Çıkan isyanlarda Han Hanedanı ve Han ulusu fiziki olarak da yok olmuştur.

O yıllarda var olan 60 milyona yakın Han nüfusunun % 70’i bu ayaklanmalarda kırılmış geriye 6 milyonluk bir nüfus kalmıştır. Tağbaçların egemen olduğu bu dönemde artık Kuzey Çin denilen bölge tümüyle Türklerin egemenliğindeki bir bölgedir ve güney bölgede de Çin Hanedanı tamamen dağılmıştır.

Bunu takip eden dönemde ise 6. yüzyıllarda Göktürkler bugünkü Türkistan ve Moğolistan bölgesinde Hunların dorağılmasıyla ortaya çıkan durumu yeniden değiştirmiştir. Göktürkler burada Türk etnojenezini oluşturarak bu bölgede yaşayan Hun sonrası topluluklar olan Uygurlar, Kırgızlar, Karluklar ve Basmılları yeniden Türk kimliğinde, Türk imparatorluğunda birleştirmiştir. (Şener Üşümez

Tang Hanedanı

Tang/T’ang Hanedanlığı, Göktürklerin büyük desteği ile kurulan bir devlet idi. Tang/T’ang Hanedanlığı’nın ilk yıllarında, Çin’deki bazı idari ve askeri unvanlar Göktürk kağanlarının onayını aldıktan sonra verilebilirdi.

O dönemde Tang/T’ang Hanedanlığı’nın değişik bölgelerine yerleştirilen Uygur Türklerinin sayısı da yüz binleri bulmuştu. Binlerce Uygur Türk ailesi, başkent Chang-an’a yerleşmişti. Sui ve Tang hanedanları dönemindeki pek çok siyasi ve askeri faaliyetlerde Türklerin ve Çinlileşmiş Türklerin etkisi büyüktü. Dolayısıyla Tang/T’ang Hanedanlığı’nın hükümdar sülalesinin nesebi de Türklerle karışmıştı. Hanedanlık yönetiminde görev alan 369 vezirin 36’sı Türk asıllıydı. Zira Tang/T’ang iktidarı büyük ölçüde yabancıların kuvvetine dayanıyordu.
Türklerin Tang/T’ang Hanedanlığı döneminde, Çinliler üzerindeki kültürel etkileri  ise  şaşırtıcı boyutlardaydı. Sinolog Edward Schafer’e göre, Türk  kıyafetleri, Türk yemekleri ve Türk müziği Tang/T’ang Hanedanlığı toplumunda bir tutku hâline gelmişti. Özellikle Shen-yang ve Luo-yang Türk modasının en yaygın olduğu şehirler arasındaydı. Toplumda Türk kıyafetleri taklit ediliyordu.
http://www.genelturktarihi.net/turklerin-uzakdogu-siyasi-ve-kultur-tarihine-etkileri http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi6/sayi6pdf/69.pdf

Sui ve Tang Hanedanlıkları kendi zamanlarında etraflarındaki göçebe topluluklara karşı seferle düzenlediler. Etraflarındaki bu göçebe halklar Türk, Moğol, Tibet kavimleriydi ve aralarında en güçlüleri Türk kavimleriydi. Türk kavimleri gücünü Göktürk Devleti, Uygur Kağanlığı, Karahanlılar ile 600 sene boyunca ta ki Karahitaylar’a kadar gösterecektir. Bu güce karşı ticaret yollarının güvenliğini sağlamak için Türkler ile iyi ilişkiler içinde bulunmak gerekiyordu. İyi ilişki ortamını oluşturmak içinde 597, 599, 614 ve 617 yıllarında olmak üzere Çinli prensesler Türk kavminin önde gelenleriyle evlendirilmişti. Sui Hanedanlığı zamanında Türkler ile Çinliler zaman zaman anlaşma içine giriyordu. Bu iyi ilişkilerin bir göstergesi olarak bir Moğol kavmi olan Hitaylar Suilerin kuzey sınırlarına saldırdığında 20,000 civarındaki Türk ordusu Hitaylara karşı savaşması gösterilebilir. Bu savaşta Türkler Hitayların hayvanlarını ve kadınlarını savaş ganimeti olarak elde etti.

Türk kumandanları Çin ordusunda paralı asker olarak görev yapmışlardır. 755 yılına kadar yaklaşık olarak 10 Türk general Çin ordusunda görev yapmıştır. 635 ve 636 yıllarında iki kez Tang kraliyet ailesinden prensesler Türk generaller ile evlendirilmişlerdir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Tang_Hanedan%C4%B1

Turkic and Western regions

Civil war in China was almost totally diminished by 626, along with the defeat in 628 of the Ordos Chinese warlord Liang Shidu; after these internal conflicts, the Tang began an offensive against the Turks. In the year 630, Tang armies captured areas of the Ordos Desert, modern-day Inner Mongolia province, and southernMongolia from the Turks. After this military victory, Emperor Taizong won the title of Great Khan amongst the various Turks in the region who pledged their allegiance to him and the Chinese empire (with several thousand Turks traveling into China to live at Chang’an). On June 11, 631, Emperor Taizong also sent envoys to the Xueyantuo bearing gold and silk in order to persuade the release of enslaved Chinese prisoners who were captured during the transition from Sui to Tang from the northern frontier; this embassy succeeded in freeing 80,000 Chinese men and women who were then returned to China. The Sui and Tang carried out very successful military campaigns against the steppe nomads. Chinese foreign policy to the north and west now had to deal with Turkicnomads, who were becoming the most dominant ethnic group in Central Asia. To handle and avoid any threats posed by the Turks, the Sui government repaired fortifications and received their trade and tribute missions. They sent royal princesses off to marry Turkic clan leaders, a total of four of them in 597, 599, 614, and 617. The Sui stirred trouble and conflict amongst ethnic groups against the Turks. As early as the Sui dynasty, the Turks had become a major militarized force employed by the Chinese. When the Khitans began raiding northeast China in 605, a Chinese general led 20,000 Turks against them, distributing Khitan livestock and women to the Turks as a reward. On two occasions between 635 to 636, Tang royal princesses were married to Turk mercenaries or generals in Chinese service. Throughout the Tang dynasty until the end of 755, there were approximately ten Turkic generals serving under the Tang. While most of the Tang army was made of fubing Chinese conscripts, the majority of the troops led by Turkic generals were of non-Chinese origin, campaigning largely in the western frontier where the presence of fubing troops was low. Some “Turkic” troops were nomadisized Han Chinese, a desinicizedpeople.

While the Turks were settled in the Ordos region (former territory of the Xiongnu), the Tang government took on the military policy of dominating the central steppe. Like the earlier Han dynasty, the Tang dynasty (along with Turkic allies) conquered and subdued Central Asia during the 640s and 650s. During Emperor Taizong’s reign alone, large campaigns were launched against not only the Göktürks, but also separate campaigns against the Tuyuhun, the Xiyu states, and the Xueyantuo. Under Emperor Gaozong, a campaign led by the general Su Dingfang was launched against the Western Turks ruled by Ashina Helu.

https://en.wikipedia.org/wiki/Tang_dynasty

Felsefe Atlası Türk maddesi

2. Hunlar/ Büyük Hun İmparatorluğu

  • Büyük Hun İmparatorluğu Teoman MÖ 220- MS 216 : 436 yıl
  • Batı Hun İmparatorluğu Pi MÖ 48-MS 216: 264  yıl
  • Avrupa Hun İmparatorluğu Balamir  375-469 : 94 yıl
  • Ak Hun İmparatorluğu Aksuvar   420-552: 132 yıl

Hungary: Macaristan

Oğuz Kağan – Attila

Bahaeddin Ögel: Büyük Hun İmparatorluğu

Nejat Diyarbekirli: Hun Sanatı

Avrupa’ya Gelenler:

  • Hunlar
  • Yahudiler
  • Çingeneler

Hun:

  • Sarı Nehir /Ordos/Doğu Asya/Kuzey Çin
  • Mavi Nehir /Tuna /Doğu Avrupa

Nehirler:

  • Tuna, Don, İdil
  • Dinyeper, Dinyester
  • İrtiş, Yenisey, Orhon, Seelenga
  • Sarı Nehir (Huang Ho), Wei

Çin, 5000 yıllık bir medeniyet iddiasında ise, hasmı olan ve kendisine karşı Çin Seddini ördüğü  Türk (Hun) Medeniyeti, Çin’den daha yaşlı olsa gerektir.

Çin Sedd’inden Rumeli’ne
Kurban Olayım
Asil Ceddi’me

Adriyatik’ten Pasifik’e
Bir Kıvılcım Yeter
Aziz Milletime
Avrupa’daki Hun’lar katolikleşerek Macaristan devletinin kurucusu olmuşlar, müslümanlaşan Hunlar ise Türkiye ve Türkistan devletlerinin temellerini oluşturmuşlardır.

Sarı Nehir boylarında Çin Seddini aşma savaşı veren (MÖ 200’ler) Hun’lu Oğuz Kağan’ın soyundan Hun’lu Attila (adını İdil nehrinden almıştır) MS 400’lerde Tuna boylarında Roma İmparatorluğu’na kafa tutmuştur.

Hunların 4 İmparatorluğu MÖ 220 – MS 552 arasında 772 yıl boyunca Çin, Türkistan, Avrupa ve Hindistan’da hakim olmuştur.

Asya genetikli bir milletiz..

Göç yollarında ise ana mayamıza baharatımız, tuzumuz eklenmiş; tadından yenmez bir genetik karışım olmuşuz.

Devletlerimiz hep UÇ’larda hayat bulmuş, köklenip filizlenmiş; çınar olmuş..
son 700 yıldaki devletlerimizin çatısı Rumelinde çatılmıştır.

  • Devleti Aliyei Osmaniyye
  • BTTC
  • TC

Rumeli’nin temeli; HUN’dur..Bilen var mı?

Menşedeki 1600 yıldaki (MÖ 1100 – MS 500)   devletlerimizin çatısı ise Çin’de çatılmıştı.

  • Çu Devleti
  • Hun İmparatorluğu

Çin’in temeli de HUN’dur; duyan var mı?

O zaman soralım: Neden MÖ 500 lü KONFÜÇYUS, Çin’in KURUCU BABASI’dır da, bizim kurucu babalarımız  henüz 100lü yaşlarındadır?

Neden OĞUZ KAĞAN, KURUCU BABAMIZ değildir?
————————————————–
Türkler, Balkanlarda büyük bir hümanizm uygulamışlar oranın insanları ile karışmışlardır.

“Ne mutlu Türküm diyene” diyen insan bir Balkanlıdır.

O deyişte büyük bir hümanizm saklıdır. Türklük’ün Balkanlarda geldiği nokta insancılık’tır, insanın özüdür. Hümanizmi başka yerlerde batının filozoflarında aramayalım. O Balkan coğrafyasında atalarımızın bizzat yaşadığı bir yaşam biçimidir.

Türk hümanizmi Hun Türklerinin 5.ve 6.asırdan itibaren ve ardından Osmanlı Türklerinin 14.asırdan itibaren Balkanlarda karıştırmaya başladıkları bir çorbanın “Çin Seddinden Rumeli’ne” tadına  doyulmaz kıvamının adıdır.

Rumelilik, tarihteki en büyük hümanizmdir. İnsan soyluluktur.

İşte anlatamadığımız Türklük budur.

Türk Kültürü

HUNLAR/OĞUZLAR:

Çinliler kendilerini HAN olarak tanımlarlar.

Türkler ise, misyon ve hedefleri ilk ATA olan, destanlaştırılan OĞUZ KAĞAN tarafından destanlaştırılan, böylece heryönde aynı hedefe koşan, OĞUZLAR’dır; Hun, Tatar, Uz, Ogur, Bulgar hepsi Oğuz kökeninden gelir.

Mütefekkirler: Attila


Büyük Hun İmparatorluğu Teoman MÖ 220- MS 216 : 436 yıl  









Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Çin, Hindistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan

Mütefekkirler: Oğuz Kağan

Mete Han zamanında Hun İmparatorluğu MÖ 205

3. Batı Hun İmparatorluğu Pi MÖ 48-MS 216: 264  yıl 

Talas’ın doğusunda Çin’e kadar olan topraklara egemendi. Bu bölgeler Çin seddinin kuzeyinden Kansu bölgesini oradan da Gobi çöllerini kapsıyordu.



Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Moğolistan, Çin, Rusya

4. Avrupa Hun İmparatorluğu Balamir  375-469 : 94 yıl







Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Rusya, Ukrayna, Almanya, Avusturya, Belarus, Çek,Danimarka, İsviçre ,Letonya, Litvanya, Macaristan, Moldova, Polonya, Romanya, Sırbistan, Slovakya

Avrupa Hunları

5. Ak Hun İmparatorluğu Aksuvar   420-552: 132 yıl



Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Çin, Hindistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Tacikistan, Türkmenistan

  1. Göktürk Kağanlığı Bumin Kağan 552-745: 193 yıl


Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Moğolistan, Özbekistan, Rusya, Tacikistan, TürkmenistanMütefekkirler: Bilge Kağan , Tonyukuk

7. Avar Kağanlığı I. Bayan 565-835: 270 yıl





Egemenlik Alanındaki Ülkeler:
Hırvatistan, Macaristan, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya

8. Hazar Kağanlığı Böri Şad 651-983 : 332 yıl            





Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, İran, Rusya, Türkmenistan, Ukrayna

9. Uygur Kağanlığı   Kutluk Bilge Kül Kağan 742- 840 : 98 yıl      





Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Çin, Moğolistan, Rusya

10. Karahanlı Devleti Bilge Kül Kadir Han 840-1212: 372 yıl     



Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Moğolistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan

Mütefekkirler: Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacib,  Ahmet Yesevi


  1. Gazne Devleti Alp Tigin 962-1183: 220 yıl


Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Hindistan, İran, Özbekistan, Pakistan, Tacikistan, Türkmenistan

Mütefekkirler: Biruni

12. Büyük Selçuklu Devleti Tuğrul 1040-1157: 117 yıl


Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Azerbaycan, Çin, Ermenistan, Gürcistan, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, BAE, Irak, İsrail, Kuveyt, Lübnan, Oman, Suriye, Ürdün, Türkiye

Mütefekkirler:Farabi, İbni Sina,  Nizamülmülk,  Ömer Hayyam, Gazzali


  1. Anadolu Selçuklu Devleti; 1075 – 1308




    Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Türkiye

    Mütefekkirler: Muhyiddin Arabi, Mevlana, Nasreddin Hoca, Hacı Bektaşı Veli, Sarı Saltuk, Sadreddin Konevi

    Büyük Selçuklu Devleti gibi Osmanlı Devleti de yıkılınca; Anadolu Coğrafyasında Türkiye Devleti olarak devam eder.


  1. Harezmşahlar Devleti Kutbeddin Muhammed 1097-1231 : 134 yıl

    Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Azerbaycan, Gürcistan, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Tacikistan, Türkmenistan

    Mütefekkir: Necmettin Kübra


    15. Altın Orda Devleti Batu Han 1236-1502: 266 yıl



    Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Gürcistan, Kazakistan, Özbekistan, Rusya, Türkmenistan, Ukrayna


    16. MEMLUK Sultanlığı, 1250 – 1517





    Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Mısır, Libya, Ürdün, Lübnan, Suriye, İsrail, Filistin, S.Arabistan


    17. Timur İmparatorluğu Timur 1368-1501: 133 yıl




    Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Azerbaycan, Çin, Ermenistan, Gürcistan, Hindistan, Irak, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Rusya, Suriye, Tacikistan, Türkmenistan

Mütefekkirler: Uluğ Bey, Ali Kuşçu

18. Safevî Devleti veya Devlet-i Safevîyye 1501 ve 1736 yılları arasında

Bugünkü Azerbaycan, İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin doğu kesiminde varlığını sürdürmüş, tarihte ilk kez Şiî Onikiciliğini resmî mezhep olarak kabul etmiş olan halkları yönetmiş ve Azerbaycan’ın varis olduğu hâkimhanedanın devletidir.

Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, İran, Pakistan, Rusya, Türkmenistan, Irak, Suriye, Türkiye

Mütefekkirler: Şah İsmail

19. Babür İmparatorluğu Babür 1526-1858: 332 yıl              



Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Afganistan, İran, Pakistan, Hindistan, Butan, Nepal, Çin, Bengaldeş

Mütefekkirler: Ekber Şah

20. Osmanlı İmparatorluğu Osman Gazi 1299-1922: 623 yıl   




Egemenlik Alanındaki Ülkeler: Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Cibuti, Çad, Eritre, Ermenistan, Estonya, Etopya, Fas, Filistin, Güney Kıbrıs, Güney Sudan, Gürcistan, Hırvatistan, Irak, İran, İsrail, Karadağ, Katar, Kenya, KKTC, Kosova, Kuveyt, Libya, Lübnan, Macaristan, Makedonya, Mısır, Moldova, Nijer, Oman, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan,
Slovakya, Somali, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Uganda, Ukrayna , Ürdün, Yemen, Yunanistan

Mütefekkirler: Şeyh Edebali, Hacı Bayram Veli,  Akşemsettin, Piri Reis,  Mimar Sinan, Kınalızade Ali Efendi, Katip Çelebi, Evliya Çelebi, Niyazi Mısri, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Emiri, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı

http://www.yenisoz.com.tr/mimar-sinan-in-sirri-cozuldu-haber-11975

TÜRK DEVLET FELSEFESİ

  1. Türk Devletlerinde Mütefekkirler:
  • Çu Devleti:
  • Büyük Hun İmparatorluğu: Oğuz Kağan
  • Batı Hun İmparatorluğu:
  • Avrupa Hun İmparatorluğu: Attila
  • Ak Hun İmparatorluğu :
  • Göktürk Kağanlığı: Bilge Kağan, Bilge Tonyukuk
  • Avar Kağanlığı:
  • Hazar Kağanlığı:
  • Uygur Kağanlığı:
  • Karahanlı Devleti: Yusuf Has Hacib, Kaşgarlı Mahmud, Ahmed Yesevi
  • Samanoğulları Devleti: Maturidi
  • Gazne Devleti: Biruni
  • Büyük Selçuklu Devleti: Farabi ,  İbni Sina,  Nizamülmülk,  Ömer Hayyam, Gazzali
  • Türkiye Selçukluları Devleti: Muhyiddin Arabi, Mevlana, Nasreddin Hoca, Hacı Bektaşı Veli, Sarı Saltuk, Sadreddin Konevi
  • Harezmşahlar Devleti:  Necmettin Kübra
  • Altın Orda Devleti:
  • Timur İmparatorluğu: Uluğ Bey, Ali Kuşçu
  • Safevi Devleti: Şah İsmail
  • Babür İmparatorluğu: Ekber Şah
  • Osmanlı İmparatorluğu: Şeyh Edebali, Hacı Bayram Veli,  Akşemsettin, Piri Reis,  Mimar Sinan, Kınalızade Ali Efendi, Katip Çelebi, Evliya Çelebi,  Niyazi Mısri, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Emiri, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı

—————————————————————————

  • Abbasi Halifeliği: Cabir Bin Hayyan
  • Akkoyunlular: Fuzuli
  • Anadolu Beylikleri: Yunus Emre
  • Artuklu Devleti:  El Cezeri
  1. TÜRK DEVLET FELSEFESİ

    Tespit: 

  • Türkiye bir süredir ‘yeni bir medeniyet’ inşa etmeye çalışıyor. Ancak yeni bir medeniyet ancak köklerin iyi tanınması ile mümkündür. Oysa Türkiye kendi medeniyet köklerini tanımıyor. Yine, yeni medeniyet oluşturmak için Batı ve Doğu medeniyetlerini de tanımak ve değerlendirmek gerekli.

Örnek: 

  • Anadolu tarihine ve Anadolu ekonomisine damgasını vurmuş olan Ahilik ya da Anadolu’da bundan bin sene önce hüküm süren iş kadınları örgütleri (Bacıyan-ı Rum) hakkında neler biliyoruz? Ortalama üniversite mezunumuz, akademisyenimiz, bürokrat ya da iş adamımız, Ahilik ya da Bacıyan’ı Rum konusunda arka arkaya kaç cümle edebilir?
  • Osmanlı, Selçuklu ya da genel Türk yönetim tarzı hakkında neler biliyoruz? Ortalama devlet adamımız ve bürokratımız bu konuda neler söyleyebilir?
  • Ortalama bir İngiliz bürokrat size son bin yıldaki İngiliz yönetim tarzı konusunda oldukça ciddi şeyler söyleyebilecektir. Tarihi tecrübemizi analitik bir çerçevede bürokrat ya da akademisyen, iş adamı, kısaca insanımıza bugün kullanabilecekleri ‘vaka’ analizleri olarak ne kadar verebildik?
  • Her kamu birimi işe aldığı gençlere kamu hizmetinin gerektirdiği idealleri, ilkeleri, azim ve hırsı ve nihayet bilgileri kazandırmak zorunda. Bunun için de her kamu birimi oryantasyondan başlayarak kişisel gelişim ve teknik bilgileri dinamik bir şekilde çalışanlarına kazandıracak ve devamlı ‘hatırlatacak’ eğitim programları oluşturmalı. Tabi ilke ve değerler bunların temelinde yer almalı.
  • Peki böyle bir programın Almanya’da uygulananı ile Türkiye’de uygulananı aynı mı olmalı? Ya da, Türkiye’de uygulanan bir programın Brezilya’daki programlardan ayırt edici özellikleri ne olmalı?
  • Muhtemel farklardan birisi, en azından son bin 500 senedeki Türk yönetim tecrübelerinin ve prensiplerinin eğitim programlarına dahil edilmesidir.
  • Şimdi soru şu: 3 milyon kamu çalışanının kaç tanesi devletin reel politik unsurlar değil, ‘iyilik’, akıl ve liyakat üzerinde kurulması gerektiğini söyleyen Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig’ini” ya da, Fatımilerin El Ezher’inden sonra (ve Bologna’dan 20 sene önce) modern dünyanın ikinci önemli üniversitesini kuran ve kamu prosedürlerinden iktisadi kalkınmaya kadar kamu yönetim felsefesini sunan Nizamülmülk’ün “Siyasetname’sini” okumuştur?
  • Siyaset bilimcilerimiz (hatta tarihçilermiz) “Kutadgu Bilig” ya da “Siyasetname” üzerine şu ana kadar kaç eser vermişlerdir?
  • İktisatçı veya iktisat tarihçilerimiz Ahilik üzerine kaç analitik esere imza atmışlardır?
  • Türkiye’de Makyavel’in “Prens”i üzerine verilen eserler, bir devlet felsefesi hazinesi olan “Kutadgu Bilig” üzerine yazılanlardan muhtemelen kat kat fazladır.

Öneri: 

  • Başlangıç için Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, “Kutadgu Bilig” ve “Siyasetname” başta olmak üzere Türk devlet felsefesi üzerine güçlü bir araştırma programı oluşturabilir.
  • Analitik bir çerçevede Türk devlet ve yönetim anlayışının incelendiği, dünya standartlarında güçlü çalışmalarla bugünün şartlarına uygun politika ve yönetim tavsiyelerinin üretildiği en az on yıllık bir çalışma programı.
  • Programın çıktılardan birisi de kamu hizmetine giren gençlerin yönlendirme ve sonraki eğitimlerinde kullanılacak eğitim malzemeleri olabilir…

Murat Yülek/Küresel Bakış, Dünya Gazetesi, 28.09.2015

SİYASETNAME GELENEĞİ

  • TONYUKUK (646-724); TONYUKUK YAZITI
  • YUSUF HAS HACİB (1017-1077); KUTADGU BİLİG
  • NİZAMÜLMÜLK (1018-1092); SİYASETNAME
  • YÜKNEKİ (1100’ler) ; ATABET ÜL HAKAYIK
  • MOLLA HÜSREV  (…..- 1480) : Fatih Sultan Mehmet’in Şeyhülislamı
  • KINALIZADE (1511 – 1571); Ahlak-ı Alai
  • KOÇİBEY (ö. yak. 1650) ; KOÇİBEY RİSALESİ
  • AHMET DAVUTOĞLU (1959-   ); STRATEJİK DERİNLİK
  1. TEMEL KAVRAMLAR:

İL

ETü il devlet

ETü: [ Orhun Yazıtları, 735]

türük bodun illedük ilin ıçgınu ıdmış kaganladuk kaganın yitürü ıdmış [Türk halkı devlet kıldıgı devletin yıkılmasına, kagan kıldıgı kaganın yitmesine izin vermiş]

TTü: “… memleket” [ Gülşehri, Mantıku’t-Tayr terc., 1317]

ne kişisin ilde kim dirler saŋa

TTü: “aşiret … ülke … vilayet” [ Ahmed Vefik Paşa, Lugat-ı Osmani, 1876]

il: Aşiret, kabile: Turgut ili, Varsak ili. Bir ilin mesken ve mevası olan yer: Rum ili, Hamid ili. Mutlaka vilayet: Aydın ili, Sivas ili.

——————————————-
Devlet Ana
Devlet Baba
Devleti Ali
Atasözleri/Deyimler
Kadim Dilde Devlet
Kemal Tahir
Doğan Ergun
Ceberrut Devlet
Devletçilik

KAYNAKÇALAR

Kaynakçalar: Bülent Ağaoğlu

  1. 1838 Baltalimanı Antlaşması.
  2. Ahmet Cevdet Paşa Kaynakçası
  3. Atatürk, Kurtuluş Savaşı Ve Devrimler Konulu Makaleler Kaynakçası (Ön Çalışma).
  4. Balkan Savaşları Kaynakçası
  5. Basında “Türk-Amerikan İlişkileri” Kaynakçaları
  6. Batı’nın Ve Yerli İşbirikçilerinin Bize Yaptıkları; Milli İradeye Ve Milli Liderlere Yapılanlar; Zihinsel Kirlenme; Milli Haklarımız Kaynakçası (1838’den Günümüze)
  7. Bülent Ecevit Hakkındaki Kitaplar Kaynakçası
  8. Çanakkale Savaşları Kaynakçaları
  9. Çanakkale Savaşları Tam Metinleri
  10. Devlet Bakanlığı Yayınları (1985-1988)
  11. Divan-ı Hümayun Kaynakçası
  12. Enderun Kaynakçası
  13. Eski Türklerde Devlet Yönetimi
  14. Fatih Sultan Mehmet Kaynakçaları
  15. İhtiyar Heyetleri Kaynakçası
  16. Kadızadeliler Hareketi Kaynakçası
  17. Karlofça Antlaşması Kaynakçası
  18. Midhat Paşa’ya Dair Bibliyografya (1).
  19. Neden Başkanlık Sistemi
  20. Sultan İkinci Abdülhamid’e Dair Bibliyografya: 1
  21. Tarihte Türk Devletleri Kaynakçası
  22. Tarihten Bir Yaprak: Kadızadeliler Hareketi (4 Tez, 5 Kitap, 19 Makale).
  23. Turgut Özal Kaynakçası
  24. Türkler Ve Yönetim

Kaynakçalar: Bülent Ağaoğlu,  Bibta, Kaynakçalar Bilgi Bankası


KAYNAKLAR:

  • Çu Devleti: Prof Dr Eberhard, Prof Dr Zeki Velidi Togan
  • Oğuzlar: Prof Dr Faruk Sümer
  • Büyük Hun İmparatorluğu: Prof Dr Bahaeddin Ögel
  • Batı Hun İmparatorluğu: Prof Dr Bahaeddin Ögel
  • Avrupa Hun İmparatorluğu: Prof Dr Bahaeddin Ögel
  • Ak Hun İmparatorluğu :Prof Dr Bahaeddin Ögel
  • Hunlar: Gumilev, Hunlar ve Eski Türkler
  • Göktürk Kağanlığı: Prof Dr Ahmet Taşağıl, Prof Dr Sencer Divitçioğlu
  • Avar Kağanlığı:
  • Hazar Kağanlığı:
  • Uygur Kağanlığı:
  • Karahanlı Devleti:
  • Gazne Devleti:
  • Büyük Selçuklu Devleti: Osman Turan
  • Harezmşahlar Devleti:
  • Altın Orda Devleti:
  • Timur İmparatorluğu:
  • Safevi Devleti: Prof Dr Richard Frye
  • Babür İmparatorluğu:    Prof Dr Arnold Tonybee. From Oxus to Jamuna
  • Osmanlı İmparatorluğu: Prof Dr Halil İnalcık, Prof Dr İlber Ortaylı, Kemal Tahir
  • Türk Devletleri Tarihi: Kamuran Gürün, Şener Üşümezsoy,Prof Dr Anıl Çeçen, Osman Karatay, Ümit Hassan

Aryan ve Turan

İlk Türklük, Wilhelm Koppers 

Miladi Dönem Öncesi Orta Asya’da İpek

İslamiyet Öncesi Türk Devletleri, Prof Dr Erol Güngör

İlk Türk Devletleri, Prof Dr Erol Güngör

VİDEO BELGESEL

Ahmet Yeşiltepe; Uluslararası Türk Akademisi ile Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın birlikte Kazakistan’ın Rusya-Çin sınırında gerçekleştirdiği arkeolojik kazılarda, bölgenin Türklerin türeyiş destanı Ergenekon’un geçtiği yer olabileceğini destekleyen Göktürk dönemine ait kurganların bulunduğu kazı alanını ziyaret ediyor.

by Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Eylül 20, 2015

Tefekkür Medeniyetimiz -7: Dinler

0

İÇİNDEKİLER

ÖZET

A- TÜRKLERİN İNANÇ YOLCULUKLARI

B- DİNLER

1. Gökdini

2. Maniheizm

3. Budacılık

4. Zerdüştlük

5. Müslümanlık

6. Hristiyanlık

7. Musevilik

C- FARKLI İNANÇLARA SAHİP TÜRK BOY VE TOPLULUKLARI

D- TEFEKKÜR MEDENİYETİMİZ

—————————————————

ÖZET


Asya’nın Yenisey ve Orhun boylarında taşa yazılan TENGRİ inançları ile başlayan Türklerin inanç yolculukları, Dunhuang mağaralarındaki Budist resimler ve tapınaklar, ahşap direkli Semerkant, Buhara Camileri, Ahlat mezar taşları, Anadolu coğrafyasındaki Kapadokya yeraltı kiliseleri, Göbeklitepe Tapınağı, Karaim Sinagogları, Karamanlı Ortodoks Kiliseleri,  Küçük Asya’nın kadim mitolojileri, Sümer Tanrıları, Rumeli dergah ve tekkeleri ile çeşitlenip zenginleşmiştir.

Türklerin Tengricilik (Göktanrı) ile başlayan dini inançları, Maniheizm ve Budacılığın ardından Semavi  dinlerle buluşmuş, 7 dinde inançlarını sürdürmüşlerdir.


21.yüzyılda Asya ve Avrupa’ya dağılmış 35’i aşkın Türk boy ve toplulukları 5 dinde  inançlarını devam ettirmektedirler: 

Müslümanlık…………..17 boy
Hristiyanlık…………….11 boy
Şamanist ……………….4 boy
Budist …………………..3 boy
Musevi…………………..2 boy


35 boyun yarısının tercihi Müslümanlık, dörtte üçünün tercihi ise Müslümanlık-Hristiyanlık şeklinde olmuş, Şamanizm-Budizm şeklindeki Asya inanışları ise boyların %20’sinin tercihi şeklinde olmuştur.  


A- TÜRKLERİN İNANÇ YOLCULUKLARI

Tengri
Türkçe’de tespit edilen ilk kelime Tengri’dir (Tanrı). Türklerin kuvvetli inançlara sahip oldukları, kavramsal çerçevenin kadim ve kuvvetli olduğu görülmektedir.

Göktanrıclık, daha sonra Yakut Türkleri üzerinden Amerika’lara da atlayacaktır.
Türkler, Göktanrı inanışları ile Çin’lilerin inanç dünyalarını da dönüştürmüşlerdir. 

İslamiyet ve Hilafet
İslamiyet ve Hilafet, Türklerin kadim hasımları Çin ve İran’a karşı olan mücadelelerinde; galabe çalmalarına neden olmuştur.

Horasan Türklerinden Ebu Hanefi’nin sistemleştirdiği Kuzey İslam’ı yani Hanefilik İslamiyet’in %56 sını teşkil etmektedir. Akıl ve İman birbirinin destekçisidir. Tasavvufi inanışlar, mezhep ayırımını ortadan kaldırmış, Bektaşilik, Osmanlı’nın Avrupa’da yayılmasının altyapısını teşkil etmiştir.

Ana Eksenler

  • Çin, İran, Rusya ve Avrupa’da önemli bir Müslüman Türk nüfusu;
  • Çin ve Rusya’da Budist Türk nüfusu
  • Rusya ve Doğu Avrupa’da Hristiyan ve Musevi Türk nüfusu yeralmaktadır.

Kutsal Toprakların Ülkesi
Türkiye, kutsal toprakların ülkesi: Ana Tanrıça Kibele Kültü, Meryem Ana Evi, İznik Konsülü, Ortodoksluğun Türkiye topraklarında hayat bulması, 7 kutsal kiliseler, Ayasofya Kilisesi, Mimar Sinan Camileri, Medreseler, Külliyeler, İbrahim Peygamber Urfa, Nuh Peygamber, Nuh’un Efsanesi, Harran, Aziz Paul, Antakya, Tarsus, Kapadokya Yeraltı Kiliselerindeki ilk Hristiyanlar, Göbeklitepe (MÖ 8000), Süryanilik, Aramilik, Nesturilik, Doğu Hristiyanlığı hep ülkemiz topraklarındaki inanç yolculuklarıdır.  

Nil – Amuderya (Ceyhun) Nil nehri ile Ceyhun (Amuderya); Nil’in İskenderiye ve güneyde El Uksur Vasıt noktalarından başlayarak doğuya doğru iki paralel çizgi çekildiğinde arasında kalan şehirler; İskenderiye, Memphis, Kahire, Şam, Kudüs, Harran (çeperinde) Yeruşalayim, Ninova, Bağdat, Babil, Basra (çeperinde), Uruk (çeperinde), İsfahan (çeperinde), Nişapur, Buhara, Semerkant.

Türkler, Nil-Amu Derya/Ceyhun ekseninde gerçekleşen kıtalararası kültür temaslarında, doğudan Semerkant ucundan başlayıp, batıya doğru yolculuk süreçlerinde var olmuşlardır.

Ana İstasyon: Maveraünnehir Sarı Nehir (Huang Ho) – Ceyhun veya Orhun nehri – Ceyhun arasındaki mesafe ile Ceyhun – Nil arasındaki mesafe birbirine eşittir. Türkler, yüzyıllar süren Batı’ya yolculuklarını ara istasyon Maveraünnehir (Ceyhun-Seyhun) olacak şekilde gerçekleştirmişlerdir.

Hanefilik Ekseni 700’lü yıllarda İslamiyetin erken çağlarında Horasanlı Bilge İmam-ı Azam Ebu Hanife, İslamiyetin sistemleştirilmesinde sabırlı ve gerçekçi, imanı akıl ile meczeden adımlar atarak, İslamiyetin en geniş mezhebinin ilerde Balkanlardan Hindistan’a, Bengaldeş’e; Tataristan’dan Mısır’a uzanacak bir iman&gönül birlikteliği yaratılmıştır.

Hindistan Türkiye ve Türkistan haricindeki coğrafyalardan Hindistan’da Türk Babür İmparatorluğu İslamiyeti altkıtada zengin bir medeniyet seviyesine yükseltmiş, Yamuna nehri kenarındaki Agra kentini Taç Mahal ile şenlendirmiştir. Osmanlılar döneminde ise İstanbul’da Hint Tekkeleri varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Osmanlı’da Semavi Dinler Osmanlı, Semavi dinlerin hepsinin temsilini üstlenmiş; İslamiyeti Hilafet, Ortodoksluğu İstanbul Patrikhanesi, Museviliği Hahambaşılık, Ermeniliği Patriklik ile temsil etmiştir.

Hristiyanlığın kökleri Filistin ve Anadolu topraklarıdır.

Doğu Hristiyanlığı’nın Ermeni, Süryani ve Rum Ortodoks kilise ve inançlarının kökeni Türkiye topraklarıdır.

Protestanlığı ortaya çıkaran Osmanlı diplomasisidir.

Katolik Hırvatlar, Ermeniler, Arnavutlar, Polonyalılar, Macarlar, Rumlar Osmanlı ile olumlu ilişkiler içinde olmuşlar Polonya ve Macaristan’ın bağımsızlık mücadelelerinin merkezi Osmanlı toprakları olmuştur.

Maveraünnehir/Türkistan Rönesansı 700-1200
700-1200 yılları arasına Maveraünnehir merkezli Türkistan coğrafyası Rönesansı, Avrupa’dan 600 yıl önce yaşamaya başlamıştır. Uluğ Türkistanlılar diller ve dinler ile hemhal olmuşlardı. Zerdüştilik, Manicilik, Budacılık, Nesturilik, Süryanilik, Hinduizm, Müslümanlık ve Yahudilik dinleri ve dilleri ile tanışık olan Türkistanlılar tüm bu dinsel çeşitlilik ve zenginlikten tasavvuf (sufizm) çizgisini geliştirmişlerdi.

Karahanlılar ve Selçuklular (NizamülMülk, Nizamiye Medreseleri) İslam Medeniyetine Medrese kurumunu kazandırmışlardı.

Maveraünnehir’den İran coğrafyasına, Horasan’a sıçrayan kültürel enginlik ve etkileşim ikliminde Türkler NizamülMülk ve Gazzali ile İslamiyet’in uygulama kodlarını kitaplaştırırken, aynı coğrafyada neşet eden Hacı Bektaş-ı Veli gibi Horasan Erenleri de Tasavvuf düşüncesini Türklere has olacak şekilde geliştirmişlerdi. 

Türkistan/Horasan – Endülüs Sentezi
Türkistan/Horasan Tasavvufu ardından Anadolu ve Rumeli’ne sıçrayarak Demir Baba/Sarı Saltuk/Yunus/Mevlana/Hacı Bektaş çizgisine ilaveten Endülüs’ten hicret eden İbnül Arabi ile mücadeleci de bir kimliğe bürünecek, kolonizatör Dervişler her iki kıtayı da tekke, zaviye ve dergahlarla şenlendirerek hem müteşebbis hem de mütefekkir olmanın birlikteliğini yaşatacaklardır. 

Mütekamil Medeniyet Çizgisi: MMM ve Türklerin Genetiği
Maveraünnehir, Mezopotamya ve Menderes nehirlerinin; Nil’den Tuna’ya… Nil’den Ceyhun’a, Ceyhun’dan Yamuna nehrine; coğrafyaların alüvyonlu topraklarının meydana getirdiği zengin kültürel birikim Türklerin genetiğine işlemiştir. 

Anadolu, inananların sığınağı; merhamet ve muhaceret toprağı olmuştur her zaman. Kapadokya yeraltı kiliseleri ile inananları bağrına basan Anadolu, 1492’de Endülüs Yahudilerini, 1800’lü yıllarda ise Balkanlar ve Kafkasya’dan sürgün edilen Müslüman Muhacirleri bağrına basmıştır. 

81’i camii olmak üzere Osmanlı diyarlarını 375 mimari eser ile mamur eden Mimar Sinan; İslam Medeniyetinin coğrafyalarını, topraklarını nurlarla donatan bir Anadolu mümini ve dehasıdır. 

Hindistan’da Yamuna nehri kıyısında İslam Medeniyeti’ni temsilen Babür Türk İmparatorluğu tarafından inşa edilen Tac Mahal Türbesi ile, Edirne’de Meriç Nehri civarında Osmanlı İmparatorluğu döneminde Mimar Sinan tarafından inşa edilen Selimiye Camii; UNESCO Dünya Mirası Listesinde birbiri ile yarışmaktadırlar.

Semerkant, Buhara, Kaşgar Camileri; İstanbul’un Selatin Camileri, Ayasofya Kilisesi/Camii, Hazar Sinagogları, Rumeli Tekkeleri, türlü türlü inançlarda kimliklerini dile getirmiş Türklerin, Medeniyet yolculuklarındaki Mütekamilliğin apaçık suretleridir. 
             

B- DİNLER


  1. Gökdini

Tek Tanrılı, tek yaratıcılı Hanif dini inancı. İskit, Hun ve Göktürkler ile İ.Ö. Çinliler de Gök dine inanmakta idiler.  Daha sonra Konfuçyünizm, Taoizm ve Budizm inancını kabul ettiler.

Tengricilik ya da Gök Tanrı dini tüm Türk ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki inancıdırTengri‘ye ibâdet etmenin yanında AnimizmŞamanizm,Totemizm bu inancın ana hatlarını oluşturmaktadır. Tengri, bugünkü Türkçedeki Tanrı kelimesinin eski söyleniş şeklidir. Orhun Yazıtları‘nda ilk çözülen kelime olup yazılışı” ” şeklindedir.

Bu inanca göre Gök‘ün yüce ruhu Tengri‘ydi. Kişiler kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi.

Büyük dağların, ağaçların ve bâzı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bazen bu cisimlere yöneltirlerse de bu cisimler tanrı kabul edilmezdi. Sadece onun yeryüzündeki varlığının bir göstergesiydi.

Göğün ve yeraltının “yedi” katı olduğuna, her katta çeşitli ruhların varolduğuna inanılırdı. İnsanlar doğaya, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tutmaları ile kişisel güçlerinin doruğuna varıp dışarıya yansıdığına inanırlardı.

Eğer bu denge, kötü ruhların saldırısı veya bir felaketten dolayı bozulursa bir şamanın yardımı ya da Tengri’ye verilen bir adak ile yeniden düzene sokulması gerektiğine inanılırdı.

Tengri-Kültü’nün en eski kanıtları 3000 yıllık Çin kaynaklarında Hiung-nu (Doğu Hunlar) ve Tue’kue halklarını anlatan yazılarda bulunmuştur.

Hun (Çince de Hiung-nu) hükümdarlarının kanlarının Tengri tarafından kutlandırılmış olduğuna inanırlardı. Destanlarında, Tengri’nin yolladığı bir dişi ya da erkek kurdun tanrısal kanının çiftleşme yoluyla hükümdarlarının sülalesine karışmış olduğuna inandıkları çeşitli yollarla belirtilmektedir.

En eskisi ve en yaygın olanı kutsal dişi kurt Asena hakkındaki efsanenin farklı sürümleridir. Birçok eski Türk topluluğunda, Göktürklerde ve Orta Çağ‘a kadar varolmuş Türk devletlerinde, kendi köklerinin kutsal Asena sülalesine dayandığını vurgulayan ve bu yüzden halkı tarafından yaşayan bir yarı tanrı olarak görülmüş olan Türk hükümdarlarına rastlayabiliriz.

Bu hükümdarlar, Tengri’yi yeryüzünde temsil eden Tengri’nin oğulları olarak kabul edilmiştir. Tengri’nin bu hükümdarlara verdiği kudretli hükümdar ruhu olan kut’u elde etmiş olduklarına inanılarak adlarına Tengrikut ya da kutluğ gibi eklemeler yapılmıştır.

Tengricilik, HunlarAvarlarÖn BulgarlarKumanlar ve antik çağın bâzı diğer savaşçı Türk ve Moğol toplulukları ve daha sonra da Cengiz Han’ın Altın Ordusu tarafından Avrupa‘ya da taşınmıştır.

Bu inanç göçebe yaşamına o kadar bağlıdır ki, Tengrici kavimlerin yerleşik bir yaşama geçişleri daima göçebe hayatı ile birlikte Tengriciliği de bırakmalarını ve diğer inançları kabul etmelerini beraberinde getirmiştir.

Göçebeliği bırakmayan kavimler, Tengriciliği de bırakmamışlardır. Doğu ve Orta Avrupa’da, Orta Çağ‘ın sonlarına kadar, Tengri’ye dua eden bâzı ufak göçebe kavimlere rastlamak mümkün olmuştur.

Eski Türk inancının adı Şamanizm değil, Tengricilik

Doğa güçlerine saygı, büyü ve mistik ağırlıklı Şamanist inancı. Türkler, Moğollardan aldılar. Bazı Türk toplulukları bu inanca girdiler.

Eski Türklerin ve Moğolların bugün Tengricilik adıyla bilinen geleneksel inancı, kısa zaman öncesine kadar Türk şamanizmi diye adlandırılıyordu.

Ama Şamanizm terimi artık yalnızca Sibirya‘daki inanç sistemi için değil, bütün dünyadaki ilkel inançlar için kullanıldığından 1990’lardan beri Türklerin ve Moğolların geleneksel inancı için Batılı bilimciler arasında Tengrizm adı giderek yaygınlaşmaktadır.

Julie Stewart “Moğol Şamanizmi” adlı makalesinde şunları belirtiyor:

Batılı bilim adamları bu inanç için gitgide daha sık Tengrizm adını kullanıyor. Bu ad bu inanç için çok daha isabetli, çünkü bu inanç tamamen Tengri’nin etrafına inşa edilmiştir ve insanların günlük ibadetleri için bir Şaman (Kam)’a ihtiyaçları yoktur.

  1. Maniheizm

    Uygurlar 762 yılında Mani dinine girdiler.
  1. yüzyılda Pers İmparatorluğu içinde, Mani (kuran kişi) tarafından kurulan ve kısa sürede hızla büyük bir coğrafyaya yayılan bir din. Kutsal kitapları Arzhang’dır.

    Mani dini en parlak dönemini 8. yüzyılda Uygur Devleti‘nin milli dini olarak ilan edilmesi ile yaşamıştır. Mani kelimesi eski Türkçe “Mengü” ve Çağatay Türkçesinde“Tanrı” demektir.

Mani dininin dünyayı görüşünde tanrısal aydınlık ile karanlık iki rakip olarak karşı karşıya durur. Bu ikisinin birbirleri ile mücadelesinde aydınlığın bir kısmı karanlığın içinde (dünyanın içinde) tutsak kalmıştır. Herhangi bir canı söndürmek, hatta bir meyveyi dalından koparmak bile tanrısal maddeye zarar verip aydınlığın tutsaklığını daha da uzatır.

Işığın (aydınlığın) tutsaklığına ancak “seçilmişler”in yardımı ile son verilebilir. Seçilmişler hiçbir canlıyı incitmezler ve asla cinsel ilişkide bulunmazlar. Bu yüzden kendi başlarına geçimlerini sağlayamazlar ve “dinleyenler” onların ihtiyaçlarını temin ederler.

Seçilmişlerin sindiriminde ışık ile karanlığın birbirinden ayrıldığına, dua ve şarkı yardımı ile bu elde edilen ışığın tekrar Tanrı’ya geri döndüğüne inanılır. Ancak dinleyenler de günahlarını temizlemek için birçok enkarnasyonlardan geçmeleri gerekir. İnanca göre dünyanın sonunda ışık ile karanlık ebediyen ayrılacaklardır.

O güne dek bilinen tüm dinsel sistemlerin gerçek sentezi olduğu ileri sürülmüştür. Manicilik aslında Zerdüşt düalizmi, Babilonya folkloru, Budist ahlâk ilkeleri ve Hristiyan unsurların bir karışımından oluşmaktadır.

Bu bileşimde önde gelen anlayış iki ezelî ilkenin, iyi ve kötünün, çatışmasıdır. Bu bakımdan din tarihi araştırmaları, Maniciliği bir tür dinsel düalizm (ikicilik) olarak sınıflandırmışlardır.

Bu din hem Doğu’ya, hem de Batı’ya doğru olağanüstü bir hızla yayılmış; Kuzey Afrika, İspanya, Fransa, Kuzey İtalya ve Balkanlar’da bin yıl süre ile dağınık ve süreksiz biçimde varlığını devam ettirmiştir.

Oysa, asıl gelişimini doğduğu topraklar olan Mezopotamya, Babilonya ile İran’da gerçekleştirmiş ve Doğu’da etkisini X. yüzyıldan sonralara kadar sürdürdüğü Türkistan, Kuzey Hindistan, Batı Çin ve Tibet’e kadar yayılmayı başarmıştır.

Hem Roma İmparatorluğu’nun, hem de İran’da Sasanîler’in baskısına karşın, Manicilik hızla yayıldı. İran’ın Doğusunda bulunan ülkelerde çok başarılı oldu.

X. yüzyılın başlarında, Arap tarihçi El-Birunî “Doğu Türklerinin büyük çoğunluğu, Çin ve Tibet’te yaşayanlar ve Hindistan’ın bir bölümü Mani dinine bağlıdırlar” diye yazmıştı.

Son zamanlarda Turfan kazılarında ortaya çıkarılan Manici resim ve edebiyat bulguları bu açıklamayı kanıtlamıştır. Mani’nin ölümünden bir yüzyıl sonra, Manicilik Malabar kıyılarına kadar yerleşti.

Kara Balgasun’da bulunan ve bir zamanlar Nesturîler’e ait olduğu zannedilen Çince yazıtların, aslında Manici oldukları kuşku duyulmayacak biçimde belirlenmiştir.

Doğu’da Manicilik, IV. yüzyılın sonlarından başlayarak, Doğu İran’da sağlam bir sıçrama tahtası edinmiş ve buradan hareketle İpek Yolu boyunca Afganistan’dan Tarım Havzasına kadar yayılabilmişti.

Manicilik 762 yılında Uygurlar’da devlet dini olarak kabul edilmiş ve böylelikle Çin’e doğru genişleme olanağına da kavuşmuştu. IX. yüzyılda Uygur devletinin yok olmasından sonra, Cengiz Han’a kadar Tarım havzasında varlığını sürdürmüştü.

Çin içinde ise, Güney kıyılarına kadar inerek, buralarda varlığını gizli bir din olarak devam ettirmeyi başarmıştı. Çin’in Fukien eyaletinde XVI. yüzyılda bile Maniciliğe rastlanmıştı.

Manicilik İran ve Babilonya’da hiçbir zaman egemen din düzeyine yükselemedi, ancak Emevîlerin yönetimi altında geniş bir hoşgörü ve refaha ulaşabildi. Maniciler kimi Emevî halifelerinden müsamaha gördüler, başkent Bağdat’ta az sayıda olmalarına karşın, Irak’ın birçok köyüne yayıldılar.

Ancak, Emevîlere oranla çok daha az dinsel hoşgörü sahibi olan Abbasîler döneminde, Maniciler “zındık” olarak değerlendirilip baskı görmüşler, çeşitli suçlamalar nedeniyle cezalandırılmışlardır. Bu suçlamalar arasında Düalizm, zina, akraba arası cinsel ilişki ve homoseksüellik önde geliyordu.

Uygulanan baskılara karşın, özellikle Irak’ta bulunan Manici topluluk etkinliğini IX. yüzyıla kadar sürdürmüştü. Ancak, devam eden Abbasî zulmü, Maniciler’in toplu halde önce Horasan’a ve daha sonra, Maniciliğin bir devlet dini olduğu Uygur ülkesine göç etmelerine yol açmıştı.

Mani dini, Mani (216-277) tarafından kurulmuş evrensel karakterli bir dindir. Hıristiyanlık başta olmak üzere; Mazdaizm, Budizm ve Mezopotamya dinlerinden birçok unsurları içine almakta, bu açıdan da senkretik bir karakter taşımaktadır.

Mani dini, iki prensip; iyi-kötü, karanlık-aydınlık, nur-zulmet üzerine kurulmuş olup, buna göre yaşadığımız dünya iyi ve kötü unsurların birleşmesinden meydana gelmiştir. İnsanın ruhu iyiliği, cesedi ise kötülüğü temsil etmektedir. Mani dininin yayılışı, Soğdlu tüccarlarla olmuştur.

Mani dini Uygurlar vasıtasıyla Çin’den Yukarı Asya’ya geri dönmüştür. Bögü Kağan’ın yardımıyla 763’ten itibaren Uygurların resmi dini Maniheizm oldu (Güngör, 2002, C.3:272).

Hindistan ve Çin’le olduğu gibi Orta Asya’nın çok eskilerinden beri İran’la da münasebeti olması nedeniyle Türkler, bu kültürün dinlerinden de etkilenmişlerdir. Türkler arasında geniş bir taraftar kitlesi elde eden bu İran dinleri Zerdüştîlik, Mazdeizm ile Orta Doğu’nun çeşitli eski inançlarından, kısmen de Uzak Doğu dinlerinden oluşan Zerdüştîliğe tepki olarak ortaya çıkan Maniheizm’dir (Ocak,2000:66). 

Göktürklerin Budizm’i kabul etmelerinden yaklaşık iki yüzyıl sonra, 763’te Uygur Kağanı Bögü’nün (760-780) Mani dinine girmesi üzerine bu din Türkler arasında yayılmaya başlamıştır. Yayıcısından ötürü Manihaizm adını alan bu dinde, maddeyi ve ruhu esas alan bir ikilik öngörülmüştür. Ana düşüncesi iyilik ve kötülük arasındaki zıtlıktır. İyilik aynı zamanda ışık ve ruh; kötülük de karanlık ve beden demektir. Evren iyilik ve kötülüğün, insan ise ruh ve bedenin karışımıdır. İnsanlar, “aşk, inanç, yetkinlik, sabır ve hikmet” gibi beş erdem ile kötülüğe karşı durabilirlerdi. Işık gönderen güneş ve aya dua etmek ve oruç tutmak da yapılan ibadetler arasında idi (Turan, 1994:105).

  1. Zerdüştilik

Zerdüşt (M.Ö. 628-551) tarafından kurulmuş olan Zerdüştlük İran’ın millî dini olmuştur. Bu dinin kültürel geçiş alanı üzerinde bulunan Türk ülkelerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür (Barthold, 1981: 233).

Türkistan’da yayılmış olan Zerdüştîlik, Orta Asya Türk kültür ve sanatı üzerinde de etkili oldu. Göktürkler kendi tanrılarını İran resim geleneğine göre resmetmekteydiler (Ögel,1984:234).
Çin motifi olan cennet kuşu, Zerdüştîliğe geçti ve onun en önemli sembollerinden biri oldu. Horoz ve cennet kuşu, ateş ve güneşin sembolüdür (Ögel,1984:192).

Zerdüştîlikteki ateş kültü, İran kültüründe tapınma objesidir. Halbuki Türklerde ateş, temizleme aracıdır. Horasan ve Maveraünnehir yöresi dışında Hazar kıyılarında da Zerdüştîliğe giren Türkler bulunmaktaydı (Barthold,1975:54).

  1. Budacılık

    Bazı Türk kabileleri 7. yüzyıldan sonra Budizme girdiler. Türkler Buda adını Burkan olarak kullandılar.

Dünyada İslamı kabul eden topluluklar içerisinden bazıları güçlü bir Budist geçmişe sahiptir: bunlar Türkler, Afganlar, Pakistanlılar, Endonezyalılar ve Malay’lardır. 

Şimdi Budizm’in bunların ilki arasında nasıl yayıldığına daha yakından göz atalım.

Türki Şahlar

Budizm’i kabul eden en erken Türk topluluğu Türkî Şahlardı. Kuzeybatı Hindistan’da üçüncü yüzyılın ortalarından dördüncü yüzyılın başına kadar hüküm sürdüler ve daha sonra batıya yol alarak bugünkü modern Afganistan’ın merkezine, oradan da beşinci yüzyılın ortalarında Kuzey ve Orta Pakistan’a doğru yerleştiler.

Hem Hinayana hem de Mahayana’nın karışımı olan bir Budizm anlayışını o coğrafyada yaşayan Kuşan ve Batı Göktürkler gibi seleflerinden miras alarak daha önceki dönemlerde kurulmuş büyük manastır külliyelerinin güçlü koruyucuları oldular.

Geç VIII. ve IX. yüzyıllar boyunca, Türkî Şahlar Tibet İmparatorluğu’nun vassalı ve müttefikleri haline gelerek Budizm’in Tibet’te yayılmasına katkıda bulundular.

Doğu ve Batı Türkleri (Göktürkler)

Budizm’i kabul eden bir diğer büyük Türk topluluğu ise Türkî topluluklara adını veren Eski Türkler’di. Doğu Göktürk İmparatorluğu, Moğolistan’da VI. yüzyılın sonundan VIII. yüzyılın ortalarına dek hüküm sürdü.

Kraliyet himayeleri altında bulunan Hintli, Orta Asyalı ve Çinli ustalar çoğu Budist metni Eski Türkçe’ye çevirdi. Eski Türkçe’deki bazı Budist teknik terimler ve kelimeler tüm Orta Asya’da standart kabul edilerek daha sonra Uygurlar ve Moğollar tarafından da kullanıldı.

Eski Türkler kendi Budizm anlayışlarına eski geleneksel Türkî tanrılar veya “tengri”’lere karşı gösterilen hürmet kadar diğer Orta Asya topluluklarından aşina oldukları Zerdüşt tanrılarını da kattılar. Bu eklektik yapı Uygurlar ve Moğollar tarafından da devralınarak aynen korundu.

VIII. yüzyılın başlarında, Doğu Göktürk kraliyet ailesine mensup prenseslerinden biri Tibet İmparatoru ile evlendiğinde kendisiyle beraber birçok Budist rahibin de Doğu Türkistan’ın güneyinde bulunan Hotan’dan Tibet’e davet edilmesine neden oldu.

Batı Göktürk İmparatorluğu da VII. yüzyılın başından VIII. yüzyılın başına dek Budizm’in büyük koruyucularından biriydi. Yöneticileri Özbekistan’da yeni manastırlar yaptırdı. Batı Göktürklerin bir kolu olan Türgiş boyu VII. yüzyıl sonları ile VIII. yüzyılın başlarında Kırgızistan ve güneydoğu Kazakistan’da Budizm’in yayılmasında önayak oldu. Türgişler Tibet’le de müttefikti.

Sekizinci yüzyılın başlarında Kırgızistan ve Kazakistan’da bulunan Türgiş devletinin yerini Budizm’i kabul eden bir başka Doğu Göktürk boyu ve Tibet’in müttefiki olan Karluklar aldı.

Karlukların bir kolu olan Karahanlılar, dokuzuncu yüzyılın ortalarında toprakları doğu Kırgızistan’dan Doğu Türkistan’ın güneybatısındaki Kaşgar bölgesine dek uzanan bir krallık kurdu.

Karahanlılar neredeyse bir yüzyıldan fazla bir zaman boyunca Kaşgar Budizmi ve kendi şaman geleneklerinin karışımı olan bir inanışı sürdürdüler.

Uygurlar

Ancak Budizm’in Türkî topluluklar içerisindeki en ünlü biçimi Doğu Türkistanlı (Xinjiang veya Sincan) Uygurlar’da görülür. IX. yüzyılda Moğolistan’dan bugünkü Kuzeydoğu Sincan’da bulunan Turfan bölgesine göç ederek; Budizm’in bugün Özbekistan’da bulunan Soğd bölgesinden gelen tüccar toplulukları, Turfan bölgesinin Toharistanlıları ile bölgede bulunan Çinli tüccarlar tarafından sürdürülen inançlardan karma öğeler taşıyan bir formunu kabul ettiler.

Bu form güneybatıda bulunan Kaşgar ve Hotan dışında bugünkü Sincan bölgesi boyunca etkili olan Karahoca Uygur krallığı sayesinde tüm bölgeye yayıldı.

Uygurlar buna karşılık, kendi Budizm biçimleri olduğu kadar alfabe ve yönetim becerilerini de XIII. yüzyılın başlarında Cengiz Han’ın önderliğindeki Moğollara devretti.

XIII. yüzyılın ikinci yarısındaysa pratiklerini değiştirip Tibet Budizmi’ni kabul ederek Moğol müttefiklerinin de kendilerini izlemesini sağladılar. Uygurlar oldukça fazla sayıda Budist metni Sanskritçe, Soğd dili, Toharca, Çince ve Tibet dilinden kendi Türkî dillerine çevirdiler ve Budist metinlerin Moğolca’ya çevrilmesinin de öncüleriydiler.

Çoğu Sanskritçe teknik terimi muhafaza eden çeviri biçimleri Moğollarca da örnek alındı. Budizm, Uygurlar arasında XVII. yüzyıla dek varlığını sürdürdü.

Uygurların diğer kolları da Budizm’i takip ediyordu. Bir tanesi, IX. yüzyılın ortalarında Moğolistan’dan Kırgızistan’ın kuzeybatısındaki Çu Nehir vadisine gelerek orada bulunan Karlukların ve onlardan önce de Türgiş Türklerinin vesayeti altında gelişen Budizm’i izleyen koldu.

Bir diğeriyse Doğu Türkistan’daki Kaşgar’dan göç ederek bir yüzyıl önce bölgeye yerleşen Karahan Türkleri tarafından da kabul edilen Kaşgari Budizmi’ni benimseyen koldu.

Üçüncü ve Sarı Uygurlar olarak bilinen grupsa, yine IX. yüzyılın ortalarında Moğolistan’dan o zamanlar Tibet İmparatorluğu tarafından yönetilen ve bugün Çin’in Kansu eyaleti olan bölgeye yerleşen koldu. Sayıca az olsalar da, Sarı Uygurlar bugün halen Tibet Budizmi’ni takip etmeye devam etmektedirler.

Tuva

Budizm’i kabul eden son Türkî topluluk bugün Sibirya olarak bilinen batı Moğolistan’ın kuzeyindeki Tuva halkıydı. XVIII. yüzyıldan beri yakın ilişki içinde oldukları Moğol alt kolu ile birlikte Tibet Budizmi’ni takip etmektedirler.

Bilge Kağan, bir dönem de Türkler arasında Budizm’i yayma gayretinde bulundu. Tapınaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu taşıdı. Vezir Tonyukuk, bu düşünceye de karşı çıkarak, Budizm’in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolunun bu olmadığını, eğer Türk milletinin yaşaması isteniyorsa, bu din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini söyledi.

Bilge Kağan, çok itibar ettiği Veziri Tonyukuk’un tavsiyelerine uyarak, aklından geçen bu planları uygulamadı.

Kaynak: Türk Toplulukları Arasında Budizm, Alexander Berzin, Kahire, Mısır, Kasım 1995. İlk yayımlandığı kaynak: Berzin, Alexander. Buddhism and Its Impact on Asia. Asian Monographs, no. 8. Cairo: Cairo University, Center for Asian Studies, June 1996. Türkçe’ye çeviren: Güzin A. Yener

Burkan

Burkan, Burhan = Buda

Türklerin, eskiden, Orta Asya’dakilerin, Buda dinine ve Buda’ya
verdikleri ad.

Buda (Buddha). Burkan < çince bi’iu’t + türkçe kan (han, kağan,
hakan).

Siziksiz tükel o bilge tengri tengrisi burkan:

şüphesiz mükemmel bilge,
tanrı(lar) tanrısı
buddha’nın kendileridir.

Burkancılık: Türk Budizmi. Türklerin budizmle ilk ilişkileri Toba Türklerinin Çin’e
saldırmalarıyla başlıyor. Zaten bu nedenle olsa gerek Toba Türklerinin
budizm anlayışı, şamanlıkla karışıktır.

Daha sonra Uygur Türkleri de Budizmi benimser. Hemen hemen bütün budist yapıtlar uygurcaya çevrilir ve budizmin önemli terimleri türkçeleştirilir.

Uygur sanatının temeli eski Türk inançlarına ve yasam tarzına, Budizm, Manicilik vb. dinlerin getirdiği yeni düzene dayanmaktadır.

Bu yeni sistemde gerçekleştirilen sentez diğer sanat cevrelerinden farklı özellikler gösteren bir Uygur sanatı ortaya çıkarmıştır.

Budist tapınaklar ve özellikle Mani tapınakları asıl gelişimini Uygur devrine borcludur.

Uygur manastır ve tapınakları Selçuklu ve Osmanlı külliyelerinin kaynağını oluşturmuştur.

Kaynak: Erken Devir Türk Sanatı, Yaşar Çoruhlu, Kabalcı Yayınevi, 2007

—————Budist Türkler———-

  • Sarı Uygurlar. Kansu eyaleti, Çin
  • Tuvalar. Tuva Cum. Rusya
  • Burkanlar (Altay). Rusya

Sarı Uygurlar. Kansu eyaleti, Çin

Tuvalar. Tuva Cum. Rusya

Burkanlar (Altay). Rusya

M.Ö. VI. yüzyılda Hindistan’da ortaya çıkan Budizm, Hindistan’ın dışında M.Ö. III. yüzyılda yayılmaya başlamış; Orta Asya’ya, Çin’e, 372’den sonra Kore’ye uzanmış; Tibet’e yerleşmesi ancak VIII. yüzyılda olmuştur.

Batı Türkistan’da Budizm, Sasanilerin desteklediği Zerdüştîlik ve Mani dini karşısında pek tutunamamış; Doğu Türkistan’ın yerleşik çevrelerinde kendine daha uygun muhitler elde etmiş; Budist külliyeler Çin’e doğru uzanan kervan yolları boyunca dikilerek, faaliyetlerini asırlarca sürdürmüşlerdir.

Güneye doğru uzanan kervan yolu üzerinde Hotan ve Miran; kuzeye giden yol boyunca ise Tumşuk ve Kuça şehirlerinde, III-IV. yüzyıllardan itibaren kurulmaya başlayan, “Vihara” (Türkçe “Vihar”) denilen Budist manastırlarında “Toyin” denilen Budist rahipler, bu dinin propagandalarını yapmışlardır (Esin,1978:59).

Budizm Karluklar arasında yayılmıştır. Türklerin girdiği yabancı dinler arasında onları en çok etkileyen inanç sistemlerinden birisi Hindistan kökenli Budizm’dir. En belirgin özelliği, tapılacak üstün bir varlığa yer vermemesi olan Budizm, her şeyin serbestçe incelenmesi, denenmesi esasına dayanan bir öğreti veya felsefe niteliğindedir (Turan,1994:104).

Temel inancı olan tenasüh (ruh göçü) gereğince canlılar Nirvanaya (ebedi mutluluk) ulaşıncaya kadar öldükten sonra değişik kalıplarda birçok kez yeniden dünyaya gelirler (Ocak, 2000:66).

Budizm, yaklaşık 2500 yıl önce, bugün Buda olarak bilinen, Prens Siddhata Gotama’nın 35 yaşında bir uyanma ve aydınlanma yaşaması ile doğmuştur. Gotama, Kuzey Hindistan’da kraliyet ailesinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Fakat zamanla, varlık ve lüksün mutluluğun garantisi olmadığını anlamıştır. Her şeyi bırakıp uzunca bir süre ormanda yaşamıştır. Altı yıl boyunca meditaston ve insan mutluluğu üzerine çalıştıktan sonra aydınlanmıştır. Daha sonra 80 yaşına kadar Budizm’in ilkelerini öğreterek yaşamını sürdürmüştür.

Birçok insana göre Budizm, dinin ötesinde bir “felsefe” ve “yaşama biçimi”dir. Bir felsefedir çünkü, sevgi ve umut anlamları taşır. Budizm, bir taraftan ahlaki yaşama rehberlik ederken bir yandan da, insanın eylem ve düşüncelerinin farkında olmasını ve gerçek mutluluğa ulaşmasını sağlamaktadır (White, 1993:22).

Türklere özgü bir Şamanlığın yaygın olduğu dönemde Göktürk Kağanı To-Po Han’ın Budizm’i kabul etmesinin, bu dinin Türkler arasında da yayılmasına neden olmuştur (Turan, 1994:103).

Hint ve Çinliler de bir Buda’nın yakılan cesedinin külleri yedi memlekete dağıtılırken, Türkler Budizm’i farklı olarak kabul etmişler ve bilhassa insan ölüsü ve gömülmemesi ile ilgili inançları benimsememişlerdir.

  1. Müslümanlık

İSLAMİYET: İslam dini Türkler arasında 751 yılından itibaren yayılmaya başladı. Fars Samanilerin ve Müslüman tüccarların etkisiyle 632-661 yılından beri kişisel olarak Türkler arasında İslam dinine girenler oluyordu.

Karluk ve Uygur Türkleriyle, Türkmenlerin toplu olarak İslam dinine girmeleri 840 yılından sonradır. Abbasiler döneminde (750-1258) Türklerin büyük çoğunluğu İslam dinine geçmişlerdir.

Kuzey İslam’ı (Hanefilik) çizgisi

  • Türkiye,
  • Balkanlar,
  • Türkistan (Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Afganistan),
  • Mısır (bazı bölgeler),
  • Ortadoğu’nun kuzeyi (Suriye, Irak, Ürdün),
  • Hindistan alt kıtası (Hindistan, Bangladeş ve Pakistan’da),
  • Çin’in Sincan Uygur eyaletinde,
  • Kafkaslar’da yaygınlaşmış, ortaya büyük bir harita çıkmıştır.

Maturidilik (844-944) ile inanç yönü derinleşmiştir.

Hanefi mezhebi dört Sünni mezhebin nüfus açısından en genişidir. Takipçileri tüm İslam aleminin yaklaşık %56’sını oluşturmaktadır.

Sufizm: Türkistan /Orta Asya

​O​rta Asya halkı tipik yaratıcılığıyla yanıt ver​erek, inancın dış biçimleri sertleşip kalıplaşırken, bireysel ruhsallığa yepyeni bir ilgi gösterdiler. Tanrı ile mistik bir deneyim yaşamak için kitaplara, hiyerarşilere, camilere gerek göstermeyen bireysel sisteme Sufizm adı verildi.

Hindistan Hinduizmi, zengin yerel Budizm, Suriye Hristıyanlığı ve hatta bölgenin ticaret merkezlerinde gelişmiş olan Yahudilik gibi inançlara yakınlığı nedeniyle Orta Asyalıların mistik ve özel ibadet biçimleri eksik değildi.

Bu inançlarda yer alan mistik akımların Sufizme ne kadar katkısı olduğu tartışılabilir ama açıkça bilinen bir nokta var: gerçi ilk Sufiler Araplardı ama Orta Asya Sufizmin anayurdu oldu. İlk ve en önemli Sufi hareketleri orada ortaya çıktı ve İslam dünyasına yayıldı.

Günümüzde Mevlana, Attar ve diğer Sufi şairlerin yapıtları Yeni Çağ taraftarlarını yakaladı ama o dönemde içe dönüşün, günlük yaşamdan uzaklaşmanın temsilcisi oldular.

Orta Asyalıların bireyleri yükselten, mantık ve bilgelik açısından her bireyi tanımlayan ve o bireyi küresel gelişmelerin ana eksenine yerleştiren son derece anlamlı bir geçmişi var. Bu büyük gelenek 300 yıl boyunca o bölgeyi dünya entellektüelizminin merkezi yapmıştı.

Eğer günümüzün bölge halkları bunu başaracaksa, onların uluslararası ortakları, bölge ülkelerini, satranç tahtasında oradan oraya itilecek cansız nesneler gibi görmek yerine  egemen ülkeler gibi görmek zorundadırlar. Onları ‘hammadde kaynağı olarak ilgi alanımız ya da Kabil’e giderken yakıt ikmali noktamız’ olarak görmek yeterli değildir.

Daha iyi bir seçenek, bu halkların DNA’sında büyük imparatorlukları yönetmek, daha da büyük ticaret bölgelerini geliştirmek, dünya kültürünün diğer merkezleriyle eşit düzeyde etkileşime girmek, özgün coğrafi pozisyonlarıyla uygarlıklar arasında bir köprü oluşturmanın yattığını kabul etmektir. Böyle bir farkındalık tüm taraflarda beklentileri yükseltecek, bölgenin uluslararası ortaklarının burayı bir jeopolitik oyun nesnesinin ötesinde görmelerini sağlayacaktır.

Makalenin İngilizce Orijinali http://archive.wilsonquarterly.com/sites/default/files/articles/WQ_VOL33_SU_2009_ARTICLE_03.pdf

Pakistan/Hindistan Pencap Eyaletinde Tasavvuf:

Sirhind, Pencab; Bharat. Hindistan. Nakşibendi sufi tarikatının doğduğu yer. 17.yy Sirhindi. 16-17.yy

Uç.uchchh, ucch.b5g2, Pencab, Pakistan. Sufi Kadiriye tarikatının başlangıç bölgesi. (Güney Asya’ya Seyyid Muhammed Gavs tarafından getirilmiştir.) 15.-16.yy

 

 

Kıpçak Kazan Hanı: Almış Han, 921’de Müslüman oldu ve 944 yılında Hacca gitti. Karahanlı hükümdarı Saltuk Buğra Han da, ilk Müslüman olan Türk liderlerindendir.

Şii-Caferi Türkler

  • Azeriler
  • Terekeme
  • Irak Tılafer Türkmenleri
  • Hazaralar, Afganistan

 

  • Nusayriler

Alevi ve Bektaşi İnancındaki Türk Boy ve Toplulukları:

  • Abdal: Adana, Kayseri, İçel-Mut-Silifke, Karaman, Kırşehir, Konya-Ereğli
  • Bayat: Hacıbektaş ilçesi halkı, Çorum.
  • Bayındır: Akkoyunlu oymağı
  • Çepni: (Karadeniz Çepnileri Sünni) G.Antep, Balıkesir, Kırşehir-Çiçekdağı
  • Evci: Adana-Tufanbeyli, Kırşehir, Afyon.
  • Şahseven: İran
  • Tahtacı: Adana, Mersin, Antalya, Balıkesir.

İslam Dininin Ehli Sünnet Mezhebinin Hanefi Kolundan Olan Türk Boy ve Toplulukları:

Kazak, Kırgız, Tatar, Uygur ve Yörük gibi Türk boy ve toplulukları İslam dininin Hanefi koluna mensupturlar

Türk Tarikatları: Kurucu din adamları Arap soylu ancak mensuplarının çoğunluğu Türk olan dini felsefi topluluklar.

  • Yesevilik: 12. yy. Ahmet Yesevi-Türkistan. (1103-1166)
  • Haydari, Haydariye; 13. yy. Horasan.
  • Babailik, Babailer: 13 yy. Amasya, Baba İshak.
  • Bektaşilik: 13 yy. Nevşehir, Hacıbektaş Veli. (1208-12070)
  • Mevlevilik: 13 yy. Konya Mevlana Celalettin Rumi. (1207-1273)
  • Ahilik: 13 yy. Kırşehir Ahi Evran Veli.
  • Süleymancılık; Süleyman Hilmi Tunahan (1880-1960).
  1. Hristiyanlık

Türklerden 9. ve 10. yüzyılda Hristiyanlık dinine girenler oldu. Rusların etkisiyle Hristiyanlığa geçen Türkler Ortodoks mezhebine tabi oldular.

Türklerin, dinî tarihlerinin belli bir döneminden itibaren temas ettikleri evrensel ve büyük dinlerden biri de Hıristiyanlıktır. Türklerin Hristiyanlıkla teması çok eskilere uzanmaktadır.

Barthold, Maniheizm’in kesinlikle Orta Asya’da Hristiyanlıktan önce yayılmaya başladığını ve bunun M.S. III. yüzyıl ile tarihlenebileceğini düşünmektedir. Hristiyanlığın Orta Asya’daki varlığı ile ilgili bilgiler ise IV. yüzyıldan daha gerilere gitmemektedir (Barthold, 1975:19).

Türklerin Hristiyanlıkla olan temasları daha çok doğu kiliseleri ile olmuştur. Bu çerçevede Ortodoksluk birinci sırayı almaktadır. Bununla birlikte, Orta Asya söz konusu olduğunda, Bizans kilisesi değil de, Sasaniler döneminde onun yakın takibine uğrayan Nesturîler, önce İran’a sığınmış; daha sonra Türklerin arasına girmiştir (Güngör, 2002, C.3: 275).

Nesturîliğin İran’a geçişi ve diğer ülkelere yayılışı gibi, Orta Asya’ya girişi de büyük oranda ticaret yollarıyla olmuştur. Ön Asya’dan başlayarak, Maveraünnehir’in Baykent, Buhara ve Semerkant gibi belli başlı büyük şehirlerinden geçen milletler arası İpek Yolu, bir taraftan ekonomik gelişmeyi sağlarken, diğer taraftan birçok din ve kültürleri beraberinde getirmiş, bölgedeki Türklerin bu manevi unsurlarla temas etmelerine sebep olmuştur (Togan, 1981, C.1 : 94).

Maveraünnehr’e giren Hıristiyanlık, Zerdüştîlikle Budizm arasında yıllarca sürüp giden mücadelelerden de yararlanarak hızlı bir şekilde yayılmış ve kısa zamanda çevrede hakim bir din haline gelmiştir.

Nesturîlik Karluklar, Kırgızlar, Uygurlar, Naymanlar, Kereitler ve Kumanların arasına da nüfuz etmeyi başarmıştır. Nesturi Hıristiyanlar, Orta Asya’da Süryanîceden başka, Uygur Türkçe’sini de kullanmış özellikle kitaplarını Süryanî alfabesi ile Uygurca yazmış, Süryaniceden bir çok kitabı da Türkçe’ye çevirmişlerdir. Ayrıca Farsça’yı da kullanmışlardır. Mezar taşlarında kullanılan tarihlerde, On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni kullanmışlardır (İnan, 1991.C.2:312).

Ortodoksluk ve diğer Hıristiyan mezhepleri, Doğu Avrupa’da Balkanlar’da, Anadolu’da, Rusya’da ve Sibirya’da Türklerin arasına nüfuz etmeyi ve hatta kalıcı cemaatler oluşturmayı başardılar.

Hıristiyanlık Balkanlar’a erken dönemlerden itibaren ulaşmış ve IV. yüzyılda Trakya’da önemli bir yayılma göstermişti. Batıya yönelen Peçenekler, Kıpçaklar ve Uzlar geleneksel Türk dininden sonra Zerdüştîlik, Mani dini ve İslâmiyet’le temas edip, XI. yüzyılın başlarından itibaren Hıristiyan propagandasına maruz kaldılar.

Balkanlarda ve Anadolu’da Gagavuzlar, Karamanlılar, Ortodoks Hıristiyan’dır. Bu topluluklar dilleri Türkçe’yi muhafaza etmeyi başarmışlardır. Karamanlılar 1923’te imzalanan “Türk ve Rum ahalinin mübadelesine dair mukavele ve buna bağlı protokol” gereği Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır. Onlardan günümüze Grek alfabesi ile Türkçe yazılmış binlerce kitap, kitabe ve mezar taşları ulaşmıştır (Güngör,2002,C.3:278).

Çuvaşlar, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Ortodoks Hıristiyanlığa girdiler. Hakaslar Katolik Ortodoks’tur. Yakutlar Hıristiyan’dır. Irak’ta, özellikle Kerkük’te, Müslüman Türkmenlerin yanı sıra bir Katolik Türkmen cemâati de mevcuttur. Türkçe konuşan, ibadetlerini Türkçe yapan ve ilahîlerini Türkçe söyleyen bu Türkmen Katolik cemaatin nüfusu, otuz bin civarındadır (Hacaloğlu, 1995:150).

Türklerin, Hıristiyanlığın etkisi altına girmelerinin en büyük nedeni, o dönemde Bizans İmparatorluğu ile sıkı bir ticaret ilişkisine sahip olmalarıdır.

Genel olarak Hıristiyan olan Türkleri üç grupta toplamak mümkündür;

a) Kişi ya da küçük gruplar halinde Hıristiyanlığa geçen Türkler,
b) Din ile birlikte kültürlerini de kökünden değiştirenler,
c) Hıristiyan olmakla birlikte dil ve kültürlerinin birçok özelliklerini koruyanlar (Turan, 1994: 106).

——Ortodoks Hristiyan Türkler——

  • Gagavuzlar. Moldova
  • Urumlar. Ukrayna
  • Rumeyler. Ukrayna
  • Karamanlılar.Yunanistan
  • Çuvaşlar. Çuvaşistan. Rusya
  • Hakaslar. Hakas . Rusya
  • Gorno Altay. Altay. Rusya
  • Yakutlar. Saha. Rusya
  • Dolganlar.  Dolgan Neneth. Rusya
  • Tofalar. Tuva- Buryat. Rusya
  • Kreşin Tatarları, Rusya

Gagavuzlar

Urumlar

Ukrayna’nın Azak Denizi kıyılarında yaşayan Greko Tatarlar, Urumlar ve Rumeyler olmak üzere kendi aralarında ikiye ayrılıyor. Çok az bilinen bir Türk topluluğu olan Urumlar kendilerini tarif ederken “Biz Grek ya da Helen değiliz, Greko Tatarız. Helen başka, Greko Tatar başka” ifadesini kullanıyor.

Urumlar bugün, Ukrayna’nın Eski Kırım, Balıklava, Kerç, Kefe, Yalta ve Gözleve şehirleri ile Donetsk eyaleti merkezi ve Mariupol, Zaparoje, Dniyepropetrovsk şehirleri ile bu şehirlere bağlı 27 kasaba (Starobeşova, Starolaspa, Manguş, Granitnaya, Staroignatovka, Mirna, Staromolinovka, Komar, Ulaklı, Bagatiri gibi) ve köyde yaşıyor.

Ayrıca, Gürcistan’ın Abhazya Otonom Cumhuriyeti, Azak Denizi’nin Rusya Federasyonu tarafındaki bölge, Ermenistan, Kuban’ın muhtelif şehirlerinde dağınık olarak yerleştiler. Bu Hıristiyan topluluğun en önemli özelliği ise Türk diline ve adetlerine bağlı yaşamalarıdır.

Kırım’da yaşayan Urumların toplumsal yaşayışları da Türk kültür özellikleri ile benzerlik gösteriyor. Evlilik, düğün, doğum, cenaze vb. gelenekleri, nazar değmesi vb. gibi Şamanist gelenekten gelen inançları, çocukların oynadıkları oyunlar, yemekleri, kıyafetleri ve diğer karakteristik özellikleri benzerlik taşıyor. Tüm bunların yanı sıra kullandıkları aletlere verdikleri adların da Türkçe olduğu gözleniyor.

1989 yılında yapılan resmi nüfus sayımında ise Ukrayna topraklarında yaklaşık olarak 60.000 Urum’un yaşadığı bildiriliyor.

Birbirlerinden farklı iki toplumdan biri olan ve Türkçe konuşan Urumlar, Kıpçak ve Oğuz Türklerinin soyundan geliyor.

Rumeyler, Ukrayna

Rumeyler ise etnik ve genetik olarak Türk, Grek, Cenevizli ve Latin gibi halkların da içinde bulunduğu bir halklar mozaiğidir. Ancak Rus araştırmacılar tarafından bu topluluğun Türk asıllı olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Yunanistan Ukrayna topraklarında yaşayan bu topluluklar ile Yunanlıları bir çatı altında birleştirmek için yoğun çaba sarf ediyor. Bu kapsamda, “Grek Federasyonu” adı verilen organizasyon tarafından 1990 yılından beri Yunanca dil kursları ve çeşitli sosyal faaliyetlerle Urumlar ve Rumeyler ile Yunanlıların aynı soydan geldikleri gibi asılsız bir iddia kanıtlanmaya çalışılıyor.

Ancak, bu görüşün tamamen yanlış olduğunu kanıtlarcasına bugün Urumlar ve Rumeyler ile Yunanlılar birleşmediler. Çünkü Yunanlılar ve bu Türk asıllı Hıristiyan topluluk arasındaki tamamen farklı özellikler, bu iki halk arasında farklılık oluşturuyor ve birleşmelerine engel teşkil ediyor.

Yunanistan’da kurulan resmi devlet kurumları, bu topluluklarla iletişim ve koordinasyonun sağlanmasına yönelik faaliyet gösteriyor. Bu konuda, Batı ülkeleri ve fonlarından da destek sağlayan Yunanistan bölgeye yardımlarını da eksik etmiyor, hatta halkın refahını! düşünen Yunanlıların, Urum ve Rumeylerin bir bölümünü Yunanistan’a ve Güney Kıbrıs’a göçmen olarak gönderdikleri de ifade ediliyor.

Ukrayna’nın içerisinde bulunduğu ekonomik durumdan da yararlanmayı ihmal etmeyen Yunanistan, gençlere ülkesinde istihdam olanağı sağlıyor. Ancak, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a çalışmaya giden Urumlar, yerli halk tarafından “Türk” kabul edilerek, dışlanıyor.

Topluluğun eğitimsiz olduğunu tespit edip, açtıkları okullara “Elenika” adıyla Yunanca dersleri verilen bölümlere gönderdikleri eğitim malzemesi ve öğretmenlerle çocukları Yunan kültürü konusunda bilinçlendirmeye çalışıyorlar.

Yunanistan, Yunan Ortodoks Kilisesi’nin etki alanını daha da genişletmek için Urumların Yunanlaştırılmaları ve Ortodoks Kilisesi bünyesine dahil edilmesine yönelik her türlü çalışmayı da gerçekleştiriyor.

Urum ve Rumeyler arasında düzenlenen güreş şenlikleri ve halk oyunları yarışmalarında kazananlar da Yunanistan’a götürülerek ödüllendiriliyor. Ukrayna’daki Rumey ve Urumların yaşadıkları şehirlerde zaman zaman konferans, seminer gibi etkinlikler düzenleyerek, konferans tebliğlerini de yayınlıyorlar. Urumlara ait sivil toplum kuruluşlarına Yunanistan tarafından destek sağlanıyor.

Yunanistan bölgede, yol, su kanalı gibi altyapı faaliyetlerinin yanısıra kilise yapımı da gerçekleştiriyor.

Yunanistan tarafından yürütülen tüm faaliyetlere karşı, Urumlar da son yıllarda bazı faaliyetlere yöneldiler.

Bu çalışmalardan biri de “Birlik” adı verilen gazetenin yayınlanmasıdır. Ayrıca Urumlar arasında milli edebiyat anlayışını yerleştirilmesi amacıyla şiir, hikaye gibi edebi alanlarda Urum Türkçesi ile yazılmış kitaplar da neşredilmeye başlandı. Ana dilleri olan Türkçe’ye sahip çıkmak isteyen Urumlar, bu yayınlarda % 99 oranında Türkçe’yi kullandılar.

Tüm bu çabalara karşın, Urum halkı Yunanca bilmiyor ve Yunanlılardan dini inançları hariç tamamen farklı olduklarını açıkça vurgulayarak, kendilerine Yunanca öğretilmeye çalışılmasından duydukları rahatsızlığı da her fırsatta dile getiriyorlar. Türkiye’nin kendilerini fark etmesini bekliyorlar. Urumlar, Türkiye’den, köy okullarına Türkçe öğretmeni gönderilmesi, basın organlarına destek sağlanması, Urum köylerine Türkçe yayınların ulaşabilmesine yönelik uydu anteni temin edilmesi, Urum Türkçesiyle İncil hazırlanması ve din adamı yetiştirilmesi gibi taleplerde bulunuyor.

Bu görüşlerin ışığında bu toplumun bugün için konuştukları dilin Kırım Tatar Türkçesi’ne yakın bir dil olması, yüzyıllardır Kırım’da Türklerle ile iç içe yaşamaları, Türk kültürel özelliklerini yaşatmaya çalışmaları, bu toplumun Türk Dünyası’nın bir parçası olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Yunan asıllı olmayan topluluklar üzerinde bile Megali İdea hayaline yönelik her türlü fırsatı değerlendiren Yunanistan’ın, istilacı dış politikalarına karşı Türkiye’nin de Türk asıllı topluluklara destek vermesi önem arz ediyor.

Hıristiyanlık dinini kullanarak, Urum ve Rumeylere yönelik her türlü propaganda faaliyetine girişen ve bu sayede onlara Yunanlı olduklarını empoze etmeye çalışan Yunanistan’a karşı Türkiye’nin de bir an önce etkin politikalar geliştirmesi ve uygulamaya geçirmesinin de yarar sağlayacağı değerlendiriliyor.

http://www.turquie-news.com/turkce/urum-ve-rumeyleri-sahipsiz,1474

Karamanlılar

Kaynak: http://balkanpazar.org/karamanlilar.asp

Çuvaşlar

Hakaslar. Hakas . Rusya

Gorno Altay. Altay. Rusya

Yakutlar

Dolganlar.  Dolgan Neneth. Rusya

Tofalar. Tuva- Buryat. Rusya

Kreşin Tatarları, Rusya

Kreşin Tatarları İdil-Ural Tatarları’nın bir koludur. Dil ve etnik köken bakımından Kazan tatarlarına çok benzemektedirler.

18. yy.’da hristiyanlaştırılma çalışmaları sırasında vaftiz edilmişlerdir. En büyük özellikleri müslümanken hristiyanlığa geçmiş olmalarıdır. 20. yy.’da ise yarısından daha az bir kısmı tekrar müslümanlığa dönüş yapmıştır.1926 nüfus sayımına göre sayıları 100.000 civarındaydı.

Ruslar Kazan hanlığını işgal ettiklerinde, hristiyanlığı kabul etmek istemeyen Tatarlar hanlıktan 40 kilometre uzağa sürüldürler. Müslüman tatarlar; Ruslar’la aralarında sınır olması için Kreşin tatarlarını aralarında bulundurdu.1917 yılında Kreşin problemi ortaya çıkında Kreşinlere sınırlı kültür özerkliği verildi.Kreşin köylerinin oluşumu o yıllarda başlamış oldu. Bugün Kazan dışındaki köylerde yaşamalarına rağmen Kazan’da bir kiliseleri vardır.

Rus yazar Turgenyev’in Kreşin tatarlarından geldiği bilinmektedir.

  1. Musevilik

    Hazar Devletine tabi Karay Türklerinin bir kısmı Yahudiliğin Karaim mezhebine girdiler.

Hazarlar, 740 tarihinde Musevîliği kabul etmişlerdir. Musevîlik Hazarların arasında, hakan ve çevresi veya en çok yönetici ve aristokrat zümreyle sınırlı kalmıştır. Musevîlik, Türklerin arasında sadece Hazarlarla sınırlı kalmamış; Hazar ve Karayların yanı sıra Kaliz, Kabar, Kıpçak gibi bir kısım Türk boylarından da Musevî dinine girenler olmuştur (Kuzgun,1993:194).

Musevîliğe geçen Hazarlar, başka dinlere geçen bir çok Türklerde örneklerine rastladığımız gibi, İbranî yazısını kullandılar. Ancak Türkçe’yi muhafaza ettiler. Azerbaycan’daki Musevî kolonilerinin tarihi VII-X. yüzyıllara uzanmaktadır. Azerbaycan’da “Dağ Yahudileri” adı altında bilinen bu Karailerin tarihi de muhtemelen Hazar İmparatorluğu’na bağlanmaktadır (Güngör, 2002, C3: 279).

İlk önce Şamanizm’e mensup olan Hazarlar Bizans İmparatorluğu, baskılara uğrayan Yahudilerin gelmesiyle 8. yüzyılda Yahudiliği tanımışlardır. Bununla birlikte Hazar Devleti, Yahudiliği sonuna kadar resmi bir din olarak korumuştur. Öyle ki, bir rivayete göre, Müslüman devletlerin bir havrayı yıktırdığını duyan Hazar hükümdarı 922 tarihinde İtil şehrindeki bir minareyi yıktırmıştır (Togan:158; Akt. Ocak, 1983:61).

————–Musevi Türkler———-

  • Karaim (Karay)ler. Ukrayna, Polonya
  • Kirimcaklar. Ukrayna

Karaim (Karay)ler. Ukrayna, Polonya

Kırımçaklar. Ukrayna

C- FARKLI İNANÇLARA SAHİP TÜRK BOY VE TOPLULUKLARI

  1. Altay Türkleri: Budist ve Hıristiyan (Rusya)
  2. Avşarlar: Müslüman
  3. Azeriler: Müslüman Caferi (Azerbaycan, İran)
  4. Çuvaşlar: Hıristiyan (Rusya)
  5. Dolgan: Şamanist (Rusya)
  6. Gagauz: Hıristiyan-Ortodoks (Gagavuzya/Moldova)
  7. Hakas: Hıristiyan (Rusya)
  8. Hazar Türkleri: Musevi
  9. Hazaralar: Müslüman (Afganistan)
  10. Karaim- Karay: Yahudi-Karaim Mezhebi (Ukrayna, Polonya)
  11. Karamanlılar: Hristiyan Ortodoks (Yunanistan)
  12. Kaşkaylar: Müslüman (İran)
  13. Kazaklar: Müslüman
  14. Kırımçak: Hristiyan (Ukrayna)
  15. Kırgızlar: Müslüman
  16. Kırım Tatarları: Müslüman (Kırım)
  17. Kreşin Tatarları: Hristiyan (Ukrayna)
  18. Kumuklar: Müslüman (Rusya)
  19. Özbekler: Müslüman
  20. Pomaklar: Müslüman (Bulgaristan, Yunanistan)
  21. Rumeyler: Hristiyan (Ukrayna)
  22. Sahalar: Hristiyan ve Şamanist (Rusya)
  23. Salarlar: Müslüman (Çin)
  24. Sarı Uygurlar: Budist (Çin)
  25. Sekeller: Hristiyan Katolik (Macaristan)
  26. Tatarlar: Müslüman (Rusya)
  27. Terekeme (Karapapak): Müslüman (Azerbaycan)
  28. Torbeşler: Müslüman (Makedonya)
  29. Tuva-Tıva: Budist (Rusya)
  30. Tofa: Şamanist (Rusya)
  31. Türkmenler: Müslüman
  32. Urumlar: Hristiyan (Ukrayna)
  33. Uygurlar: Müslüman (Çin)
  34. Yakutlar: Hristiyan ve Şamanist (Rusya)
  35. Yörükler: Müslüman

TEFEKKÜR MEDENİYETİMİZ

5D1C

  1. Düşünce: Misyon, Vizyon; Vizyoner Mütefekkirler: 10 Mütefekkir
  2. Dava: Oğuz Kağan Destanı: Dünya Devleti
  3. Coğrafyalar: AAA (3 kıta)
  4. Devletler: 75
  5. Diller: 75
  6. Dinler: 7

Tefekkür Medeniyeti -13: Müteşebbis ve Mütefekkir/ İhracatta İnovasyon 1

0

İhracatın maksadı, yurtdışı pazarlarda müşteri yaratmak ve elde tutmak olduğundan ötürü, ihracatçı bir şirketin sadece iki temel fonksiyonu vardır: Dış Pazarlama ve İnovasyon.

Dış Pazarlama ve inovasyon sonuçları üretir, geri kalan her şey maliyettir.
İhracat ve inovasyon, etkileşimli iki önemli değişkendir. İhracat inovasyonu, inovasyon da ihracatı arttırmaktadır.
İnovasyonun öznesinin ihracat olarak tanımlanması durumunda, bu konuda odaklanılacak projeler ve uygulamalar, inovatif ihracat çıktılarını hızla çoğaltacaktır.
“İhracatta  İnovasyon” konusunda, ülkemizde, herhangi bir kurumsal yapıya rastlanmamıştır.
Global pazarlar araştırıldığında ise, Çin’de 2006 yılından itibaren “ ihracat inovasyon üssü” (“export innovation base”) tarzında  kurumsal bir yapılanma,  ABD’de ise “Rekabetçilik, İnovasyon ve İhracat Performansı Senato Alt Komitesi” (United States The Senate Commerce Subcommittee on Competitiveness, Innovation, and Export Promotion) tespit edilmiştir.
İç Pazar büyüklüğü (“domestic market size”) performansı ile dünyanın 16. büyük ekonomisi olan ülkemiz, ihracat (“foreign market size index”) sıralamasında 27.,  inovasyon sıralamasında 50., küresel rekabetçilik sıralamasında ise 44.sırada yeralmaktadır.
ABD örneğinde her üç kavramın, Çin örneğinde ise her iki kavramın birbirleriyle ilişkilendirilmesi, göstergelerin iyileştirilmesi hedefi için bir rehber niteliğindedir.
80’li yıllarda başlayan dışa açılma (ihracat) politikası nasıl ihracat değerlerinin sayısal anlamda büyük sıçramalar kaydetmesine etki etti ise, ihracatın inovatif bir yapıya büründürülmesi, yapısal değişimlere yol açarak, dış ticaret açığının kapatılmasını ve ardından  dış ticaret fazlası veren bir faza geçişimizi sağlayacaktır.
İhracatta inovasyonun ön şartı ise küresel inovasyon liginde ön sıralarda yeralan AB, ABD ve Asya-Pasifik pazarlarına yönelişin hızlandırılmasıdır. Böylelikle, bu pazarlardaki müşterilerin talepleri, bu talepleri yerine getirmek için gerekli olan inovasyonları tetikleyecektir.
Son 15 yıllık dönemde ihracatımızın AB+ABD pazarlarına oranı %64’den %46 seviyesine inmiş, Asya-Pasifik ihracatımız da sabit kalırken, civarımızdaki bölgesel pazarlarda odaklanılmıştır.
Küresel pazarlara yönelişteki düşüş, ihracatta katma değeri düşük olan ürünlerden çıkamamamıza neden olmaktadır.
Hedefimiz  “Yeni Akdeniz” !
Gelişme Atlantik’ten (Avrupa’dan)  Pasifik’e (Asya) kayıyor. Bu gelişme ise Türkiye’ye büyük bir fırsat sunuyor. Pasifik kıyısındaki ülkeler arasındaki ekonomik dinamizm bir zamanlar Akdeniz  limanları arasındaki dinamizmi   çağrıştırmaktadır.
“Yeni Akdeniz”, Pasifik’te yaşanmaktadır.
Asya-Pasifik’in onyıl içerisinde global GSMH dağılımında birinci sıraya oturacak olması, bu “Yeni Akdeniz” coğrafyasındaki İNOVATİF İHRACAT PAZARLARI‘nı giderek büyütmektedir.
Uzakdoğu’dan  Ortadoğu’ya binlerce yılda gelen Türkler, Asya ile yakınlaşarak, İnovatif Refleks için, özlerinde de yer alan Uzakdoğu (Asya) kaynaklarını kullanmalıdırlar.
Gelişme/Etkileşim aksı Pasifik bölgesine kaymıştır.  Uzaklardaki ABD ve Çin’e hızla yakınlaşarak Yeni Akdeniz’deki etkileşimlere dahil olarak, gelişme trendini yakalamalıyız.
İnovasyon Sıralaması
  • Japonya 5.
  • Tayvan 8.
  • Singapur 9.
  • Kore 17.
  • Hong Kong 23.
  • Malezya 25.
  • Çin 32.
  • Endonezya 33.
  • Hindistan 41.
  • Türkiye 50.
Kaynak: WEF_GlobalCompetitivenessReport_2013-14
Asya-Pasifik pazarları, Japonya’nın liderliğinde inovasyon sıralamasında önümüzde yer almaktadırlar.

Tefekkür Medeniyeti 14: Müteşebbis ve Mütefekkir. İhracatta İnovasyon 2

0

Özet: 10 Sonuç

  1. İnovasyon, alışılmış düşünce kalıplarının yıkılmasıdır
  2. İhracat, en büyük öğretmen olan (çok gezen, çok bilir) dışdünya ile ilgilendiği için; inovasyonu da tetiklemektedir.
  3. İhracat inovasyonun; inovasyon da ihracatın teşvikidir.
  4. Çin; dünyanın 2. en büyük ithalatçısıdır.
  5. ARGE yoğun ürünlerde, Çin ürünleri ile karşılaştırıldığında, bir zamanlar %25 daha pahalı fiyatlanabilen Alman ürünleri, halihazırda sadece %5 daha pahalı fiyatlanabilmektedir; önümüzdeki 10 yıllık süreçte ise ARGE yoğun ürünlerde,  Alman ve Çin ürünleri arasında fiyat farkı ortadan kalkacaktır. HIZ’lı olan kazançlı çıkmaktadır.
  6. En büyük 10 ithalatçı ülkenin; 5 tanesi Asya-Pasifik bölgesindendir.
  7. İnovasyon ligindeki ilk 10 ülkenin; 5 tanesi de yine Asya-Pasifik bölgesindedir.
  8. 2013 yılı İnovasyon sıralamasında; ABD, Japonya, Malezya, Endonezya daha da üst sıralara çıkarken; Türkiye 6 basamak daha aşağı düşerek 56. sıraya inmiştir.
  9. Dünya ithalatının %43’ünü gerçekleştiren 8 trilyon dolarlık Asya-Pasifik ithalat pazarlarında; Rusya hariç, Türkiye ihracatı, son derece düşük değerlerdedir.
  10. İhracatta da, İnovasyonda da Hedef; Yeni Akdeniz (Asya-Pasifik) pazarlarıdır.
Yeni Akdeniz ve Çin pazarlarında yerimizi almalıyız. Çin’in tarihi ve kültürel yapısı, Türk iş adamlarının ilişki kurması açısından bir dezavantaj değil avantaj teşkil etmektedir.  Yeni Akdeniz (Asya-Pasifik) bölgesinin dünya ticaret hareketindeki payı sürekli artmaktadır. Akdeniz’in tarih boyunca devam eden ticari misyonu bugün Uzakdoğu’ya taşınmıştır.
İpek Yolu Pazarları: Hazar denizinden Pasifik okyanusuna uzanan bu hat da; Asya pazarının belkemiğidir. Bu hat üzerinde özellikle YHT hatlarının ve 3.İstanbul havalimanının tamamlanmasıyla birlikte, Türkiye bu pazarlarla daha da yakınlaşacaktır.
İpek yolu; İstanbul-Aşkabat-Astana-Pekin-Şangay şehirlerini birbirine bağlayacaktır.
Önümüzdeki on yıllık sürecin sonunda Asya’nın GSMH büyüklüğü, Batı’nın önüne geçecektir.
Son beş yılda Asya’nın ithalatının global payı %31 den %38 e çıkarken, ihracattaki payı %36 dan % 38 e çıktı.
Asya üretimde de, tüketimde de ön plana çıkıyor.
Asya artık; PAZARDIR. İthalatı, ihracatından daha çok artmaktadır. Pazarlarımız, Doğu’dadır artık.

Tefekkür Medeniyeti 15: Müteşebbis ve Mütefekkir/ İhracacatta İnovasyon Nasıl Yapılır ? 3

0

Çin ve Türkiye iki ayrı dünya… Çinliler ile biz çok uzak coğrafyalarda yaşasak da, uzak kültürlerin adamı değiliz aslında. Birçok kimse kültürel farklılıktan dolayı iş bağlantısı kurmanın çok zor olduğunu söylüyor. Ben böyle düşünmüyorum.Onlar ne kadar doğuluysa biz de o kadar doğuluyuz. Bin yıl önce ilişkimiz kopmuş, ama aslen kültürümüz ve insan ilişkilerimiz çok yakın. Her şeyden önce iki millet de gayet sıcak.

Bugün günlük hayatta pek farkında olamasak da Çin kültüründen aldığımız birçok şey var. Onların da bizden aldığı bir o kadar tabii… Tarihte, biz Çinlilerden çini, kayısı, portakal, çay, mandalina, makarna, ipek ve kağıdı; onlar da bizden deri, demir, şarap ve mantıyı almışlar mesela.
Eski dünyanın milletleriyiz biz. O gözle bakıyorlar Türklere. Geleneklerimiz en az 2500 yıl gerilere dayanıyor. Her iki millet de tarihlerinde önemli bir süre dünya medeniyeti konumuna yükselmişler. Çinliler 8. yüzyıla kadar, Türkler de 15.-18. yüzyılları arası büyük medeniyetler oluşturmuşlar.
Bugün baktığımızda Çin çok çok ilerilerde dünya ticaretinde. Bir zamanlar dünya ticaretinin büyük kısmının döndüğü yer Akdeniz’di. Bütün ülkeler için o ticaret alanı dâhilinde bir faaliyette bulunmak çok önemliydi. Bu dönemin aktörleri Cenevizliler, Venedikliler ve tabii Osmanlılardı.
Bugünün “Yeni Akdeniz”i ise, Pasifik’in batı kıyılarında yaşanmakta. Akdeniz dünyası endüstriyel yenilikçi faaliyetlerin ve müteşebbis inisiyatiflerinin birleştiği bir potaydı. Bölge; sermaye akışının, ticaretin bir araya toplanmasının ve alt yapı bağlantılarının ürettiği kuvvetlerin kıyı bölgelerini ana karalarından ayırdığı ve bu mekanı diğer güç yönlerine doğru yeniden yapılandırdığı çok yüzlü bir alandı. Akdeniz dünyası aynı zamanda farklı medeniyet bölgeleri arasında bir bağlantıydı.
Yeni Akdeniz, artık Asya’da canlanmakta. Belli başlı limanları ise dünyadaki en büyük 10 limandan ilk dördü olan Hong Kong, Singapur, Busan ve Kaohsiung ile 6.sırada yer alan Şangay. Bu limanların üçü Çin ekonomik alanında; Hong Kong, Kaohsiung ve Şangay.
Mesafenin uzak olmasından dolayı başka ülkeler karşısında Çin’e ihracatta dezavantajlı olduğumuz; doğru bir değerlendirme değildir. Çünkü Çin’in en büyük ticari partnerleri aslında Pasifik’in öbür yakasında, yani Amerika kıtasında ve onlar da hemen hemen bizim kadar uzaklar. Bizim Çin’le tarihten gelen bir ticari geçmişimiz var: İpekyolu. Bugün İpekyolu’nun canlandırılması için ciddi girişimler var. Her şeyden önce bu yol 1998’de havadan sağlanmış durumda. Çin’e direkt uçak seferleri var. Böylelikle iş adamları çok rahat bir ulaşım ortamı buluyor.
Bu çabalar sanki Çin’e daha çok yarıyor gibi gözükmektedir. Bir potansiyel olarak Çin, Türkiye’nin gündemine geldiğinde yüzlerce, belki binlerce iş adamı ve girişimcimiz Çin’e gitti ihracat yapmak için. “1.3 milyarlık Çinli ayda bir şundan alsa tamamdır” türünden bir mantıkla giden arkadaşlarımız bir süre sonra ithalatçı olarak döndüler. Şimdi hükümetlerin yapması gereken bir şey var. Gerçek İpekyolu’nun alt yapısını tekrar hazırlamak. Şangay’dan Roterdam’a bir demiryolu projesi gündemde. Bunun gerçekleşmesi ticaret konusunda Türkiye’ye çok ciddi bir misyon yükleyecek. Anadolu toprakları yine tarihte olduğu gibi ticari lojistik önemine kavuşacak. İstanbul neden bir Hong Kong, Dubai, Singapur olmasın? Türkiye ayrıca yakın ülkeler stratejisi kapsamında yakın komşularıyla geliştirdiği türden ilişkileri uzak komşusu Çin ile de geliştirmeli.
Ama diğer taraftan da Çin Türkiye’nin sanayisini tehdit ediyor. Bu bir “win-win” (kazan-kazan) tarzı ilişkiye çevrilebilir. Her iki ülkenin uluslararası vizyonlarını göz önünde bulundurursak geniş bir hinterlanda sahip olduklarını görüyoruz. Her iki ülke de ABD tarafından “Dünyanın Gelişen 10 Pazarı” arasında sayılıyor. Türkiye AB yolunda kararlı adımlarla yürüyen bir ülke ve Gümrük Birliği’nin de bir üyesi. Aynı zamanda Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin de katılmasıyla 41 ülkeyi bulan “Avrupa-Akdeniz Serbest Bölgesi”nin üyesi ve tam da ortasında. Çin için ise en önemli pazar AB. Diğer yandan Çinliler Orta Asya’ya ayrı bir önem veriyorlar, ama kültürel ve siyasi sorunlardan dolayı bu konuda pek başarılı bir girişimleri yok. Türkiye’nin ise dünyanın en hızlı gelişen pazarı Uzakdoğu’ya (ASEAN+Çin+Japonya+G.Kore) ihracatı çok düşük seviyelerde. Türkiye hızla üretimini artıran Çin için Avrupa ve Orta Asya’ya açılmada iyi bir stratejik partner olabilir. Aynı durum Türkiye için Uzakdoğu’da geçerli.
Bu noktada Türkiye tarihten gelen misyonunu tekrar kazanabilir ve yine doğunun batıya zenginliğini taşıdığı bir bölge olabilir.

Tefekkür Medeniyeti 16: Müteşebbis ve Mütefekkir/İhracatta İnovasyon Nasıl Yapılır ? 4

0

Elektronik ticaretin hızla yaygınlaştığı bir çağdayız. Daha geçtiğimiz ay tarihin en büyük halka arzını gerçekleştiren Alibaba.com’un 2013 yılında yarattığı ticaret hacmi 248 milyar dolar ile Türkiye’nin ihracatından 70 milyar dolar fazla.

İnternet üzerinden yapılan ticaret, geleneksel ticareti dönüştürüyor.
Artık müşteriyle yüz yüze görüşmeden, telefonla dahi konuşmadan dünyanın öteki ucuna mal satmak normal hale gelmeye başladı.
İnternet üzerinde her yer cadde üstü dükkân oluyor, eskiden ticarete engel olan coğrafi kısıtlamalar azalıyor ve kimi zaman ortadan kalkıyor.
İnternet üzerinden ihracat yapan firmalar, boyutlarının küçüklüğüne, müşterilerinin uzaklığına bakmadan dünyanın her yerine ürün ve hizmet satabiliyor.
Bu avantajlara Türkiye’nin ihracat yapısındaki sorunlar düşünülerek bakıldığında elektronik ihracatın (e-ihracat) ülkemize sunduğu fırsatlar daha da net ortaya çıkmaktadır.
TEPAV: TÜRKİYE EKONOMİSİ E-İHRACAT SAYESİNDE YÜZDE 38 BÜYÜYEBİLİR
Son on senede Türkiye’nin yüksek ihracat performansının temelinde büyük ve eski firmaların, eski ürünleri eski pazarlara satması yatmaktadır.
E-ihracat KOBİ’ler ve yeni firmaların yeni pazarlara yeni ürünler satmasının önünü açacaktır. Aynı zamanda e-ihracat Türkiye’nin son 10 yılda daralan ihracat menzilini arttırmayı sağlayacaktır.
E-ihracatın sunduğu bu potansiyeli değerlendirebilmek için yabancı dil bilen, web sitesi, ödeme sistemleri, başka ülkelerdeki tüketici hakları gibi konulara hâkim firmalar ve zamana hassas ve esnek bu yeni ticaret yönteminin gelişmesinin önündeki sorunları kaldırmaya yönelik çaba gösteren bir devlet gerekmektedir.
Nitekim Alibaba’nın başarı hikâyesinde Çin’in yüksek ticaret hacmini değerlendiren girişimcilik ruhu kadar devletin taşıma maliyetleri gibi alanlarda uyguladığı aktif destek politikaları da etkili olmuştur.
Hızlı büyüyen e-ihracat Türkiye için fırsatlar ortaya koymaktadır, kamunun hem firmaların e-ihracat kapasitelerini arttırmak için hem de mevcut ticaret ortamındaki gümrükler veya lojistik gibi alanlardaki sorunları çözmek için atabileceği adımlar önem arzetmektedir.
E-ihracatın sürdürülebilir bir büyüme sergileyebilmesi konunun politika yapıcılar tarafından sahiplenilmesi ve kamu ile özel sektör arasındaki diyalog kanallarının devamlı açık tutulması gerekmektedir
PayPal ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından yapılan ‘Türkiye’de E-ihracat: fırsatlar ve Sorunlar’ araştırmasında yurtdışına elektronik ticaretin, 500 milyar dolar olarak belirlenen 2023 ihracat hedefinin tutturulmasında oynayacağı rol ve yerel şirketlerin büyümelerine sağlayacağı katkılar ortaya konuldu.
E-ticaretin önemli isimlerinden PayPal’ın desteğiyle Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından yapılan ‘Türkiye’de E-ihracat: Fırsatlar ve Sorunlar’ araştırmasının sonuçları, PayPal Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi CEO’su Rupert Keeley, TEPAV Direktörler Kurulu Üyesi Durmuş Yılmaz ile PayPal Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi Direktörü Kıvanç Onan’ın katılımıyla düzenlenen basın toplantısıyla duyuruldu.
TEPAV raporunda;
  • internet kullanımındaki artış,
  • girişimcilik ruhu,
  • uygun politikaların bulunması
gibi konuların e-ihracat potansiyelini geliştirdiği belirtilirken, uluslararası online ticaretin artmasının;
  • Türkiye’nin ihracat yapısındaki zayıflıkları aşması ve
  • daralan ihracat menzilinin genişletilmesi
için büyük bir fırsat olduğuna işaret edildi.

Tefekkür Medeniyeti 17: Müteşebbis ve Mütefekkir/ İhracatta İnovasyon Nasıl Yapılır 5 ?

0

Ürettiği ucuz mallarla Türkiye’nin ticaret pastalarından aldığı küçük payları dahi çalan Çin’den değil, başka bir Çin’den de bahsediyor olmalıyız. 

Çin, son yıllara kadar belki sadece üretim gücüyle dünya piyasalarını etkiliyordu. Ama artık tüketim gücüyle de etkiliyor. Bugün Çin’in ithalatı da dünya piyasalarını ciddi etkilemeye başladı. Hem hızla büyüyen sanayisine hammadde yetiştirmek, hem de gelişen orta ve üst sınıfının ihtiyaçlarını karşılamak için ithalatını hızla artırıyor. Hem AB ülkelerinin hem de ABD’nin en büyük ticari partneri olmasına az kaldı. Çin’in demir-çelik ihtiyacının hızla artmasından dolayı dünya piyasalarında ve tabii dolayısıyla Türkiye’de de fiyatlar arttı.
Oraya gidecekler bir kere “Çin’e bu satılmaz, şu satılmaz” diye düşünmesinler. Elimizde çok mantıklı örnekler var. Mesela, mermer ve demir-çelik gibi yapı malzemeleri, deri kimyasalları var. Bunlar fırsatların değerlendirmesi sonucu olmuş hammadde/yardımcı madde satımları. Mermer ve demir-çelik mal yetiştiremiyor.
Ancak demir-çelik ürünleri hariç tutulduğunda Türkiye ve Yunanistan’ın Hong Kong’a ihracatı ne yazık ki aynı değerde.
Son mamullerde ve tüketici mallarında herhalde aynı şeyi söyleyemeyiz. Yabancı firmaların Çin pazarında doğrudan pazarlama ve satış işlemlerinde bulunmalarına bugün için izin verilmiyor. Çin’de 1979’da başlayan ama 1990’larda kendini ciddi ciddi hissettiren değişim ve büyümenin çok uzağında kaldı Türkiye. Bu süreci takip edememesi Türkiye’nin çok büyük dezavantajı oldu. Bugün Çin’i bir pazar olarak görüyorsanız, mutlaka insanlarından tüketim kültürüne kadar incelemelisiniz. Bu şekilde mesela “Fındık Tanıtım Grubu” başarılı olmuştur.
Pazar konusundaki belki de en büyük avantajımız birçok ülkede Türk malları hakkında haksız yere oluşmuş kötü imajın burada olmaması. Türk malı hakkında eksik bilgiye sahip olan Çin pazarı, iyi bir tanıtım ile büyük başarıların kaynağı olabilir.
Önemli fırsatlar ihracatçılarımızı bekliyor. Bunların yanında kaçırmamamız gereken bir diğer önemli fırsat da turizm. Önümüzdeki dönemde dünyanın en fazla turist gönderen ülkesi olacak olan Çin; Mayıs 2002’den beri resmi turist destinasyonlarına Türkiye’yi de ekledi. 2008 Pekin Olimpiyatları için yapılan alt yapı yatırımları da müteahhitlik sektörümüz için önemli bir fırsattı, ama maalesef onun da iyi değerlendirilemediğini görüyoruz.
Ama tabii Çin’le bu kadar ilgileniyorsanız doğal olarak olabildiğince iyi bir bilgi akışı sağlamalısınız. Bunun da kaynağı tabii ki batının araçları değil, kendi kaynaklarımız olabilir. Türkiye’de herkes, dünya trendlerinin önemli bir aktörü olan Çin’i, Çin’de olup bitenleri yakından gözlemlemeli.
İnovasyon Sıralaması (2012/2013)
  • ABD: 7./5.
  • Japonya: 5./4.
  • Tayvan: 8./10.
  • Singapur: 9./9.
  • Kore: 17./17.
  • Hong Kong: 23./26
  • Malezya: 25./21.
  • Çin: 32./32.
  • Endonezya: 33./31.
  • Hindistan: 41./49
  • Türkiye: 50/56
 innovative economy
Kaynak:
WEF_GlobalCompetitivenessReport_2013-14
WEF_GlobalCompetitivenessReport_2014-15
Yeni Akdeniz (Asya-Pasifik) Pazarlarının İthalatı – 2013 (Bin Dolar)
1. ABD 2,328,329
2. Çin  1,949,934,687
4. Japonya 833,166,061
5. Hong Kong 703,871,670
9. Kore 515,572,970
12. Hindistan 466,045,567
15. Singapur  373,212,237
17. Rusya      317,805,605
18. Tayvan 270,688,956
20. Tayland 250,708,238
Toplam 8,009,336,000
Dünya Toplamı 18,779,666,000
%43
Kaynak: TradeMap

Tefekkür Medeniyeti 18: Mütefekkir ve Müteşebbis/İhracatta İnovasyon Nasıl Yapılır ? 6

0

Türkiye’de E-ihracat: Fırsatlar ve Sorunlar’ raporunda şu bulgulara yer verildi;

“G-20 ülkelerini kapsayan ve Avustralya’nın ilk sırada bulunduğu ‘E-ihracata Hazırlık Endeksi’nde Türkiye, e-ticarete yönelik düzenleyici çerçeve, yasal ve fiziki altyapıdaki zayıflıklar gibi nedenlerden dolayı listenin 15’inci sırasında bulunuyor.
E-ihracatın gelişmesi hem Türkiye’nin internet ekonomisine hem de ihracatına önemli katkı sağlayabilir.
Türkiye’nin ilk 10 e-ihracat pazarının ağırlıklandırılmış ortalama mesafesi, 4 bin 308 kilometre. Bu rakam, geleneksel ihracat menzilinin üstünde yüzde 65’lik bir artış teşkil ediyor.
E-ihracata konu olan ürünlerin katma değerinin, elektronik ve otomotiv parçaları gibi geleneksel ihracat ürünlerine göre daha yüksek olduğu görülüyor.
Türkiye ekonomisi e-ihracat sayesinde yüzde 38’lik bir oranla, dünya ortalamasının üzerinde büyüyebilir.
E-ihracat yapan firmaların en küçük yüzde 10’luk kesiminin ortalama pazar sayısı 23 iken, en büyük yüzde 10’da bu sayı 45 olarak ölçülüyor.
Üreticiler açısından bakıldığında ise ihracatta boyut ve tecrübe faktörlerinin öneminin azalması ve uzak pazarlara erişimin kolaylaşması, sınır ötesi e-ticaretin en önemli avantajlarını oluşturuyor”.
Türkiye’den yurtdışına online satış, günümüzde 250-300 milyon dolar seviyesinde.
Düzenlenen toplantıya PayPal Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi CEO’su Rupert Keeley, TEPAV Direktörler Kurulu Üyesi Durmuş Yılmaz ile PayPal Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi Direktörü Kıvanç Onan’ın katıldı.
“GELENEKSEL OLARAK ÜRÜN SATAN ORTALAMA 3 ÜLKEYE E-TİCARET YAPAN 34 ÜLKEYE SATIŞ YAPABİLİYOR”
PayPal Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi CEO’su Rupert Keeley şöyle konuştu:
“eBay’in hazırladığı ‘Ticaret 3.0: Türkiye’nin Küçük Ölçekli İşletmelerini Küresele Taşımak’ raporuna göre, Türkiye’de PayPal ile ödeme alarak eBay üzerinden yurtdışına satış yapan binlerce şirketin yüzde 84’ü yurtdışına satış gerçekleştiriyor.
Türkiye’de geleneksel yollarla ihracat yapan firmalar ortalama üç ülkeye ürün satarken, e-ihracat yapan firmalar ortalama 34 ülkeye erişebiliyor.
Son bir yılda eBay üzerinden ihracata başlayan şirketler, e-ihracatın yüzde 26’sını ve PayPal ödemelerinin yüzde 33’ünü gerçekleştiriyor.”

Tefekkür Medeniyeti 19: Müteşebbis ve Mütefekkir/İhracatta İnovasyon Manifestosu

0
İHRACATTA İNOVASYON MANİFESTOSU

1. İhracatta inovasyon bir hayat davasıdır
2. İhracatta inovasyon zorunluluktur
3. İhracatta inovasyon evrenseldir.
4. İhracatta inovasyon süreklidir
5. İhracatta inovasyonun açık, anlaşılır ve spesifik bir yön gösteren ve eylem içeren bir vizyonu olmalıdır
6. İhracatta inovasyon süratli ve şiddetlidir
7. İhracatta inovasyon canlılıktır
8. İhracatta inovasyon en kuvvetli sermayedir
9. İhracatta inovasyon desteğini temelden alır
10. İhracatta inovasyon cesaret ve kararlılıkla uygulanır
11. İhracatta inovasyon eğitim ve doğru kadrolardır
12.İhracatta inovasyon bilim ve teknolojidir
13. İhracatta inovasyon ihtiyaç duyulduğunda başvurulacak bir kurtarıcı değil, süreklilik gerektiren bir yönetim anlayışıdır
14. İhracatta inovasyon yönümüzü belirleyendir
15. İhracatta inovasyonlar bizi çok meşgul etmelidir
16. İhracatta inovasyon pratik ve güvenilir başarı yoludur
17. İhracatta inovasyon gelişmedir
18. İhracatta inovasyon saadet ve refahın kefilidir
19. İhracatta inovasyon doğru hedefler koymaktır
20. İhracatta inovasyonun işareti İleri! İleri! Daima ileridir!

İHRACATTA İNOVASYON MANİFESTOSU (detaylı)

1. İhracatta inovasyon bir hayat davasıdır

Başarı yeniliği yaratanların ve onu doğru yönetenlerin olacaktır.  İşhayatı, sayısız defa yeniliği yaratanları ve geliştirenleri başarıyı yönetmekle ödüllendirmiş, uyum sağlayamayanları  ve evrensel yeniliğe katkıda bulunamayanları cezalandırmıştır.
İhracatta  inovasyonun bir yenilik olarak değerlendirilmesinin sebebi, geleneksel ihraç ürünlerinin ihracatının, dünyanın 16.büyük ekonomisi olan ülkemiz ihracatını, İnovasyon sıralamasında 55., Rekabetçilik sıralamasında 50.sıraya geriletmesinin yol açtığı kısır döngüdür. İnovatif  ihracat ve çeşitleri, yeni başlangıcın en önemli aktörleridir ve kaybedilen zamanı yakalayarak geri kazanmaları, İnovasyon ve Rekabetçilik sıralamasında hızla üst sıralara çıkmamızı sağlayacaktır.

2. İhracatta inovasyon zorunluluktur

İhracatta inovasyon ne pahasına olursun hayata geçirilmeli, yenilikçiliğe herhangi bir alternatif sunulmamalıdır. Yenilikçilik, küresel ve bölgesel ihracat faaliyetlerinin en önemli unsuru olmalıdır. Küreselleşme ile birlikte, yakın/uzak, tüm pazarların uluslararası bir ihracat destinasyonu haline gelişi ile birlikte, bu yeni ve sevindirici yeni pozisyonun temelleri her yönden yenilikçilikle sağlamlaştırılmalıdır. Başarı için ihracatta inovasyon tek çare olarak öne sürülüp, kabul edilmeli, ülke sanayiine benimsetilmeli ve tereddütsüz uygulanmalıdır. Uzun vadede konulan kesin hedefe tereddütsüz giderken kısa vade göz ardı edilmemelidir.

3. İhracatta inovasyon evrenseldir.

İhracatta inovasyon sınırsızdır. İnovatif ihracatla ilgili her gelişme hakkında bilgi sahibi olunmalı ve çağdaş ölçüler sınır olarak kabul edilmelidir. Yerel değil küresel rekabetin içinde yer alınıp hedefler ve stratejiler küresel boyutta ele alınmalıdır.

4. İhracatta inovasyon süreklidir

İhracatta inovasyon dinamik ve gelişen bir yapıya sahiptir. Yapılan yenilik akıl ve bilimle sürekli hale getirilmelidir. Sürekli yeniliğin çıtası ihracatda lider ülkelerin seviyelerinin üzerinde bir başarıya ulaşmaktır.

5. Yenilikçiliğin açık, anlaşılır ve spesifik bir yön gösteren ve eylem içeren bir misyonu ve vizyonu olmalıdır

Manifestomuzda ortaya konulan “her an, her dakika, her ay inovatif ihracat” gibi tüm yenilik hareketlerinin gittiği yönü açık şekilde belirten bir vizyonun, tüm kademelerde alınan kararların ve hayata geçen faaliyetlerin, onu gerçekleştiren ihracat profesyonelleri ve kamu yöneticilerince ortaya çıkan genel vizyonla olan uyumu göz önüne alınmalıdır.

6. İhracatta inovasyon süratli ve şiddetlidir

“Yenilik” uygulaması yumuşak geçiş önerilerine karşı çıkarak, internet ve bilgi çağının kritik ilkesi ve rekabet gücünün en önemli ölçütlerinden, kontrollü hız ilkesi, yeniliğin sağlıklı ve kesin şekilde uygulanması için, yürürlüğe konmalıdır.

7. İhracatta inovasyon canlılıktır

Yeniliğin içerdiği belki de en önemli malzeme içinde barındırdığı dinamizm ve insana, dolayısıyla iletişime verdiği önemdir. İnovatif ihracat iştirakçileri ile birlikte sinerjik iletişimin, doğru insan ve doğru fikirlerin yaratacakları realizasyonun, yeniliğin canlılığının en önemli kanıtı olacaktır.

8. İhracatta inovasyon en kuvvetli sermayedir

Yenilikçiliğin araç edindiği insana ve bilgiye verilen önem, medeniyetin her döneminde ilerlemenin tek ve en önemli kaynağı olmuştur. En büyük keşiflerden, en büyük askeri zaferlere kadar medeniyeti şekillendiren tüm kırılma noktalarının altında; doğru hedef, kararlılık, çağının ötesinde bilgi birikimini verimli kullanma kısacası yenilik vardır. Maddi sonuçların tümü doğru yenilikçiliğin uygulanmasını takiben sahibine sunulmuştur. Bu açıdan da bakıldığında İhracatta inovasyon en büyük sermayedir.
Bu sermayenin doğru ve ilerici kullanıldığı en küçük ölçekli yenilik hareketleri bile karşılığında harcanılan emeği ödüllendirmiştir.

9. İhracatta inovasyon desteğini temelden alır

İhracatta inovasyon hareketi başladığı andan itibaren kararın gerekliliği her kademede vurgulanmalıdır. Yeniliğin uygulanması hakkındaki kararlılık, uygulamanın her aşamasında benimsetilerek bir inanç meselesi haline getirilmelidir.

10. İhracatta inovasyon cesaret ve kararlılıkla uygulanır

Yeniliğin kaynağı olacak ihracatta inovasyon ön çalışmalarının tamamlanmasını takiben, alınan kararların tereddütsüz uygulanması beklenir.    Yenilik yönetiminde kesin kararlar verebilmek, kritiktir. Tutuk davranmak ve yanlış karar verme korkusu duymak, doğru karar vermeyi engeller ve kesinliği yok eder. Bu da yenilik organizasyonu ve inovasyon uygulamasında belirsizlik, hedefsizlik yaratır.

11. İhracatta inovasyon eğitim ve doğru kadrolardır

Yapılmak istenen değişim ve yeniliğin önce ihracat profesyonellerinde ve iştirakçilerinde kendini göstermesi gerekmektedir. Büyük ölçekte istenen yeniliği, ilk aşamada yeniliği gerçekleştirmesi ve bunu takiben uygulaması beklenen profesyonellerde görmek büyük önem taşımaktadır. Yenilikten korkmayan aksine yeniliği arayan bir ekip ruhu ve iştirakçilerin sinerjik iletişimi inovatif ihracatın en büyük teminatıdır.

12. İhracatta inovasyon bilim ve teknolojidir

Dünya’nın neresinde olursa olsun, son teknolojiler ve yaratılan yenilikler (inovasyonlar) takip ve talim edilmeli, ihracat sürecinin her basamağında yenileştirilip, geliştirilmelidir. İnovatif süreçlerin gücü bu doğrultuda hareketlendirilerek, öncü bir kimlik kazanılmalıdır.

13. İhracatta inovasyon ihtiyaç duyulduğunda başvurulacak bir kurtarıcı değil, süreklilik gerektiren bir yönetim anlayışıdır

İhracatta inovasyon bir geliştirme hamlesi değil, sonucu gelişim olan bir yönetim anlayışıdır ve süreklilik göstermeli, sürdürülebilirliğin güvencesi olmalıdır.

14. İhracatta inovasyon yönümüzü belirleyendir

Yenileşmenin öneminin ve ihracat performanssına katacaklarının bilincine varılması, evrensel yeniliğe ortak olunması tahmin edilebileceği gibi büyük emek talep eden bir yoldur. İnovasyon iştirakçileri ve bilgi kaynağıyla verilecek yoğun emek, ihracatda inovasyonu ve rekabetçiliği yakalamak, daha da önemlisi rekabete öncülük edecek gücü yaratmayı mümkün kılacaktır.

15. Yenilikler bizi çok meşgul etmelidir

Yenilikçilik, karakteriyle başlı başına bir mesai olmalıdır. İhracat aksiyonları, hep rekabet gücünü ve inovasyon kapasitesini tetiklemiş, yeniliklerin kapısını açmıştır.
İhracatta inovasyon sadece ar-ge çalışmalarına ve ürüne indirgenmemeli, Strateji İnovasyonu, Maliyet İnovasyonu,  Ürün İnovasyonu, Yönetim İnovasyonu,  İş Modeli İnovasyonu, Pazarlama İnovasyonu, Operasyonel İnovasyonlar uygulanarak, ihracat sistematiğinin tümü yenilenmelidir.

16. İhracatta inovasyon pratik ve güvenilir başarı yoludur

Objektif olarak bakıldığında ihracatta inovasyon sadece “yeni” olduğu için, pratik ve şekillendirebilir olduğu için doğru ve güvenilir bir yoldur. Yenilik, yolunda yaşanması muhtemel ve bir açıdan da düşülmesi gereken hatalar sonucunda, daha büyük yeniliklere ve daha önemli başarılara açılacak bir kapı görevi görecektir. Artan tecrübe ve bilgi, ülkemizin engin kaynaklarının ihracat inovasyonları ile hareketlendirilmesi neticesinde, daha büyük başarılara hazırlanmış sağlam bir temel görevi görecektir.

17. İhracatta inovasyon gelişmedir

Yenilikçiliğin gelişme ile doğrudan örtüşen bir kavram olmasının en önemli kanıtı “yeni” proje bazlı ihracat ve gelişme anlayışıdır. Amacı doğru, kararlı ve tereddütsüz adımlarla gerçekleştirilen her yenilik, tümsel anlamda gelişime doğru atılan sağlam bir adım olacaktır.

18. İhracatta inovasyon saadet ve refahın kefilidir

Yenilikçi bakışın sağladığı gelişimin ve inovatif ihracat aksiyonlarının reddedilemez sonucu gelişmeyle birlikte ortaya çıkacak yerel saadet ve refahtır. Dünya’yla entegre olmuş, rekabet gücünü üst seviyelere çıkarmış, bilim ve teknolojiye hakim, kararlılıkla uygulanmış değişim hareketi, yarattığı değer sonucunda, başarı ve ortaya çıkan esere saygınlık sunmaktadır.

19. İhracatta inovasyon doğru hedefler koymaktır

Doğru yolda, doğru inovasyon iştirakçilerinın katılımı, cesaret ve kesinlikle yola çıkılan ihracatta inovasyon yolunda başarısızlık ihtimal dışındadır.

20. Yenilikçiliğin işareti “İleri! İleri! Daima ileridir!”

İhracatta inovasyon doğası gereği dünü ve bugünü bir başlangıç olarak kabul eder ve üstüne yarının bilgisini koyarak çağı yaratmayı amaç edinir.
Varolan kuralları uygulayarak herkesin ilerlediği yolda ilerlemek yerine, bilgiyi ve iletişimi,    insanı, ışığı kabul ederek kendi yolunda ilerler.
Yenilikçilik, geçmişi gelecekle telafi etmek ve kendini en verimli şekilde şekilde geleceğe taşımaktır.

Tefekkür Medeniyeti 20: Müteşebbis ve Mütefekkir/İhracat İnovasyonunda Üç Temel Yanlış & Doğru

0

1. Yanlış: İnovasyon yeni mal ve hizmetler geliştirmektir. 

Doğru : Asıl farklılığı yaratan, iş modeli inovasyonudur. 

Ortalamanın üzerine çıkan ve en iyi performansı gösteren CEO’lar iş modeli yeniliği yani “inovasyonu” konusunda asıl farklılığı yaratıyorlar. Başarılı olan CEO’lar başarısız olanlara göre “iş modeli yeniliği” konusunda iki kat daha aktifler.
CEO olarak ben inovasyonun başında olmalıyım diyenler, işe doğal olarak iş modeli inovasyonu ile başlıyorlar ve kendilerine neyi yapmalıyım, neyi yapmamalıyım diye soruyorlar. Sonuçta inovasyonu yukarıdan yönetilmesi gereken bir olgu olarak görürseniz mükemmel bir tarzda gerçekleştirirsiniz.
CEO’lar şirketlerini nasıl yönetiyorlar diye baktık. Her iki grup da yoğun bir şekilde ürün inovasyonu yapıyor. Hem başarılı, hem de başarılı olmayan CEO’lar için bu geçerli. Her iki grup da bizim “operasyon yeniliği” dediğimiz olguya da dikkat ediyorlar. Örneğin lojistik tarafında olsun, 6 sigma ve kalite çalışmaları şeklinde olsun, her iki grupta da operasyonel alanda ilerleme görüyoruz.
Ancak iş modeli inovasyonu dediğimiz noktada ortalamanın altındakilerle, üstündekiler arasında çok önemli bir fark gördük. Başarılı olan CEO’lar başarısız olanlara göre “iş modeli yeniliği” konusunda iki kat daha aktifler.

2. Yanlış: İnovasyona yönelik faaliyetlerin büyük bir gizlilik içinde yürütülmesi, dışarıdaki insanların bunun içine katılmaması gerekir.
Doğru: Dışarıdaki kaynaklar içeridekilere göre inovasyon kaynağı olarak çok daha büyük önem arz ediyor. Dışarıya kapılarınızı kaparsanız, dışarısı ile bir ağ kuramazsanız. 

İkinci öğrendiğimiz ders; dışarıdan hizmet almak. Mattel’ın Nintendo’yu sırf sırlarına vakıf olmasınlar diye devre dışı bırakarak ne kadar büyük kayba uğradığını hatırlıyorsunuz.
Tamam, inovasyon çok önemli, bazen gizlilik esas, ama çoğu inovasyon içerideki Ar-Ge’den gelmiyor. Çalışanlardan geliyor ve daha da önemlisi inovasyon dışarıdan geliyor. Bu yüzden dışarı ile çalışmak başarılı olabilmek için çok önemli ve gerekli.
İnovasyon iş ortaklarınızın ortaya koyduğu yeni fikirlerle ortaya çıkıyor. Yeni kanallar ve yeni iş modelleri akıl ediyorlar. Müşteriler de bazen şikâyetler yoluyla yeni fikirler üretebiliyorlar. Bazen de danışmanlar yeni fikirler üretiyorlar. Bütün bunların haricinde geri kalanlar ise aslında çok da önemli değil.
Çoğu inovasyon çalışanlarınızdan ve dışarıdan geliyor; şirketlerden gelmiyor. Dışarıdaki kaynaklar çok daha önemli. Dışarıya kapıları kapamayın.
Barbie dışarıya kapıları kapadı; Nintendo oyun piyasasını ele geçirdi

3.Yanlış: CEO’lar olarak birçok farklı işimiz var, Zaten senin işin başından aşkın, inovasyon işini ise Ar-Ge birimi halledebilir.
Doğru: Eğer inovasyonda başarılı olmak istiyorsanız, CEO olarak bu işin başında durup, inovasyon çabasını şirketin geneline yayın. Böylece kavram kuruluşun geneline ait bir fenomen haline gelsin. 

Sizi şaşırtmayacaktır ki, bu konuda en iyi olan şirketlerden biri, otomotiv sektöründe gerçek anlamda öncü bir kuruluş olan Toyota. Toyota, “İnsan Dokunuşu” adlı bu film ile kurumsal iletişim kampanyası kapsamında, herkesin ürün geliştirmede pay sahibi olması gerektiğini gösteriyor. Otomobil fiziksel özellikleri ile öne çıkan bir ürün ve buna insan eli değmesi, insani bir tarafı olması gerekiyor.